| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Bir Buket Aşk (Oyun Teksti) Berkan Karasu Bir Buket Aşk Hayatlarımızı Benzer Yanlarıyla Farklı Yaşıyoruz. Not: Oyunu oynamak isteyen gruplar yazar ile aşağıdaki e-posta adresinden iletişime geçebilirler: berkankarasu@mynet.com ------------------- I. BÖLÜM – I. SAHNE Perde açıldığında sahnenin ortasında boş bir bank vardır. Bu bankın üzerinde reklâmlar, gelip gidenlerin kazıdıkları isimler, çeşitli çıkartmalar, resimler... Bomboş bir sahne düşünün ama ortada eski bir bank. Bank, kahverengidir. Sahne ise beyaz olmalıdır. Perde açıldığında parkta bir hareketlilik vardır. Bir süre sonra herkes sahneyi boşaltır. Sahne boşaldıktan sonra seyirci bir süre boş sahneyi izlemelidir. Bu sürenin sonunda önde Süheyla, arkada Vedat sahneye girerler. İkisi de birbirine kızgındır. Süheyla, bankın önünden geçerek yoluna devam eder. Vedat ise oturmaya kararlıdır. VEDAT – (Oturur.) Ben oturuyorum Süheyla Hanım. SÜHEYLA – (Hiçbir şey söylemeden gelip Vedat´ın yanına oturur.) VEDAT – (Bir müddet sessizlikten sonra birden…) O geçen şey kedi miydi? SÜHEYLA – Daha yeni evliyiz ama birbirimizle konuşacak laf bulamıyoruz. VEDAT – Ne yani? Benim annemle babam otuz yıldır evliler diye hiç mi konuşmasınlar birbirleriyle? Konuşmanın evliliğin süresiyle ne alakası var? Bu evliliğin gidişatı ile ilgilidir. SÜHEYLA – Ha… Şimdi de sorum benim ailem oldu öyle mi? VEDAT – Bunun senin ailenle ne ilgisi var? SÜHEYLA – Şimdi benimkiler yirmi beş yıldır evliler diye otuz yıldır evli olan ailenden böbürlenerek bahsetmen gerekmiyor değil mi? Şunu unutma ki sen ailenin en küçük çocuğu olabilirsin ama ben ailemin en büyük çocuğuyum! VEDAT – Peki kediden buralara nasıl geldik? SÜHELA – Doğru… Her şeyi ben yapıyorum zaten! VEDAT – Bak işte! Kendi ağzınla yakalandın. SÜHEYLA – (Yakalanıp yakalanmadığını düşünür. Yüzü değişir bu arada biraz sessizlik olur.) Peki, niye kediyle başladın lafa? Benim kedileri sevmememle bir alakası olabilir mi? VEDAT – Ne yani? Sen beni sevmiyor musun? SÜHEYLA – Sen kedi misin Vedat? VEDAT – Bana niye Minnoş´um diyorsun o zaman? (Sessizlik.) Ha… Anladım! Sen beni sevmiyorsun artık. SÜHEYLA – Bunu nereden çıkardın şimdi? (Sessizlik.) Sen beni seviyor musun? VEDAT – Bu da soru mu şimdi? SÜHEYLA – Sana sorumun nasıl olduğunu sormadım. Lafı dolandırmadan beni sevip sevmediğini söyle. VEDAT – Ben de sana böyle bir sorunun gereksiz olduğunu söylemeye çalışıyorum. SÜHEYLA – (Ağzından laf almak ister.) Seni sevmediğim belli zaten mi demek istiyorsun bana? VEDAT – Saçmalamaya başladın yine. SÜHEYLA – Demek ben sürekli saçmalıyorum. VEDAT – (Gerçekten onu demek istemiştir ama lafı kıvırmak zorunda kalır.) Onu demek istemedim. Yani bir kereye mahsus saçmaladın diyorum. (İyice batar.) Peki… Sen beni seviyor musun? SÜHEYLA – Lafı dolandırayım mı, yoksa direkt mi söyleyeyim? VEDAT – Direkt söyle. SÜHEYLA – Seni seviyorum. VEDAT – (Sessizlik.) Peki ya kedileri? SÜHEYLA – Of… Sen ne zor adamsın? VEDAT – O niye? SÜHEYLA – Niye olacak? Ben de seni seviyorum diyeceğin yerde kedileri karıştırıyorsun işe. VEDAT – Sen de bana bundan böyle Minnoş deme o zaman. SÜHEYLA – İstediğin sadece buysa, tamam. VEDAT – Seni seviyorum. SÜHEYLA – (Plan düşünmektedir.) İspatla öyleyse. VEDAT – Hoppala SÜHEYLA – Ne hoppalası? Beni gerçekten seviyorsan ispatla. VEDAT – (Düşünür. Bir şey bulmuş kadar sevinir.) Şehirdeki bütün kedileri toplayıp denize atayım istersen. SÜHEYLA – (Sinirlenir.) O kedilerle beraber sen de atla denize. Yine saçmalamaya başladın sen. VEDAT – (Alıngan.) Demek sürekli saçmalıyorum ben! SÜHEYLA – (Alaycı.) Onu demek istemedim. Yani bir kereye mahsus saçmaladın diyorum. Şimdi onu boş ver de aklını çalıştır biraz. (Kendi kendine.) Tabi akıl varsa! VEDAT – (Süheyla´nın söylediğini duymuştur.) Bak işte. Şimdi de akılsız diyorsun bana. SÜHEYLA – Sana akılsız diyen yok. Sadece aklının olmadığını söyledim. VEDAT – (Memnun.) Ha… Öyle desene. İyi o zaman. SÜHEYLA – (Zafer kazanmışçasına…) Al işte. VEDAT – (Duymamıştır.) Efendim aşkım bir şey mi dedin? SÜHEYLA – Yok yok. Kendi kendime konuşuyordum. VEDAT – Niye? Sen deli misin? SÜHEYLA – Sadece deliler mi kendi kendine konuşur? VEDAT – Yok onu demek istemiyorum da… Hani ne bileyim… SÜHEYLA – Sen kendinle barışık değil misin Vedat? VEDAT – Barışığım. SÜHEYLA – E… Öyleyse? VEDAT – Öyleyse ne? SÜHEYLA – Demek istediğim pekâlâ sen de kendi kendine konuşabilirsin. Kendiyle barışık insanlar sürekli yaparlar bunu. VEDAT – Yani sen kendinle kendinden bile fazla barışıksın yani. SÜHEYLA – O nereden çıktı. VEDAT – Hani aynanın karşısına geçip saatlerce makyaj yapıyorsun ya… Ha… Bir de o yetmiyormuş gibi bir de kendinle konuşuyorsun aynada. Bir diğer önemli tarafı da var. Beni de rahatsız ediyorsun günün her saati. Biraz önce de ne düşündüm biliyor musun? Kendinle barışık olduğun için mi kendi kendine konuştun, yoksa artık benimle konuşacak veya paylaşacak bir şey bulamadığın için mi? SÜHEYLA – Birincisi biraz daha ağır basıyor ama biz her ikisini de kabul edelim. VEDAT – Bütün duyguyu alıp götürdün. (Süheyla´nın söylediğinin anca farkına varır.) Bu ne demek oluyor şimdi Süheyla? SÜHEYLA – Bu şu demek oluyor Vedat. Buraya geldiğimizde sen söze ilk kediyle başladığında şimdi senin hissettiğin duyguları o zaman ben de hissetmiştim. Yani kısacası senin benimle konuşacak bir şeylerinin ya da paylaşacaklarının olmadığını düşünmüştüm aşkım. VEDAT – Peki… (Sözü kıvırmaya çalışır.) Benim söze kediyle başlamamın başka bir sebebi olamaz mı? SÜHEYLA – Olabilir mi? VEDAT – Olabilir. SÜHEYLA – (Söylemesini bekler ama söylemeyince atılır.) Söyle öyleyse. VEDAT – Söyleyecek olduğum sebepten dolayı bu sorunu cevabını bile veremeyebilirim. SÜHEYLA – Biliyor musun? Seninle tanıştığımız günden beri lafı ağzında geveleyip duruyorsun. Bana bir şey söylemek için kırk takla atıyorsun neredeyse. VEDAT – İşte bunların hepsi bu sebepten dolayı gerçekleşiyor. SÜHEYLA – Söyle de kurtulalım öyleyse. VEDAT – (Yerinden kalkar. Bankın arkasına dolaşır ve Süheyla´nın tam arkasında durur. Bir süre sessizlikten sonra…) Seni incitmekten korkuyorum. Bu yüzden seninle konuşurken kelimeleri seçmek için lafı dolandırarak zaman kazanmaya çalışıyorum. (Arkadan Süheyla´nın boynuna sarılır.) Sen benim canımın içisin! SÜHEYLA – Sen de benim. (Ayağa kalkar. Vedat da öne dolaşır. İkisi bankın önünde birbirlerine sarılırlar. Sonra ikisi de eski yerlerine otururlar.) VEDAT – (Sessizlik.) Peki, sen niye lafı dolandırmadan direkt söylüyorsun. Beni kırmaktan korkmadığın için olabilir mi? SÜHEYLA – Buyur buradan yak. Seni kırmaktan korkmadığım için değil. Zaten korkmam da… Sadece seninle konuşurken seni kırmayacak kelimeleri daha hızlı seçtiğim için. Bunu senin kafan almaz. Bu kadınlara has bir özellik. VEDAT – Kadınlara has bir özellikmiş? Kim dedi bunu? SÜHEYLA – Uzmanlar… VEDAT – Uzmanların başka işi yok sanki de kadınların hızlı düşünme yetilerini araştıracaklar. SÜHEYLA – Evet. Çok haklısın. Uzmanlar araba kullanma üzerine bir araştırma yapmışlar ve bayan sürücülerin kaza anında daha çabuk karar vererek kazadan kurtulduklarını saptamışlar. VEDAT – Trafikte başımıza ne gelirse bayanlardan geliyor zaten. SÜHEYLA – Hop, hop, hop… Ağzından çıkanı kulağın duysun Vedat Bey. VEDAT – Kelimeleri daha hızlı bulduğunu söylüyorsun ama şu anda benim kalbimi kırdığının farkında değilsin. SÜHEYLA – Ben o durumu seni kırmamak istediğim zamanlar için söylemiştim. Şimdiki farklı bir durum. VEDAT – Anladım. Senin feministlik duyguların kabardı birden. SÜHEYLA – Bu durumun feministlikle de bir alakası yok. VEDAT – (Sessizlik.) Biz niye evlendik? (Süheyla cevap vermez.) Birbirimizi sevdiğimiz için. Peki, şimdi niye birbirimizin sevgisini sorguluyoruz? SÜHEYLA – Ben sorgulamıyorum. VEDAT – Doğru. Sen sorgulamıyorsun. Beni sevdiğini ispatla diyen sen değilsin. Varlığı bile olmayan kedi yüzünden beni suçlu konuma düşüren sen değilsin. Doğru. Sen birlikteliğimizi sorgulamıyorsun. SÜHEYLA – Ne… Ne dedin sen? VEDAT – Birlikteliğimizi sorgulayan sensin diyorum. SÜHEYLA – Yok ben onu demiyorum. Az önce kedilerle ilgili bir şey söyledin. VEDAT – A… Bu kadar da olmaz. Tamam. Kedileri sevmeyebilirsin ama benim kedilerden bahsetmemi yasaklayamazsın. SÜHEYLA – Ben senin kedilerden bahsetmeni yasaklamıyorum. Biraz önce bizi bu konuları konuşmaya sevk eden kedinin aslında bir hayal ürünü olduğunu söyledin sen. VEDAT – Öyle mi dedim? İyi demişim. (Afallamıştır. Ne diyeceğini bilemez.) Bundan sonra ben de kelimelerimi jüri karşısına çıkarmayacağım. SÜHEYLA – Hangi jüri? VEDAT – (Düzeltir.) Jüri olmasa bile seçici kuruldan geçirmeyeceğim. Ağzıma geleni söyleyeceğim. Anlaşıldı mı Süheyla Hanım! SÜHEYLA – Bak, bak, bak… Şimdi de kırk yıllık karın, Süheyla Hanım oldu öyle mi Vedat Bey? VEDAT – Birincisi biz evleneli kırk yıl olmadı! SÜHEYLA – Kırk yıl olmadığını ben de biliyorum. Sadece lafın gelişi öyle demiştim. Zaten bizim kırk yıl evliliğimizin kırk yıl süreceği meçhul. VEDAT – Şimdiden evliliğimizin gidişatını çizmişsin bile. SÜHEYLA – Lafı değiştirme. İkincisi ne onu söyle? VEDAT – Ne ikincisi? SÜHEYLA – Birincisi biz evleneli kırk yıl olmadı demiştin. İkincisi ne olduğunu da söyle. VEDAT – (İkinciyi bulamaz.) İkinci, ikinci… Sen niye lafı değiştiriyorsun? SÜHEYLA – Üstüme iyilik, sağlık! Ne lafı değiştirmesi? VEDAT – (İddialı.) Ben biraz önce senin evliliğimiz üstüne yaptığın konuşmanın yorumunu yapmıştım. Sen de lafı değiştirdin. SÜHEYLA – Sen yorum mu yaptın? VEDAT – Evet. SÜHEYLA – Kendini kötü hissetmiyorsun değil mi? VEDAT – Kendimi kötü mü hissetmem gerekiyordu? SÜHEYLA – Hani ne bileyim? Biraz önce bir ilki başararak yorum yapmışsın. VEDAT – (Kırgın.) Gerçi evliliğimiz üzerine yorum yapmaya gerek kalmamış ama… SÜHEYLA – Evliliğimiz üzerine yorum yapmaya gerek kalmamış mı? O niye? VEDAT – Sen kelimeleri böyle seçmeden konuştukça beni kırıyorsun. Bu da yetmiyormuş gibi üste çıkmaya çalışıyorsun. SÜHEYLA – Çok kırıcı olmaya başladın Vedat! VEDAT – Sen öğrettin bana lafı dolandırmadan söylemeyi. Yani beni sen değiştirdin. Sonuçlarına katlanmak zorundasın. SÜHEYLA – Allah, Allah… Şunun söylediği lafa bakın. VEDAT – Şimdi de “şu” olduk! Çok yakında üçüncü tekil kişiye kadar düşeriz herhalde. SÜHEYLA – Senin elinde. VEDAT – (Kızgın.) Benim elimde mi? Beni yönlendiren sensin. Evlendiğimiz günden beri beni avucunun içine almaya çalışıyorsun. Parmağında oynatmak için elinden geleni yapıyorsun. Şunu unutma başarılı olamayacaksın. SÜHEYLA – (Sessizlik.) Hayatım… VEDAT – Efendim aşkım… SÜHEYLA – Bir şey istesem yapar mısın? VEDAT – Ne istersen bi’tanem. SÜHEYLA – (Sevimli hareketlerle birlikte çocukça söyler.) Ben bankın burasını beğenmedim. Yer değiştirebilir miyiz? VEDAT – Tabi ki. Yeter ki sen iste. Canım benim… SÜHEYLA – (Yer değiştirdikten sonra.) Gördün mü aşkım? Sen hiç parmakta oynatılabilecek yapıda mısın? VEDAT – (Anlamıştır.) Ya… (Kendini kötü hisseder.) Gerçekten de öyle. SÜHEYLA – (Sessizlik.) Bir şeyi unutmadın değil mi? VEDAT – Bilmem. Vedat ile Süheyla’nın kendi aralarında konuşma duyulmaz olur. Bu arada sahneye eğlenceli bir şekilde Salih ile Esma girer. Bankın dolu olduğunu görünce bir köşede konuşmaya başlarlar. SALİH – Ne yapayım hayatım. Adamlara kalkın diyemem ki. ESMA – (Şaka yapar ama Salih anlamaz.) Bizim toplumun kalkınmaya niyeti yok zaten. SALİH – Efendim? ESMA – (Düzeltir.) Öyle olmayacağını ben de biliyorum ama ilk tanıştığımız bankta kararlaştıralım istemiştim düğün tarihini. SALİH – Biraz bekleyelim belki kalkarlar. ESMA – Hiç kalkacak gibi durmuyorlar ama… SALİH – (İç çekerek) İlk tanıştığımız gün geldi aklıma. ESMA – (O anı yine yaşıyormuşçasına mutlu olur.) Evet. Bu bankta tanışmıştık. Günler ne de çabuk geçiyor. SALİH – O gün bütün parkı dolaşmıştım. Bir tane bile boş bank yoktu. Sadece güzel bir bayan bu bankta tek başına oturuyordu. (Esma biraz daha keyiflenir.) İzin isteyip o bayanın yanına oturmuştum. Ben gazete okumaya başladım. O ise dergi okuyordu. ESMA – (Süzülerek.) Peki, o güzel bayanın üzerinde o gün ne vardı. SALİH – O güzel bayanın yani senin üzerinde kırmızı bir elbise vardı o gün. Saçın bir kumsal kadar sakindi. Ve pembe bir ayakkabı vardı ayaklarında. Peki, sen benim üzerimdekileri hatırlıyor musun? ESMA – (Numara yapar.) Senin üstünde… Sanırım… SALİH – (Çocukça.) Hatırlamadın mı yoksa? ESMA – Hatırlamaz olur muyum hiç! Senin üzerinde krem kumaş pantolon, krem ayakkabılar, krem ile kahverengi arası bir gömlek vardı ve sen gazete okumaya sondan başlamıştın. SALİH – Sen de derginin burçlar sayfasını okuyordun. ESMA – Evet… Seni seviyorum… SALİH – Ben de seni seviyorum. Hadi biraz dolaşalım. Sonra yine geliriz buraya. ESMA – Tamam. Dediğin gibi olsun. Esma ile Salih birbirlerine sarılarak sahneden çıkarlar. Vedat ile Süheyla`nın sesleri duyulmaya başlar. SÜHEYLA – Şimdiye kadar söylediklerinin hiçbirisi beni sevdiğini ispatlamana yetmiyor. VEDAT – Seni sevdiğimi şöyle ispatlasam… SÜHEYLA – Son şansın ona göre! VEDAT – O gün hafta sonu sabahını gazete okuyarak parkta geçirmek istemiştim. Parka geldiğimde bütün bankların dolu olduğunu gördüm. Sadece güzel bir bayanın yanı boştu. İzin isteyip yanına oturdum. İzin verirken kafasını okuduğu dergiden kaldırarak bana bakışı çok hoşuma gitmişti. Üzerinde ise kırmızı bir elbise, pembe ayakkabılar vardı ve saçları bir kumsal kadar sakindi. SÜHEYLA – (Heyecanlı.) Aynı gün olmalı. Bu parkın bu bankında tek başıma oturmuş dergi okuyordum. VEDAT – (Lafa atılır ve lafı düzeltircesine.) Derginin burç sayfasını… SÜHEYLA – Biraz sabret. Havayı bozma. Evet. Derginin burç sayfasını okuyordum. Bana doğru bir beyefendi yaklaştı. Üzerinde kreme çalan kahverengi bir gömlek, krem kumaş pantolon ve açık krem rengi ayakkabı vardı. Benden izin isteyip yanıma oturdu. Gazetesini açıp okumaya başladı. VEDAT – (Sessizlik.) Bir ayrıntıyı unutmadın mı? SÜHEYLA – (Düşünür.) Evet. Gazetesini okumaya sondan başlamıştı. VEDAT – Seni seviyorum. SÜHEYLA – Ben de seni seviyorum. (Sessizlik.) Benim için bir şey yapar mısın? VEDAT – Yaparım tabi. SÜHEYLA – Çok güzel… Bu evden taşınabilir miyiz? VEDAT – (Şaşkın.) Niye? O eve taşınalı daha bir ay oldu. Hatta biz evleneli bir ay oldu. Şakanın dozunu kaçırıyorsun! SÜHEYLA – Ben çok ciddiyim. VEDAT – Ben de çok ciddiyim. Bu sefer beni ikna edemezsin. SÜHEYLA – Ama aşkım… VEDAT – Beni aşkım, cicim laflarıyla kandıramazsın! SÜHEYLA – Lütfen, taşınmamız lazım. VEDAT – Taşınmamızı gerektiren bir şey yok ki. SÜHEYLA – (Vedat`ın boynuna sarılır.) Lütfen taşınalım. VEDAT – Taşınalım tamam. Madem sen istiyorsun. SÜHEYLA – İşte bu kadar aşkım. VEDAT – Ne zaman taşınalım? Hemen bugün mü, yoksa yarına kadar sabredebilir misin? SÜHEYLA – Bir hafta içinde taşınsak da olur. Acele etmemize gerek yok. VEDAT – Sen ciddi olamazsın! SÜHEYLA – Çok ciddiyim. Bir hafta içinde olmasının benim için bir sakıncası yok. VEDAT – Teşekkür ederim aceleci olmadığın için. Ama ben bu konuda hiç ciddi değildim. SÜHEYLA – (Anlamazlıktan gelir.) Hangi konuda? VEDAT – Bir hafta konusunda değil tabi ki, taşınma konusunda. SÜHEYLA – Niye taşınmak istemiyorsun? Evet… Sen niye taşınmak isteyesin ki annenler üst katta oturuyor. VEDAT – Sen niye taşınmak istiyorsun peki? Ha… Evet… Benim annemler üst katımızda oturuyorlar ve sen onların bize yakın olmasını istemiyorsun. SÜHEYLA – Böyle bir şey söz konusu olamaz. Sadece ben kendi aileme biraz daha yakın olmak istiyorum. VEDAT – Peki bu nasıl olacak? SÜHEYLA – Taşınarak! VEDAT – Biz taşınmasak da annenler bize yakın bir yere taşınsalar. SÜHEYLA – Böyle bir şeyin olamayacağını sen de biliyorsun. VEDAT – Bizim taşınma gibi bir eylemi gerçekleştirmeyeceğimizi senin bildiğin gibi değil mi hayatım! SÜHEYLA – İşi yokuşa sürme! VEDAT – İstersen yokuştan aşağıya bırakalım, biz annenlere taşınalım. SÜHEYLA – Bu daha güzel bir fikir aslında. (Düşünür ama olmayacağını kavrar.) Ama senin ailen senin iç güveysi olmanı istemeyebilirler. VEDAT – Tamam ben böyle bir işe kalkıştım diyelim. Peki, ben senden bize taşınmamızı isteseydim, sen kabul eder miydin? SÜHEYLA – (Birden.) Hayır… Kesinlikle böyle bir şey gerçekleşemez. VEDAT – Gördün mü? SÜHEYLA – Neyi? VEDAT – Kediyi… Neyi olacak? Senin bizim eve taşınmama fikrini ve bunun yanında benim sizin eve taşınmama isteğimi. SÜHEYLA – Yani ben size taşınma işlemine sıcak baksam sen de bize taşınmaya mı sıcak bakacaksın. VEDAT – Sadece bakmak kâfi. SÜHEYLA – (Sessizlik.) Ama ben bu evi sevmiyorum. VEDAT – Bunun benim ailemle bir ilgisi olabilir mi? SÜHEYLA – Ne alakası var? VEDAT – Ya da şöyle sorayım: bunun benim ailemin bizim evin üst katında oturmaları ile bir ilgisi olabilir mi? SÜHEYLA – Olabilir! VEDAT – Bu kadar kesin ve direkt mi? SÜHEYLA – Evet. VEDAT – Durum bundan ibaretse… SÜHEYLA – (Sözünü keser.) Bundan ibaretse? VEDAT – (Çaresiz.) Taşınalım. SÜHEYLA – Yaşasın! VEDAT – (Birden aklına gelir.) Ama bir şartla. SÜHEYLA – Şartın ne olursa olsun kabulümdür. VEDAT – Bir şey söyleyeceğim kızmayacaksın. SÜHEYLA – Tamam kızmayacağım. Söyle hadi şartını. VEDAT – Hayır, hayır. Beni yanlış anladın. Şartım kızmaman. SÜHEYLA – Yani şimdi söyleyecek olduğuna kızmazsam mı taşınacağız? VEDAT – Evet. SÜHEYLA – Tamam. Kızmayacağım. Söyle hadi. VEDAT – Ya kızarsan? SÜHEYLA – (Umurunda değil bir tavırla.) Aman… Dert ettiğin şeye bak. Sen taşınmak istedikten sonra ben hiçbir şeye kızmam. VEDAT – Tamam o zaman söylüyorum. (Sessizlik.) şimdiye kadar söylediklerimin hepsi şakaydı. SÜHEYLA – (Sinirlenir.) Ne… Ne… Ne dedin sen? Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ne dediğinin farkında mısın? VEDAT – (Gayet memnun.) Kaybettin. SÜHEYLA – Neyi kaybettim? VEDAT – Ben seni denemek için söylemiştim bu lafı. Sen de kızdığına göre taşınmayacağız demektir. SÜHEYLA – (Kızgın.) Parçalarım seni. Bu ne biçim oyun? VEDAT – E… Ben bir şartım var dedim. Sen de kabul ettin. Ben şartımı söyledim. Sen sözünde durmadın. Benim yapabileceğim bir şey yok. Taşınmıyoruz. SÜHEYLA – (İnatçı.) Taşınıyoruz. VEDAT – Taşınmıyoruz. SÜHEYLA – Ta-şı-nı-yo-ruz. VEDAT – Ta-şın-mı-yo-ruz. SÜHEYLA – (Bağırarak.) Taşınıyoruz dedim. İşte o kadar. VEDAT – (Korkar ve bağırır.) Tamam, taşınıyoruz dedim. Niye bağırıyorsun? SÜHEYLA – Ben hak edene bağırırım. Sen de hak etmiştin. VEDAT – (Düşünür.) Ama hep senin dediğin oluyor. SÜHEYLA –Ne demek hep benim dediğim oluyor? VEDAT – Elbette. Ne zaman tartışsak sonunda senin dediğinde karar kılıyoruz. SÜHEYLA – Haklısın. (Birden.) Bana bundan böyle bu gibi söylemlerde bulunma! VEDAT – Tamam bi`tanem. Senin dediğin gibi olsun. Kızma hemen. SÜHEYLA – Ben kızarım. Ben hak edene kızarım. Sen de hak etmiştin. VEDAT – (Sessizlik.) Bu sefer gerçekten bir şartım var ama. SÜHEYLA – Bir kere daha saçmala bakalım. İzin verdim. VEDAT – Taşınacağımız ev ne benim annemlere ne de senin annenlere yakın olsun. Tam ortasında bir ev olsun. SÜHEYLA – Merak etme. Tam ortada bildiğim boş bir ev var. Oraya taşınalım istiyorum zaten. VEDAT – Tamam o zaman. (Düşünür.) Yalnız ben annemlere nasıl anlatacağım bunu? SÜHEYLA – O da senin sorunu. Bilemem valla. VEDAT – Biz evli değil miyiz? SÜHEYLA – Evet evliyiz. Ne olmuş evliysek? VEDAT – Peki ben yalnız mı taşınacağım evden? SÜHEYLA – Hayır. VEDAT – Niye o zaman sadece benim sorunum oluyormuş bu? SÜHEYLA – Ben öyle oysun istediğim için. VEDAT – Peki… Ben hallederim. SÜHEYLA – Halledeceksin tabi ki. VEDAT – Ev nerede tam olarak. SÜHEYLA - Tam ikisinin ortası dedim ya. VEDAT – İşte ben de tam o arayı soruyorum sana. SÜHEYLA – Biz şu an senin ailenin alt katında oturmuyor muyuz? Benim ailemde dört sokak ötede oturmuyor mu? İşte tam ikisinin arası bir yer bulduk annemle. VEDAT – Tamam anladım. Benim kafama takılan o evin hangi ev olduğu. SÜHEYLA – Görünce çok beğeneceksin. VEDAT – Nerede o ev? SÜHEYLA – A… Aceleci davranma aşkım. VEDAT – Gene yağ yapmaya başladın. Bu işin sonu hayırlı değil. SÜHEYLA – Hayırlı, hayırlı. Sen hiç merak etme. Yalnız benim bulduğum evi koşulsuz kabul edeceğine söz ver. VEDAT – Ne zaman taşınıyoruz? SÜHEYLA – Kabul ettin yani? VEDAT – Daha evin yerini bile bilmiyorum ama başka seçeneğim var mı? SÜHEYLA – Başka seçeneğin yok tabi ama hiç pişman olmayacaksın. Yarın pazar. Eski evde bir pazar sabahı geçirelim. Önümüzdeki hafta taşınırız. VEDAT – Yine dediğin gibi olsun. (Bıkkın.) Hep dediğin gibi olsun. SÜHEYLA – Seni seviyorum canım. VEDAT – (Gönülsüz.) Ben de seni. SÜHEYLA – (Sevinçli.) Bak evimiz çok geniş ve güzel. VEDAT – Nasıl buldun? SÜHEYLA – Annem buldu. VEDAT – Yine senin annen. SÜHEYLA – Bir sorun mu var? VEDAT – (Lafı değiştirir.) Yarın ev sahibiyle görüşelim madem. Bakalım anlaşabilecek miyiz? SÜHEYLA – Görüşmene gerek yok bi`tanem. VEDAT – O niye? SÜHEYLA – Çünkü ben görüştüm. (Çantasından bir anahtar çıkarır.) Anlaştım. (Anahtarı sallar.) Anahtarı bile teslim aldım. VEDAT – (Üzgün ve kırgın.) Ev nerede onu benden saklama bari. SÜHEYLA – Sıkı dur söylüyorum. VEDAT – (Sessizlik.) Söyle hadi. Ne olacaksa olsun. Ben hazırım. SÜHEYLA – Annemlerin üst katı. KARARMA I. BÖLÜM – II. SAHNE Ertesi sabah. Pazar sabahı. Dekor aynı. Bankta Gülşen oturmaktadır. Elinde bir dergi vardır. Üzerinde kırmızı elbise, pembe ayakkabılar vardır. Gülşen bankta otururken parka Esma ile Salih gelirler. Bankın dolu olduğunu görüp sinirlenirler. ESMA – Yine dünkü gibi yapma Allah aşkına. SALİH – Dün ben ne yaptım sorması ayıp? ESMA – Bu bank dolu diye düğün tarihini kararlaştırmadın. SALİH – Ama bu bankta kararlaştırmak istiyorum. ESMA – Haklısın galiba üstüne çok geldim senin. Daha fazla beklemeyelim. Baksana yeni gelmişe benziyor. Öğleden sonra gelelim istersen. SALİH – (Esma`ya sarılır.) Tamam hayatım. Sahneye boş bir bank arayışında olan Osman gelir. Üzerinde açık kahverengi bir gömlek, krem kumaş pantolon ve koyu gri ayakkabı vardır. Elinde bir de gazetesi. Gülşen`in yanın boş görünce oturmak için oraya yönelir. OSMAN – (Gülşen`e) Affedersiniz Hanımefendi. Oturabilir miyim? GÜLŞEN – Tabi… Neden olmasın? OSMAN – Teşekkür ederim. (Oturur. Bir süre Gülşen`i izledikten sonra gazetesini sondan okumaya başlar. Arada Gülşen`e bakmayı ihmal etmez.) GÜLŞEN – (Dergisini okumaktadır ama gözü ile Osman`ı da kontrol etmektedir.) Gazete okumaya hep sondan mı başlarsınız? OSMAN – (Gazetenin son sayfasını okuduğunu fark eder.) Gerçekten de öyle olmuş. Aslında hiç huyum değildir. GÜLŞEN – Bana açıklama yapmak zorunda değilsiniz. OSMAN – Niye sordunuz öyleyse? GÜLŞEN – Bilmem. (Sessizlik.) Peki, neden sondan başladınız? OSMAN – Bilmem. Belki de yanımda oturan güzel bir bayandan etkilenmişimdir. Olamaz mı? GÜLŞEN – Olabilir. OSMAN – (Bir süre sessizlikten sonra kafasını Gülşen`in dergisine uzatır.) Demek astroloji ile ilgileniyorsunuz? GÜLŞEN – Tam sayılmaz. Fala inanma falsız da kalma diyenlerdenim. OSMAN – Affedersiniz Efendim ama isminizi lütfeder misiniz? GÜLŞEN – (Sevinçli ve memnun.) Gülşen. OSMAN – Hep şen olduğunuz için sürekli gülüyorsunuz yani. GÜLŞEN – Evet. Ya sizinki? OSMAN – (İsminden memnun değildir.) Osman. GÜLŞEN – Korkarım ben sizin adınızla ilgili bir yorumda bulunamayacağım. OSMAN – Olsun. Bu muhabbet edemeyeceğimiz anlamına gelmez. GÜLŞEN – (Dergisini kapatır.) Buyurun öyleyse. OSMAN – (Sessizlik. Bir konu bulamamıştır.) Kedileri sever misiniz? Ben çok severim. GÜLŞEN – Kedilerden hiç haz almam. OSMAN – (Birden.) Aslına bakarsanız ben de hiç sevmem kedileri. Tüylü yaratıklar. İnsanlar kedileri neden severler ki hiç anlam veremem buna. GÜLŞEN – (Hafif bir gülümseme ve sessizlik.) Muhabbetimiz tıkandı galiba. OSMAN – Şu bir gerçek ki… GÜLŞEN – (Lafını keser.) Neymiş gerçek olan. OSMAN – Muhabbeti tıklayan taraf muhabbet daha fazla tıkanmasın diye muhabbet tıkandı der GÜLŞEN – Şimdi lafı tıkayan ben mi oldum? Onu mu ima ediyorsunuz? OSMAN – Yok tam olarak öyle söylenemez açıkçası. Yani ortak bir konumuz olmadığı için muhabbetimiz tükeniyor. GÜLŞEN – Ortak konuyu ben mi bulacağım muhabbetin gidişatı için. Hiç tanımadığım bir adam için muhabbet konusu bulacağım ha. OSMAN – Bu muhabbet konusu müebbete kadar gider. En iyisi kapatalım. GÜLŞEN – Siz bulun bir konu o zaman. Ama kediler gibi olmasın. OSMAN – Tabii ki de efendim. (Düşünür.) GÜLŞEN – (Sessizlik.) Bulamadınız mı Orhan Bey? OSMAN – (Sinirli bir halde.) Bulamadım Şengül Hanım. GÜLŞEN – Benim adım Gülşen, Şengül değil! OSMAN – Benim ki de Osman, Orhan değil! GÜLŞEN - Ne fark eder? OSMAN – Çok şey fark eder. Düşünün bir kere. Kazara sizinle evlenmişim. GÜLŞEN – Nereden çıktı şimdi bu samimiyet? Daha tanışalı on dakika bile olmadı. OSMAN – (Alaycı.) Siz benimle gerçekten evlenmek istiyorsunuz herhalde. Duymadıysanız bir daha söyleyeyim. Kazara evlenirsek diyorum. GÜLŞEN – E… Ne olmuş evlendiysek? OSMAN – Sabredin biraz Hanımefendi. GÜLŞEN – Sabredeceğim ama bu iş sadece şaka mahiyetinde olduğu için. OSMAN – Yoksa bir ara gerçekten evlenebilecek tipler olduğumuzu mu düşündünüz? GÜLŞEN – Yo… Hayır. Böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Şaka dışında tabii ki. OSMAN – Tamam. Sizinle evlendik diyelim. GÜLŞEN - Tamam. Evlendik diyelim. OSMAN – Gece yatıyoruz ve ben rüyamda sizi görüyorum. Sayıklamaya başlıyorum. İsminizi de Gülşen yerine Şengül diye sayıkladım diyelim. Gerçekten evli olsak kavga çıkarmaz mısınız Şengül de kim diye? GÜLŞEN – Haklısınız. OSMAN – Haklıyım tabii. Bu konu sizin Orhan diye sayıklamanız için de geçerli. GÜLŞEN – Tamam Osman Bey kapatalım bu konuyu. Böyle konuları konuşmaktansa muhabbetimiz kapansın daha iyi. OSMAN – (Sessizlik. Gülşen’e bakar ama Gülşen dergisine dalmıştır.) Saçlarınız… GÜLŞEN – Ne olmuş saçlarıma? OSMAN – Saçlarınız bir kumsal kadar sakin ve güzel. GÜLŞEN – (Dergiyi kapatır. Mutlu olmuştur.) Teşekkür ederim. OSMAN – Benden nefret ettiniz değil mi? GÜLŞEN – Hayır. Sizden nefret etmemi gerektirecek bir şey olmadı. OSMAN – Keşke olsaydı. Keşke tanıştığımız anda nefret etmenizi gerektirecek bir şey yapsaydım. GÜLŞEN – O niye? OSMAN – Her büyük aşk nefretle başlamıştır da ondan. GÜLŞEN – (Utanır. Ama küçük bir gülümseme.) OSMAN – Bana yanınıza oturma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. GÜLŞEN – (Sessizlik.) E… OSMAN – Ne e… si? GÜLŞEN – E… işte. OSMAN – Muhabbet tıkandı yine herhalde. Ben şimdi açarım o muhabbeti. Erkek arkadaşınız var mı? GÜLŞEN – Yok. OSMAN – Benim de yok. GÜLŞEN – Anlamadım! OSMAN – Yani, benim de kız arkadaşım yok demek istiyorum. Bunda anlaşılamayacak bir şey yok. GÜLŞEN – Bir an korktum sadece. OSMAN – Neden korktunuz? GÜLŞEN – Erkeklerle ilgilenen biri olmanızdan. OSMAN – Korkmanızı gerektirecek bir durum yok ortada. GÜLŞEN – İyi o zaman. (Kendi kendine konuşur.) Sağlıklı bir ilişki olabilecek yani. OSMAN – (Duymuştur ancak bir kez daha Gülşen`in ağzından duymak ister.) Bir şey mi dediniz? GÜLŞEN – Yo… Hayır. Sadece bu sabahın diğer sabahlardan ayrı olduğunu düşündüm sesli bir şekilde. OSMAN – Niye peki? GÜLŞEN – (Memnun bir şekilde) Sizinle tanıştım çünkü. OSMAN – Teşekkür ederim. GÜLŞEN – (Sessizlik.) Kahvaltı yaptınız mı? OSMAN – Hayır, yapmadım. Sizinle yaparım diye düşündüm. GÜLŞEN – Nasıl? OSMAN – Sanki bu sabah sizinle buluşacağım içime doğdu. O yüzden kahvaltı yapmadım. Zaten bazı sabahlar kahvaltı yapmayı bile unuturum. GÜLŞEN – Bu çok kötü. Unutmanız için çok çalışıyor olmanız gerekiyor. OSMAN – Evet. Bazen hattinden fazla çalışıyorum. GÜLŞEN – Birinci planda çok kalıyorsunuz yani. OSMAN – Birinci plana tamamen yerleştim artık. GÜLŞEN – Kendini fazla yorma. İnsanlar her zaman birinci planda olmamalı, bazen de ikinci planda olmalı ki çevresi onsuz ne yapıyor – daha doğrusu ne yapamıyor – anlasın. Yanılıyor muyum? OSMAN – Haklısın. (Sessizlik.) Aman… Boş ver. Planlar bizi bozar. GÜLŞEN – Tamam. Dediğin gibi olsun. Kahvaltı yapmaya gidecek miyiz? OSMAN – Gidelim. Yakında bir pastane var istersen oraya gidebiliriz. GÜLŞEN – Ben orayı sevmiyorum. İnsanlar ne garip, yüz verdin mi astar istemeye kalkıyorlar. OSMAN – Bana mı dedin? Tamam, öyleyse gideceğimiz yeri sen seç. GÜLŞEN – Seninle alakası yok. Bu tamamen o pastane ile ilgili. OSMAN – Sevindim. GÜLŞEN – Pastane ile sorunum olduğuna mı sevindin? OSMAN – Yo… Hayır... Onu demiyorum. Yani söylemiş olduğun sözün bana söylenmemiş olduğuna sevindim. Zaten bir insanın pastane ile ne sorunu olabilir ki? GÜLŞEN – Pastaneyle elbette sorunum yok. Benim sorunum pastane çalışanlarıyla. OSMAN – O zaman pastane seçimini bana bırakın. Arkadaşlarla gittiğimiz güzel bir pastane var. GÜLŞEN – Tamam. OSMAN – Yalnız buraya biraz uzak. GÜLŞEN – Ben yürümeyi severim. OSMAN – (Yürümekten hiç hoşlanmamaktadır.) Demek ki ikimiz de yürümeyi seviyoruz. GÜLŞEN – Bak baştan söyleyeyim pastanede vişne suyu yoksa geri dönerim ona göre. OSMAN – (Vişne suyundan nefret eder.) Ben de vişneyi çok severim. Ve oranın vişne suyunun tadını başka bir yerde asla bulamazsın. GÜLŞEN – Kalkalım mı? OSMAN – Kalkalım. (Kalkarlar.) Osman kalktıktan sonra Gülşen de kalkar. Sol taraftan çıkarlar. Bu kez sağ taraftan koşarak Salih gelir ve boş kalan bankın üzerine atar kendini. Arkasından Esma yürüyerek gelir ve Salih’in yanına oturur. ESMA – Salih, çocuk yapmaya gerek yok biliyor musun? SALİH – (Şaşkın.) O niye? ESMA – Zaten bir tane var ikinciye gerek yok diye diyorum. SALİH – Benden bir şey mi saklıyorsun sen? ESMA – Onu nereden çıkardın şimdi? Hiçbir şey saklamıyorum. SALİH – Çocuk konusu neden çıktı öyleyse? ESMA – (İmalı.) Bir çocuğa daha gerek yok diyorum zaten bir tane var artık. SALİH – (Anlamsızca.) Sen hamile misin yoksa? ESMA – Ne hamileliği? Henüz evli bile değiliz! SALİH – Çocuk işi nereden çıktı öyleyse? Yoksa sen… ESMA – (Sözünü keser.) Bir çocuğa daha gerek yok! Yaptığın harekete baksana, resmen çocuklaştın. Zaten tıbben de bir çocuğun çocuğunun olması imkânsız. SALİH – (Rahatlar.) Şaka mıydı şimdi bu? ESMA – Evet. SALİH – Gülmem gerekiyor mu peki? ESMA – Sen bilirsin? SALİH – Ama her şakanın altında bir ciddiyet yatar hayatım. ESMA – Evet, her şakanın altında bir ciddiyet yatar. Öyle de olmadı mı zaten? SALİH – Neden bahsettiğini anlayamadım. ESMA – Neden bahsettiği mi biraz düşünsen bulursun. (Düşünmesi için süre verir.) Bulamadın değil mi? Bulsan şaşardım zaten. SALİH – Bulamadım, ne yapayım? ESMA – Hatırlasana tanıştığımız günü. Aramızda bu konuda bir konuşma geçmişti. SALİH – (Hatırlamıştır ancak Esma’nın anlatmasını istediği için belli etmez.) Hatırlayamadım kusura bakma. ESMA – Ben sana yanlışlıkla Halis demiştim, sen de bana yanlışlıkla Esra demiştin ve bizim bu konuşmamızdan bir evlilik oyunu çıkmıştı. Demek ki her şakanın altında bir ciddiyet yatıyor olmalı ki şimdi bu bankta düğün tarihimizi kararlaştırmak için oturuyoruz. SALİH – Bak şimdi! Bizi lafa tuttun düğün işini unuttuk. Hep senin yüzünden! ESMA – (Kızar.) Şimdi suçlu ben oldum öyle mi? SALİH – Elbette. Kaç gündür bu bankı boş bulabilmek için neler çekiyoruz. Bilmiyormuş gibi konuşma. ESMA – Sen de ille de bu bank diye tutturmasaydın şimdi belki de düğün alış verişi yapıyor ya da davetiyelerimizi seçiyor olacaktık. Yanılıyor muyum? Ama sen başka bir yer yokmuş gibi burayı tercih ediyorsun. SALİH – Ben mi tutturdum illa bu bank olacak diye. A-a… Balık hafızası var sende. ESMA – Evet balık hafızası var ben de Halisçiğim. SALİH – Halis değil hayatım. Salih, Salih… Yani evlenmek üzere olduğun adam. ESMA – Ne fark eder? Ha Halis, ha Salih. İkisinde de aynı harfler var. SALİH – Ne demek ne fark eder. Sen kendinde misin Esra? ESMA – Esma! SALİH – Ne oldu canım? ESMA – Yani benim adım Esma. SALİH – Ya… Gördün mü nasıl oluyormuş? ESMA – Bu konu uzar. SALİH – Hatalı olduğunu anladın konuyu kapatmaya çalışıyorsun. ESMA – (Hatalı olduğunu anlamıştır ancak altta kalmak istemez.) Öyle değil canım. SALİH – Peki şöyle anlatayım. Biz evlenmişiz. Yani düğün tarihini kararlaştırabilmişiz nihayet. Gece rüyamda ben seni görüyorum ancak Esma diye sayıklayacağım yerde yanlışlıkla Esra diye sayıklıyorum. Ne olur? ESMA – O dakika kafanda büyük bir acı hissedersin çünkü o dakika kafanı kırarım. SALİH – Bu konu senin Halis diye sayıklamanla da aynı sonuçları verir, unutma. ESMA – Haklısın galiba. SALİH – Galibası yok. ESMA – Haklısın. (Sessizlik.) Tanıştığımız gün de aramızda böyle bir konuşma geçmişti. SALİH – Hatırlıyorum elbette ama benim hatırlamak istediğim başka konular da var. Mesela düğün tarihimiz. ESMA – Ben düğünü bir an önce yapalım derim. SALİH – Ben de bir an önce olsun bitsin istiyorum. ESMA – İki hafta sonra olsun mu? SALİH – Hazırlıkları yetiştirebilir miyiz? ESMA – Yetişir ya… Zaten çoğu şey hazır. SALİH – Pazar günü yapmayalım düğünü. Cumartesi yapalım ki gelen konuklar ertesi sabah erken kalkıp işe gitmek zorunda kalmasınlar. ESMA – Güzel bir düşünce tuttum bunu. SALİH – Bu düşünceyi tuttun de çoğu şey hazır diyorsun. Daha evi bile tutmadık. ESMA – Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş. Olur, gider sen kafana takma. SALİH – (Düşünür.) Aklıma çok parlak bir fikir geldi. ESMA – Ne geldi? Söyle çabuk. SALİH – Sabredersen söyleyeceğim. ESMA – Aklına bir şey gelebilmişken unutmadan söyle bari. SALİH – Çok kırıcısın ama ben bunu düğün stresine vererek seni dikkate almıyorum. ESMA – Sen beni biraz daha dikkate almazsan dikkate alınacak bir tarafın kalmayacak. SALİH – (Dikkate almayarak.) Aklıma gelen fikirle ev işini hallediyoruz. Ben bu akılla çok yaşamam valla. ESMA – Evet saçma bir fikirse seni yaşatmam. SALİH – (Heyecanlı.) Ev işini hallediyorum hayatım ama hemen itiraz etmeyeceksin. ESMA – Merak etme itiraz edebileceğim zaman da gelecek. Unutma evlenmeden önce bayan erkeğin sözünü dinler, evlendikten sonra erkek bayanın sözünü dinler. Bir müddet sonra ise komşular ses dinlemeye başlar. SALİH – İyi, şimdi sözüm dinleniyorken söyleyeyim o zaman. ESMA – Söyle de kurtul bakalım. SALİH – Sıkı dur söylüyorum hayatım. (Sessizlik.) Biz evleneceğiz değil mi? Hani senin sağın solun belli olmaz. ESMA – Şimdi solumla bir vururum, sağımı solumu öğrenmiş olursun. SALİH – Laf çok uzadı, söylüyorum. Söylüyorum… Söylüyorum… Söylüyorum… Söylemekten vazgeçtim, sen tahmin et. ESMA – Nereden bileyim canım bana ne söylemek istediğini. SALİH – Ben sana bir şey söylemeyeceğim. Sen oturacak olduğumuz evin nerede olduğunu tahmin edeceksin sadece. SALİH – (Tahmin etmiştir ve tahmin ettiğinin doğru olmasından korkmaktadır.) Benim düşündüğüm yer olmasın lütfen. SALİH – Evet. Düşündüğün yer. Annemlerin alt katı. KARARMA (Birinci Bölüm Sonu) II. BÖLÜM – I. SAHNE Bu bölümde de ışıklar yandığında seyirci bir müddet boş sahneyi izlemelidir. Bu sürenin sonunda Osman sağdan koşarak gelip kendini banka atar. Arkasından Gülşen gelip yanına oturur. Bu sahneyi seyirci hatırlayacaktır. Çünkü Osman’ın gelişi Salih’in birinci bölüm ikinci sahnedeki gelişiyle aynı olmalıdır. Hatta Gülşen ile aralarında başlayacak konuşmanın başı Salih ile Esma arasında geçen konuşma ile aynı olacaktır. GÜLŞEN – Osman, çocuk yapmaya gerek yok biliyor musun? OSMAN – (Şaşkın.) O niye? GÜLŞEN – Zaten bir tane var. İkinciye gerek yok diyorum. OSMAN – (Kızar.) Benden bir şeyler mi saklıyorsun sen? GÜLŞEN – Yo... Niye saklayayım ki? OSMAN – Çocuk konusu nereden çıktı öyleyse? GÜLŞEN – Bir çocuğa daha gerek yok diyorum. Zaten bir tane var artık. OSMAN – (Anlam veremez.) Sen hamile misin yoksa? GÜLŞEN – Ne hamileliği? Henüz evli değiliz! OSMAN – E... Çocuk nereden çıktı öyleyse? Yoksa sen... GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Bir çocuğa daha gerek yok diyorum. Çünkü sen çocuklaştın. Zaten tıbben de bir çocuğun çocuğunun olması imkânsız. Ha... Bak evlatlık almayı deneyebilirsin ama sanırım buna da izin vermiyorlar. Yani her taraftan önünü kapatıyorlar senin. OSMAN – (Rahatlar.) Şaka mıydı şimdi bu? GÜLŞEN – Evet. OSMAN – Gülmem gerekiyor mu? GÜLŞEN – Sen bilirsin. OSMAN – (Yerinden kalkar. Bankın önünde volta atmaya başlar.) Tabi ki ben bileceğim. GÜLŞEN – Ne yapıyorsun sen öyle? OSMAN – (Hemen olduğu yerde seyircilere döner. Elinde olta varmış gibi davranır. Oltayı seyircilere doğru sallar. Tıpkı balıkçı edasıyla.) Önce atıyordum, şimdi ise olta atıyorum. Bakarsın daha güzel espri yapan bir sevgili denk gelir oltaya. GÜLŞEN – (Kendinden emin.) Sana çocuklaştığını söylemiştim. Yanlış hatırlamıyorum değil mi? OSMAN – Doğru hatırlıyorsun. Bak hatırlamak istediklerinin nasıl da hatırlıyorsun? GÜLŞEN – Ne demek istiyorsun? OSMAN – (Oturur.) Şunu demek istiyorum bayan çokbilmiş. Biz buraya ne için gelmiştik. Hatırlarsan tabi! GÜLŞEN – Hatırlıyorum merak etme. Hatta seninle tanıştığımız dakikadan itibaren her şeyi hatırlıyorum. OSMAN – Mesela? GÜLŞEN – Mesela, tanıştığımız dakikada sen gazeteyi okumaya tersten başlamıştın. Mesela, o gün üzerindeki gömlek, Pantolon ve hatta ayakkabı rengin. Daha sayayım mı? OSMAN – Tamam, ikna oldum. Benim senden hatırlamanı istediğim tek bir şey var, o da bugün buraya neden geldiğimiz! GÜLŞEN – Onu da unutmadım merak etme. Sana ait her noktayı saniyesi saniyesi hatırlıyorum. Benim için o kadar önemlisin ki... OSMAN – Canım benim ya... Sen de benim için çok önemlisin. Kimse ayırmasın bizi. GÜLŞEN – Kim ayıracak bu saatten sonra. Baksana düğün tarihimizi kararlaştırmak için buradayız. OSMAN – Orası belli olmaz. Bakarsın baban cayar. Belli olmaz. Yok, arkadaşın oğluydu, yok lokalden oyun arkadaşıydı... Tutturur onlardan biriyle evlen diye. Güven olmaz kayın pedere. Hem sen de hatırlamışken buraya gelme nedenimizi hadi artık kararlaştıralım. Nerede yapmak istersin düğünü bebeğim? GÜLŞEN – Düğün salonunda elbette hayatım. OSMAN – Elbette düğün salonunda yapacağız. Ama hangisinde yapalım? GÜLŞEN – Düğünü oğlan tarafı yapar. Bu yüzden seçimi sizlere bırakıyorum. Biz nişanı yaparken nerede yapalım diye sorduk mu size? Tuttuk bir yer ve size şurada yapıyoruz dedik. OSMAN – Tamam. Düğün salonu işini düğünü oğlan tarafı yapıyor diye bize bırakıyorsanız düğün tarihini de bize bırakıyorsunuz demektir. GÜLŞEN – Ama size bırakıyor olmamız benim bu konu üzerinde fikirlerimin alınmayacağı anlamına gelmez. OSMAN – Elbette. (Sessizlik.) Gülşen. GÜLŞEN – Efendim. OSMAN – Çocuğumuz sence kız mı olacak erkek mi? GÜLŞEN – Sağlıklı, güzel bahtlı olsun da nasıl olursa olsun. OSMAN – Ben bir kızım olsun istiyorum. GÜLŞEN – Vay... Gözlerim yaşardı. OSMAN – O niye? GÜLŞEN – Senin, “Erkek adamın erkek çocuğu olur.” diyen sabit fikirliler arasında olmaman gözlerimi yaşarttı. OSMAN – Haklısın, cinsiyeti hiç önemli değil. GÜLŞEN – Bak aklıma ne geldi? Uzat elini. (Osman elini uzatırken Gülşen'de boynundaki kolyeyi çıkarır ve Osman'ın avucunun içine doğru ucundan tutarak bekler.) Cinsiyet falı bakacağız. Başlıyoruz. (Kolyeye bakarlar.) Senin birinci çocuğun erkek olacak. (Tekrar kolyeye bakar.) İkincisi de erkek olacak. (Kolyeye bakmaya devam eder. Kolyenin sallanması durmuştur.) Devamı yok. İki tane erkek çocuğun olacak inşallah. OSMAN – Doğru mu bu peki? GÜLŞEN – Fala inanma falsız da kalma. Ben ilişkiye başladığımız aylarda bir kahve falına baktırmıştım. Seninle ilgili çok güzel şeyler söylemişti. Bir bir gerçekleşiyor. İnşallah böylece devam eder. OSMAN – Hadi seninkine de bakalım. GÜLŞEN – Olmaz! OSMAN – Niye ki? GÜLŞEN – Ya benim çocuk cinsiyetlerim farklı çıkarsa. O zaman ikimizin de içine kurt düşer. OSMAN – Bir şey olmaz. Biz birbirimize yazılmışız zaten. Bu yazıyı küçücük bir fal mı değiştirecek? GÜLŞEN – Tamam. Al bakalım kolyeyi o zaman. OSMAN – Hazır mısın? GÜLŞEN – Evet. OSMAN – (Kolyeye bakar.) Gözümüz aydın, birincisi erkek. (Tekrar kolyeye bakar.) Yaşasın ikincisi de erkek. Ama daha sonuca ulaşmadık. (Kolyeye yine bakar.) İşte güzel haber senin de sadece iki tane erkek çocuğun olacak. Canım benim. (Sarılırlar.) GÜLŞEN – Bu çok güzel. Artık gönül rahatlığıyla evlenebilirim seninle. OSMAN – Ne alakası var ya? Falla belli olur mu bu işler? Seninki de akıllı işi değil yani. GÜLŞEN – A-a... Durup dururken akılsız diyorsun bana farkındaysan. Özür dile çabuk benden OSMAN – Özür di... GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Özür dileme. Sanki özür dileyince bana söylediğin laf geri mi dönecek. İstemem özrün sende kalsın. OSMAN – Hayatım öyle demek istemediğimi biliyorsun. İşi yokuşa sürme lütfen. Senin yanındayken konuşacağım lafları bulamıyorum. GÜLŞEN – Niye böyle yapıyorsun? Sanki konuşacak bir konuşacak başka konu kalmamış gibi sürekli lafları seçememenden, benim karşımda dilinin tutulmasından bahsediyorsun. Sen erkeksin ya, erkek gibi davran biraz! Bu çok sinir bozucu bir durum. OSMAN – Tamam Hayatım kızma hemen. Senin yanındayken, senin hak ve özgürlüklerine saygı duymaya çalışıyorum. GÜLŞEN – Ama kendi hak ve özgürlüklerini bir kenara atıyorsun. Ben senden bunu istemiyorum. Bu ilişkide ikimiz de eşit olmalıyız. OSMAN – Tamam, sen kaşındın. Bundan sonra sert bir erkek var karşında. Bundan böyle benim kurallarım geçerli bu ilişkide. GÜLŞEN – Saçmalama lütfen. Sana höyt desem ödün kopar yahu. OSMAN – Ama Hay... GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Yeter. Hak ve özgürlüklerden bahsedip durma artık. Sen benim siyaset damarımın kabarmasını istiyorsun şua an. Yani ben siyasetten konuşmaya başladığımda beni galyana getirecek ve düğün konusunda bütün isteklerini bana kabul ettireceksin. Yoksa yanılıyor muyum? OSMAN – (Daha da ateşlendirmek için alkışlar.) Bravo, bravo... Aynı bir politikacı gibi konuştun. Sen milletvekili olacak kadınsın. GÜLŞEN – İyi o zaman, sen bir parti kur. Ben de o partiden milletvekili adayı olayım. OSMAN – Tabi haya... GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Hemen o koca çeneni kapamazsan dokunulmazlığımı kullanıp seni çarpabilirim. OSMAN – Ta... GÜLŞEN – (Sözünü keser.) Kapa çeneni dedim. Başka konu bulduğun zaman aç ağzını oldu mu? OSMAN – (Kafasını sallar. Bir süre sessizlikten sonra.) Hayatım... (Korka korka.) Mesela kedilerden konuşabiliriz. Yani evimizde kaç kedi besleyeceğimizi tartışabiliriz. GÜLŞEN – (Sinirlenmiştir ve birden patlar.) Benim kedilerden nefret ettiğimi bile bile bu konuyu açman gerekiyor muydu? Hemen konuyu değiştirsen iyi olur. Zira milletvekili dokunulmazlığı hala kaldırılmadı. OSMAN – Aman taktın sen de milletvekillerine. Boş ver. İsteyen istediğini yapsın. İsteyen kaza yapan oğlu yerine kendini koyup dokunulmazlıktan yararlansın, isteyen de akrabaları için yeni yürütmeler tasarlasın bundan bana ne. (Gülşen burada seyircilere doğru gelir. Osman'ın olta atmasını taklit ederek seyircilere doğru hayali olta sallar.) Asıl önemli olan bizim sevgimiz. Şimdi soruyorum sana hangi milletvekili bizim nikâh şahidimiz olmak ister. Ancak haksız yere barajın altında kalanlar. Baraj diye kastettiğim de bildiğin su barajları değil. Onlar zaten kurudu. Ben ülke geneli yüzde on barajından bahsediyorum. Şimdi bak mesela… (Gülşen'in yaptıklarını fark eder.) Hayatım, ne yapıyorsun? Ben barajlarda su kalmadı diyorum sen baraja olta sallar gibi hareketler yapıyorsun. GÜLŞEN – Ben barajda balık tutmak için sallamadım bu oltayı. Bakarsın parktan geçen aklı başında biri takılır da yeni bir sevgili bulmuş olurum kendime. OSMAN – Saçmaladığının farkında mısın? GÜLŞEN – Evet saçmalıyorum. Var mı diyeceğin. Dikkat et de o saçmalardan biri sana denk gelmesin. (Sessizlik.) Bak her şeyi unutalım. Farz et ki parka yeni gelmişiz ve düğün tarihimizi kararlaştırmak için konuşuyoruz. OSMAN – Yandık. GÜLŞEN – Benimle evlenmek bu kadar mı kötü? OSMAN – Ben onu demiyorum. Burada o kadar çok oturduk ki her tarafım ağrıdı artık. Bu kadar daha oturamam yani onun için yandık dedim. GÜLŞEN – Tamam öyleyse, eve gidelim orada konuşuruz. OSMAN – (Düşünür.) Ama her şeye ilk başladığımız yerde karar verelim istiyorum. Sanırım biraz daha dayanabilirim. GÜLŞEN – Ben her şeyi sana bıraktım. Bütün her şeyi. OSMAN – Bunun evlilik politikasıyla bir alakası olabilir mi? GÜLŞEN – Hangi evlilik politikasından bahsediyorsun? OSMAN – Evlenmeden önce bayan erkeğin sözünü dinler, evlendikten sonra erkek bayanın sözünü dinler. Bir müddet sonra da komşular ses dinlemeye başlar politikasından bahsediyorum bitanem. GÜLŞEN – (Kurnaz.) Orası belli olmaz işte. OSMAN – Madem her şeyi bana bırakıyorsun, oturacağımız evi de ben seçeceğim. GÜLŞEN – Yandık desene. OSMAN – Orası belli olmaz. Seçimi bana bırakmasaydın. Sonuçlarına katlanmak zorundasın. GÜLŞEN – E... Neresi olduğunu söyle de kulaklarıma inanamayayım bari. OSMAN – Sıkı dur, söylüyorum. (Gülşen elleriyle kulaklarını tıkar.) Annemlerin alt katı. KARARMA II. BÖLÜM – II. SAHNE Soldan Vedat ile Süheyla girer. Küs oldukları her hallerinden bellidir. Bu bölümde bankın önünden geçerken Süheyla oturur. Vedat yürümeye devam eder. VEDAT – (Süheyla'nın oturduğunu fark eder.) Küs olmamız yetmemiş. Şimdi de ayrı ayrı hareket etmeye başlamışız. SÜHEYLA – Geçen gün komşular da öyle dedi zaten. VEDAT – Sen bizim aile içi sorunlarımızı annenlere mi anlatıyorsun? SÜHEYLA – Annemler demedim, komşular dedim! VEDAT – Unuttuysan hatırlatayım. Yaklaşık iki ay önce senin zorunla senin annenlerin üst katına taşınmıştık. Bu durumda doğal olarak senin ailen aynı zamanda komşumuz oluyor. SÜHEYLA – Ben bizimkilere hiçbir şey söylemedim. Sanırım evlilik politikamız tıkır tıkır işliyor. VEDAT – Ne demek şimdi bu? SÜHEYLA – Politikanın bir müddet sonra komşular ses dinlemeye başlar maddesine kadar gelmişiz baksana. VEDAT – İnşallah politikaya bir madde daha eklenmiştir. SÜHEYLA – Hangi madde o? VEDAT – Oturabilir miyim? Yoruldum. SÜHEYLA – Otur bakalım. (Vedat oturur.) Sen zaten ne zaman enerjik oldun ki? Otursan yorulursun, konuşsan yorulursun... VEDAT – Konuşunca neyse de oturunca ne zaman yorulduğu mu hatırlatır mısın? SÜHEYLA – Memnuniyetle Vedat Bey. Hani düğün tarihini kararlaştırmak için bu parka gelmiştik bundan yaklaşık dört ay önce. Hatta bu banka oturmuştuk. Laf lafı açmıştı da tarihi kararlaştırmamız uzamıştı. Sen de otura otura yorulduğunu dile getirmiştin. Ha... Evlilik politikamızı da o gün koymuştuk. VEDAT – (İkna olmuştur.) Tamam. Bu konuda haklısın. Bakalım bana yorgun olduğum başka bir konu hatırlatabilecek misin? Oturarak yorulmak enerjik olmadığım anlamına gelmez değil mi? SÜHEYLA – (Hiç düşünmeden.) Elbette hatırlatayım kocacığım. Bizim hala niye bir çocuğumuz yok sanıyorsun sen? Hemen söyleyeyim. Senin her gece yordun olmandan. Evleneli dört ay oldu ama sen hala düğün yorgunluğunu atamadın üzerinden. Balayına gittik ama balayında balı seven ayılar gibi horul horul uyudun sürekli. Ve hala ben hangi akşam bizim ilk gecemiz olacak acaba diye bekleyip duruyorum. VEDAT – (Cevap veremez. Kızarır.) E... SÜHEYLA – Ah canım benim. Çıkmaza mı giriverdin birden bire. Tamam tamam, konuyu değiştiriyorum hemen. Ama biraz daha böyle devam ederse konuyla beraber seni de değiştirmem gerekecek. E... Söyle bakalım neymiş politikamızın son eklenen maddesi? VEDAT – Gerçi son maddeyi söylemeye gerek kalmadı. Sen bir çırpıda özetleyiverdin az evvel. SÜHEYLA – Neymiş söyle bakalım hemen. VEDAT – “İnşallah boşanma davasını kadın açar.” maddesi. SÜHEYLA – (Şaşırır.) Daha evleneli ne kadar oldu ki hemen boşanmak istiyorsun? VEDAT – Az önce sen bahsettin beni değiştirmekten. SÜHEYLA – Ben ilk gece konusunda yorgun olursan değiştireceğimi söyledim. VEDAT – İki ay önce benimle konuşacak laf bulamıyordun şimdi çok rahat söylüyorsun her şeyi. Bak çocuk meselesinin tek uçlusunun ben olduğumu bir çırpıda söyleyiverdin. SÜHEYLA – Ama bu konuda nedense ben hiç yorgun olmuyorum. VEDAT – Zaten ben de buna anlam veremiyorum. Bir tek bu konuda sen hiç yorgun olmuyor musun? SÜHEYLA – Ben de hep kendi kendime düşünüp duruyorum, bu adam başka yerler de mi yorulup geliyor acaba diye. VEDAT – Saçmalama! SÜHEYLA – Ben saçmalamıyorum. Asıl senin yaptıkların çok saçma. VEDAT – Evet. Kesin saçmalıyorsun. Kendinde değilsin. SÜHEYLA – Senin daha evlendiğimiz günden beri faaliyet göstermemiş olman saçma. Benim saçmaladığım falan yok. VEDAT – Süheyla Hanım! SÜHEYLA – Kırk yıllık karın şimdi Süheyla Hanım oldu öyle mi? Yazıklar olsun sana. VEDAT – Birincisi biz evleneli kırk yıl olmadı. İkincisi ben boşanmak istediğim birine “Hanım Efendi” dememin daha uygun olduğunu düşünüyorum. SÜHEYLA – Benim boşanma gibi bir kararım yok. VEDAT – Ama benim var! SÜHEYLA – Benim yok! Her ne şekilde olursa olsun ben boşanmayacağım! VEDAT – Ben boşanacağım... SÜHEYLA – Tamam o zaman boşanma davasını sen aç. Aç da gör bakalım dünyanın kaç bucak olduğunu. VEDAT – Daha beş dakika önce boşanma davasını kadın açar diye bir madde koymadık mı? SÜHEYLA – Dikkatini çekerim. Biz koymadık sen koydun o maddeyi. Yani ben o maddeye uymak zorunda değilim. VEDAT – Tamam, haklısın ben koydum. Ama yine de bu maddeye göre davayı senin açman gerekiyor. SÜHEYLA – Ben de bir madde koyuyorum öyleyse. Madde beş: “Kadın boşanma davasını adam eve yorgun gelmeye devam ederse açar.”. VEDAT – Bu yorgunluk konusunu kapatabilir miyiz lütfen? SÜHEYLA – Evlendiğimiz günden beri elli bin defa kapattığımız gibi mi? VEDAT – Evet, elli bin birinci de kapatalım lütfen. SÜHEYLA – Tamam, sen bilirsin. VEDAT – (Sessizlik.) Peki, biz bu noktaya nasıl gelebildik? SÜHEYLA – Mantıklı bir soru. VEDAT – Bu mantıklı soruya mantıklı bir cevabın vardır herhalde. SÜHEYLA – Var elbette. Şöyle bir hafızanı tazele bay mantı kafa. Ay yanlış söyledim mantıklı kafa. VEDAT – Kalbimi kırıyorsun bayan çokbilmiş. SÜHEYLA – Evliliğimizin ilk aylarında sen benimle konuşacak hiçbir şey bulamıyordun ve gereksiz yere konuşabilmek için kedileri bile rahatsız ediyordun. Bir de bu kedilerin rahatsızlığı yetmiyormuş gibi kediler aracılığıyla beni de rahatsız ediyordun. VEDAT – (Konuşmaz. Ortalıkta bir müddet sessizlik olur.) SÜHEYLA – Sanırım hala konuşacak bir şeyler bulamıyorsun. Konuşarak birlikte hoş vakit geçirebileceğimizi biliyor olmalısın hâlbuki. VEDAT – Bulmak istesem bulurdum ama sen uğrunda küçük parmağımı bile kıpırdatmaya değmeyecek birisin. SÜHEYLA – Hop... Kırıcı olmaya başladın herif. VEDAT – Evliliğimizin ilk aylarında da sen çok kırıcı davranıyordun bana karşı. Ne yapayım? Etme bulma dünyası işte. SÜHEYLA – Bir anlaşma yapalım seninle. VEDAT – Ben seninle anlaşma falan yapmam. Evlendik de ne oldu sanki. SÜHEYLA – Evliliği bu işe karıştırmasan olmaz sanki. VEDAT – Unutma evlilik de iki insan arasında yapılan anlaşmadır. SÜHEYLA – Çok güzel bir noktaya parmak bastın. VEDAT – Ben senin için küçük parmağımı bile oynatmam ama pekâlâ parmağım bir yerlere dokunmuş olabilir. Bu normaldir. SÜHEYLA – Kendini komik sanıyorsun fark ediyorsan. Senin de söylediğin gibi evlilik iki kişi arasında yapılan bir anlaşmadır. Ama nedense sen ve senin şu çokbilmiş annen bu antlaşmaya uymayarak evliliğimizi üç kişilik bir grup haline getirdi. VEDAT – Dört kişilik bir grup desek daha doğru olur sanırım. SÜHEYLA – Evliliğimizin dördüncü üyesi kimmiş bakalım? VEDAT – Kim olabilir baban elbette. SÜHEYLA – Utanmaz şey. O benim babam olduğu kadar senin de baban sayılır. VEDAT – O halde benim annem senin de annen olmuş oluyor. SÜHEYLA – (Lafı değiştirir.) Ama yukarıda Allah var senin baban bir günden bir güne evliliğimize karışmış değil. Bu yüzden onu çok seviyorum. VEDAT – Bu demek oluyor ki sen benim annemi sevmiyorsun. SÜHEYLA – Evet sevmiyorum. Hem her gelin, kaynanasını her kaynana da gelinini sevmez. VEDAT – Annem seni çok seviyor. Her halinden belli değil mi? SÜHEYLA – Evet. Görebiliyorum. Beni o kadar çok seviyor ki elinde bir kaşık ve içerisinde bulunan bir miktar su ile bütün gün arkamda önümde dolaşıyor. Hatta o kadar çok seviyor olmalı ki onu birkaç kez rujlu dudaklarıyla senin gömleklerinin yakalarını öperken yakaladım. VEDAT – Bu annemin evliliğimizin üçüncü şahsı olduğunu kanıtlamaz. SÜHEYLA – Hemen kanıtlıyorum. Ben sana en son hangi yemeği pişirdim? VEDAT – Iıı... SÜHEYLA – Hatırlamazsın elbette. Çünkü evlendiğimiz günden bu yana annen sürekli bizim eve yemek taşıyor. (Taklit ederek.) “Benim oğlum senin yemeklerini sevmez. Hem sen güzel yemek yapamazsın. Oğluşumun midesi bozulmasın.” diye diye. Hayır, bana da yedirse hiç sorun yapmayacağım. Ben kendi yiyeceğim yemekleri kendim yapmak zorunda kalıyorum ve beyefendi siz de bütün bunlara göz yumuyorsunuz. VEDAT – Bu durum senin babanın evliliğimizin dördüncüsü olduğu gerçeğini kapatmaz değil mi? SÜHEYLA – (Vedat'ın konudan konuya atlamasını ima ederek.) İşte evliliğimizin bir sorunu da bu. VEDAT – Sonunda farkına varabildiğine sevindim. SÜHEYLA – Ben başından beri farkındayım bunun. VEDAT – Madem farkındasın niye bir çözüm üretmiyorsun? Sonuçta senin baban. Ben müdahale edemem ki. SÜHEYLA – Sen neden bahsediyorsun kuzum? VEDAT – Babanın evliliğimizin dördüncü bireyi olduğundan. SÜHEYLA – Ama ben senin bir konuyu bitirmeden diğerine geçmenden bahsediyorum. Yani bir sorunumuz da bu derken bunu kastetmiştim. VEDAT – (Anlamıştır.) Hı... SÜHEYLA – Hem benim babam annen gibi elinde bir kaşık su senin peşinde dolaşmıyor ki. VEDAT – Olsun. Onun da başka çabaları var. Evliliğimizin güzel gidiyor olmasını hazmedememişti. Şimdi iyi gitmediğine göre huzur içimde uyuyordur geceleri. SÜHEYLA – Babam niye böyle bir şey yapsın ki? VEDAT – Seni vermemek için neler yaptığını unutuyorsun galiba. SÜHEYLA – Ne yaptı ki? Abartıyorsun. VEDAT – Daha ne yapacak. Seni benden soğutabilmek için benim fotoğraflarımı montajladı. SÜHEYLA – Bun da abartacak ne var? VEDAT – Bunda abartacak bir şey yok. Hepimiz hayatımızın bir döneminde gülmek için fotoğraflarımızı montajlarız. Asıl abartılacak tarafı montajın beni sana yanlış tanıtmak için erkeklerle uygunsuz vaziyette yapılmış olması. Ha... Suç babanda değil, bende. Bütün bunlar olmuşken seninle evlenmeyi niye bu kadar çok istedim hala bir anlam veremiyorum. SÜHEYLA – Babam da pek haksız değilmiş hani. Gece performanslarına bakılacak olursa şüphelenmiyor değilim. VEDAT – Süheyla! Bu ulu orta konuşulacak konu değil. SÜHEYLA – Bu güne kadar evde konuştuk da ne oldu sanki? VEDAT – Ne mi oldu? SÜHEYLA – Evet ne oldu? Elimize ne geçti? Sen halini değiştirdin mi? VEDAT – Şimdi konumuz bu değildi ama! SÜHEYLA – Tamam, senin istediğin bir konuya geçelim. Nasıl olsa ben döner dolaşır yine gelirim bu konuya. VEDAT – Konumuz senin babanın evliliğimizin dördüncü kişisi olmasıydı. SÜHEYLA – Yani sen annenin üçüncü kişi olduğunu kabul ettin. VEDAT – Bunu da nereden çıkardın? SÜHEYLA – Babamı dört olarak saydığına göre dörtten önce gelen sayının sahibini de kabul etmiş sayılıyorsun. Bilinçaltın bunu gösteriyor. VEDAT – Şimdi de psikolog kesildin başıma. SÜHEYLA – Benden psikolog olmaz. VEDAT – Ha şunu bileydin! SÜHEYLA – Eğer benden psikolog olsaydı, senin gece yorgunluklarına bir çare bulmam lazımdı. Bulamadım. VEDAT – Pes ediyorum. Haklısın. Sen dönüp dolaşıp aynı konuya gelebiliyorsun. SÜHEYLA – Konuşulacak başka önemli konu bulamıyorum da ondan. VEDAT – Tamam, sen kazandın. Nafaka pahasına da olsa boşanma davasını ben açacağım. Ama hemen sevinme taşınmaz mallarımdan zırnık koklatmam sana. SÜHEYLA – Sen bilirsin ben sana daha ne diyeyim? VEDAT – Bugün sen bir kat daha az çık merdivenleri. SÜHEYLA – O niye? VEDAT – Çünkü annenlerde kalman gerekecek. Eve boşu boşuna gelme. Yarın da ben evde yokken gelir eşyalarını alır gidersin. SÜHEYLA – Sen kararında ciddi misin? VEDAT – Evet. SÜHEYLA – İyi o zaman. VEDAT – Ne yani? Zorluk çıkarmayacak mısın? SÜHEYLA – Hayır. VEDAT – İyi de boşanmanın tadı çıkmaz ki o zaman. SÜHEYLA – Ben de Bunun için uğraşıyorum ya! VEDAT – Bu ne demek şimdi? SÜHEYLA – (Duygusallaşır.) Hala anlamadın mı Vedat? VEDAT – Hayır. SÜHEYLA – Seni sevmiyor olsaydım sırf sana işkence olsun diye boşanmayı kabul etmezdim. Ama ne yazık ki hala ilk günkü kadar çok seviyorum seni. Ve bu yüzden sen rahat edesin diye boşanmayı kabul ediyorum. Sevmek biraz da sevdiğini mutlu görmektir. VEDAT – (Konuşamaz.) SÜHEYLA – Bir şey söylemeyecek misin? VEDAT – Söyleyeceğim. SÜHEYLA – (Sessizlik. Bu sessizlikten sonra Vedat'ın boynuna sarılmasını beklemektedir.) Hadi söyle. VEDAT – (Sessizlik.) Mahkemede görüşürüz. (Kalkar ve geldiği yönden çıkar.) SÜHEYLA – (Vedat çıktıktan sonra sessizlik içinde seyircilere bakar bir süre.) Yutmadı... KARARMA II. BÖLÜM – III. SAHNE Işıklar yandığında sahne boştur. Bir süre sonra önde Esma, arkada Salih sahneye girerler. İkisi de kızgındır. Esma, bankın önünden geçerek yoluna devam eder. Salih ise oturur. SALİH – Ben oturuyorum. ESMA – (Hiçbir şey söylemeden gelip oturur.) SALİH – (Bir müddet sessizlikten sonra.) O geçen kedi miydi? ESMA – (Salih'e anlamsızca bakar.) Sen benimle anlaşmak istemiyorsun değil mi? SALİH – Asıl anlaşmak istemeyen sensin yahu. ESMA – Bu ne demek şimdi? Durup dururken kedilerden bahseden benim sanki. Benimle konuşacak laf bulamayıp kedileri ileri sürem sensin. SALİH – Ne konuşmamı bekliyorsun ki? Kızgın olduğunda sen beni hiç dinlemedin bu güne kadar. ESMA – Bravo sana! Yeni evliyiz ama sen beni her zaman kızdıracak bir konu bulabiliyorsun demek ki! SALİH – Hoppala. ESMA – Ne oldu şimdi? Haksız değilim bu konuda. Evlendiğimiz günden beri ben seni bir kez olsun bile dinlemediysem bir sebebi var demek ki. Demek ki sen beni hep kızdırıyorsun. SALİH – Evlendiğimiz günden beri hep sen konuşuyorsun ve de bana sadece dinlemek düşüyor. Bu durumda nasıl konuşmamı beklersin benden ya. ESMA – Sen konuşmayı beceremiyorsun ne yapayım? Ne zaman ağzını açsan abuk subuk şeylerden bahsediyorsun. SALİH – Mesela? ESMA – Mesela, kediler! Benim o tüylü yaratıklardan nefret ettiğimi tanıştığımız gün anlamıştın. Şimdi de karşıma geçmiş “O geçen kedi miydi?” diyorsun. Ondan sonra da benden sana iyi davranmamı istiyorsun. Bu kadarı biraz fazla. SALİH – Ben hiç konuşmayayım o zaman. ESMA – Sana hiç konuşma diyen yok. SALİH – Ama ne zaman konuşsam “Mantıklı konuş!” deyip susturuyorsun beni. “Ben kocamın çok mantıklı biri olmasını istiyorum.” deyip duruyorsun. Ben daha ne diyeyim sana? ESMA – Biz evleneli çok olmadı değil mi? SALİH – Biz evlendik mi? Bana evlilikten çok zindan hayatıymış gibi geldi. ESMA – Senin dilin çok uzamış. Koparırım onu kökünden! SALİH – Kötü gardiyan Esma iş başında. (Dilini çıkarır.) Al kopar bakalım gücün yetiyor mu? ESMA – (Sinirlenir ve yerinden kalkar.) Sen geri zekâlısın. Babam haklıydı seninle evlenmemeliydim. Ah eşek kafam. SALİH – (Konuşmaz.) ESMA – (Seyircilere doğru gelir oyunun genelinde olan balık tutma hareketini yapmak için seyircilere doğru olta sallar.) SALİH – Ne yapıyorsun sen? ESMA – Olta attım. Bekliyorum. SALİH – Çimlere? ESMA – Evet, çimlere. Bir sakıncası mı var? SALİH – İyi de nasıl balık tutmayı düşünüyorsun. Hayır, kedileri beslemek için tutacaksan balıkları gerek yok. Ben mama alırım onlara. ESMA – Sen çok sinir bozucu birisisin. Belki oltama daha yakışıklı ve daha anlayışlı biri gelir. Belli olmaz bu işler. SALİH – (Kızar. Esma'nın yanına gider elinden oltayı alır ve dizinde kırar. Elbette ortada bir olta olmadığı için bütün bunlar hayali olacaktır. Esma'nın kolundan tutar ve banka oturtur.) Söyle bakalım sen yine ne isteyeceksin benden? ESMA – A-a... Bunu da nereden çıkardın hayatım? SALİH – Tamam, yeni evli olabiliriz ama seni tanıyorum. Ne zaman bir şey isteyecek olsan aynı yola başvuruyorsun da ondan. ESMA – Beni seviyor musun? SALİH – Hoppala... ESMA – Sen benle anlaşmak istemiyorsun değil mi? SALİH – Hoppala... ESMA – Anlaşıldı. Sen benimle anlaşmak istemiyorsun. SALİH – Soru mu şimdi bu? ESMA – Sana sorumun nasıl olması gerektiğini sormadım. Lafı dolandırmadan beni sevip sevmediğini söyle. SALİH – Biz evliyiz değil mi? ESMA – Hoppala... SALİH – Evli olduğumuza göre bu sorunun cevabı belli değil mi? ESMA – Sen beni sevmiyorsun yani? SALİH – Ben öyle bir şey demedim. ESMA – Evliyiz dedin ama. SALİH – Tamam evliyiz dedim. ESMA – Sence evliliğimiz güzel mi gidiyor? Hep kavga ettiğimize göre sen beni sevmiyorsun artık. SALİH – Ben pes ediyorum artık ya. Oynamıyorum ben. ESMA – Sen, seni seviyorum da demedin ama. Bunu söylemek bu kadar mı zor sanki? SALİH – Hayır zor değil. Zaten ben de söylemekten değil de arkasından gelecek cümleden korkuyorum. ESMA – Ne gibi? SALİH – Bunu söyleyemem. ESMA – Niye? SALİH – Seni sevdiğimi söylediğim zaman sen bu kadarla yetinmeyeceksin büyük ihtimalle. ESMA – Bence lafı uzatıyorsun. Beni seviyor musun onu söyle. SALİH – (Korkarak.) Seviyorum. ESMA – (Gayet ciddi.) İspatla öyleyse! SALİH – Hoppala... Korktuğum başıma geldi işte. ESMA – Ne oldu be? SALİH – Hani ne zaman bana bir şey yaptırmak istediğinde aynı yola başvuruyorsun ya onu diyorum. ESMA – Bak lafı uzatıyorsun yine. İspatla diyorsam ispatla! SALİH – (Düşünür.) Şehirdeki bütün kedileri toplayıp denize atayım istersen. Senin uğruna tüm kedilerden vazgeçebilirim. ESMA – (Sinirli.) O kedilerle birlikte sen de atla denize. Yine saçmalamaya başladın sen. SALİH – (Alıngan.) Demek yine saçmalıyorum öyle mi? ESMA – (Alaycı.) E... Ne yaparsın. Bazı insanların kaderi böyle oluyor. Sen şimdi onu bunu boş ver de ispatlamak için ne yapacaksın onu düşün biraz. (Kendi kendine.) Tabi düşünme organın varsa. SALİH – Ne diyorsun sen? ESMA – Hiç... SALİH – İyi bakalım öyle olsun. ESMA – Düşünüyor musun? SALİH – Sabret biraz. (Düşünür.) Hah... Buldum. ESMA – Sonunda. SALİH – İlk tanıştığımız günü hatırlıyor musun? (Esma'nın yüzü değişir.) Senin üzerinde... ESMA – Kes kes kes... Ne zaman sıkışsan bu konuyu açıyorsun. Ama bu sefer yemezler canım. SALİH – Yutmadın değil mi? ESMA – Sen beni salak mı zannediyorsun? SALİH – Bilemiyorum artık. ESMA – Ne demek şimdi bu? SALİH – Yeri geliyor akıllısın, yeri geliyor salaksın. Yalnız nerede nasıl olacağın hiç belli olmuyor. ESMA – (Ayağa kalkar.) Sen kendini ne sanıyorsun ya! Ne demek bu? Ağzından çıkanı kulağın duysun önce. SALİH – Sakin ol hayatım. Bir şey demedim ki. Gel otur önce. ESMA – Ha... Oturmak dedin de aklıma geldi. Sen beni sevdiğini ispatlamadın daha. SALİH – Bu senin aklına oturmak dedim diye mi geldi? Ne alaka? ESMA – Aklıma gelecek bir bahane arıyordum sadece. Lafı dolandırmadan söyle ama. SALİH – Bak bu olmadı işte. ESMA – Ne olmadı? SALİH – Seni kırmaktan korkuyorum bu yüzden lafı oradan oraya sürüklüyorum. Yani sana yanlış şeyler söylemekten korkuyorum. ESMA – Bunun korkuyla bir alakası yok ki. Hep yaptığın şey bu. SALİH – Kalbimi kırıyorsun ama. ESMA – A-a... Senin kalbin var mıydı? SALİH – Var tabi ki! ESMA – Peki o kalbi kullanıp niye ispatlamıyorsun beni sevdiğini? SALİH – (Sessizlikten sonra kalkar, bankın arkasına dolaşır. Esma'nın arkasından boynuna sarılır.) Seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Oldu mu şimdi? ESMA – Ben de seni seviyorum. Ama ispatlamaya yeterli değil bence. SALİH – Nasıl yani ya? ESMA – Kuru kuru seni seviyorum demek yeterli değil ki. Kalpten sevdiğini ispatlamalısın bunu. SALİH – Biz niye evlendik sence? ESMA – Iıı... SALİH – Ben söyleyeyim. Biz birbirimizi sevdiğimiz için evlendik. Biz birbirimizi tamamladığımıza inandığımız için evlendik. Yan yana iken mutlu olduğumuz için evlendik. Peki, niye sorguluyorsun bu sevgiyi? ESMA – Ben sorgulamıyorum. SALİH – Doğru sen sorgulamıyorsun. (Yerine oturur.) Beni sevdiğini ispatla diyen sen değilsin. (Sessizlik.) Varlığı bile olmayan bir kedi yüzünden beni suçlu ilan eden sensin. Daha da sorgulamıyorum diyecek misin? ESMA – Ne? Ne dedin sen? SALİH – Birlikteliğimizi sorgulayan sensin diyorum. ESMA – Yok onu demiyorum. Ondan öncekini soruyorum. SALİH – Dokuzu mu? ESMA – Ne dokuzu? SALİH – Ondan önceki dokuzu. ESMA – Ondan önceki, sekizden sonraki dokuzla hiçbir alakası yok bu işin. Bence kedilerin dokuz canlı olmalarıyla bir bağlantısı var bunun. SALİH – Neler sayıklıyorsun sen? ESMA – Az önce bizi bu konulara taşıyan kedinin aslında bir hayal ürünü olduğunu söyledin değil mi? Yanlış mı duydum yoksa? SALİH – Hayır, doğru duydun. Bundan sonra ben de kelimelerime dikkat etmeyeceğim artık. ESMA – İyi! (Sessizlik.) Niye susuyorsun? SALİH – Ben susmuyorum. Sadece konuşmuyorum. Anlaşıldı mı hanım efendi? ESMA – Şimdi de hanımefendi olduk öyle mi? SALİH – Evet, öyle oldu! Var mı itirazın? Benden sevgi ispatlaması isteyen insan beni tanınmamış demektir. Beni tanımayan insana da hanım efendi diyeceğim elbette. ESMA – Bak sana bir yol göstereyim ispatlaman için. SALİH – Hah şöyle çıkar ağzından baklayı. Geldiğimizden beri bir türlü söyleyemedin zaten. ESMA – Aşkım, ne zaman taşınıyoruz? SALİH – Bak bir şey isterken dilin ne kadar da güzel kelimeler söylüyor. Ancak taşınma eylemi diye bir şeyi de aklından çıkarsan iyi olur. Hem daha ne kadar oturduk ki bu evde de sen gitmek istiyorsun? Ha... Anladım tabi ya, annemler bizim üstümüzde oturuyorlar. Senin karın ağrın şimdi belli oldu. ESMA – Ama aşkım ya. Onunla bir alakası yok. Ben çok sıkıldım bu evden. Hem de annemlere daha yakın olalım bitanem. Ortada bir ev olsa ne güzel olur. Her gün annemlere giderken yoruluyorum. SALİH – Sen saçmaladığının farkında mısın? Zaten annenler sadece dört sokak ötede oturuyorlar. O kadarcık yolda da yorulmaz ki bir insan. ESMA – Annemlere daha yakın bir yere taşınsak ne var ki bunda? SALİH – İstersen direkt annenlere taşınalım olsun bitsin. ESMA – Olabilir! SALİH – Peki gel bize taşınalım desem? ESMA – Böyle bir şey asla gerçekleşemez. SALİH – Gördün mü? ESMA – Neyi? SALİH – Senin annemlere taşınmama isteğini, bunun yanında bizim şimdi ki evimizden taşınma gereksizliğini. ESMA – İşi yokuşa sürme! Alt tarafı taşınacağız ya. SALİH – Ben asıl başıma geleceklerden korkuyorum. ESMA – Ne gelebilir ki başına? SALİH – Burnuma kötü kokular gelmeye başladı. ESMA – Aşkım... Ben iki tarafın ortasında bir evimiz olsun istiyorum. Eşit uzaklıklarda olsun ailelerimiz. SALİH – Peki ben annemlere nasıl açıklayacağım bunu? ESMA – Bu senin sorunun. Ben karışmam. SALİH – (Çaresizce.) Taşınalım o zaman bana yapacak başka bir şey bırakmıyorsun zaten. ESMA – Yaşasın... SALİH – Dur yahu, sevinme hemen. Şaka yaptım ben. ESMA – Sen, sen, sen var ya... (Ağlamaklı olur.) SALİH – Tamam, taşınacağız ama bir şartla! ESMA – Şartın ne olursa olsun kızmayacağım söz. SALİH – Bir şey söyleyeceğim ama kızmayacaksın. ESMA – Tamam kızmayacağım. Söyle hadi şartını. SALİH – Beni yanlış anladın. Şartım kızmaman! ESMA – Yani şimdi söyleyecek olduğuna kızmazsam mı taşınacağız? SALİH – Evet. ESMA – Tamam. Kızmayacağım. Söyle hadi. Sen taşınmayı kabul ettikten sonra ben hiçbir şeye kızmam. SALİH – Söylüyorum. (Kısa bir bekleme.) Şimdiye kadar söylediklerimin hepsi şakaydı. ESMA – (Esma kızar. Salih ise kazanmanın verdiği rahatlıkla gülümsemektedir.) Ne... Ne... Ne dedin sen? Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ne dediğinin farkında mısın? SALİH – Sen de ne kadar çok ne sözcüğünü kullandığının farkında mısın? Kaybettin işte! ESMA – (Tuzağa düştüğünü anlar.) Neyi kaybettim? SALİH – Ben şartımı söyledim, kızmazsan taşınırız dedim. Sen de söylediğim cümleye kızdın. Böylece kaybetmiş oldun. Taşınmıyoruz. ESMA – Bu ne biçim oyun? SALİH – Taşınmıyoruz işte. ESMA – (İnatçı.) Taşınıyoruz. SALİH – Taşınmıyoruz. ESMA – Ta-şı-nı-yo-ruz. SALİH – Ta-şın-mı-yo-ruz. ESMA – (Bağırarak.) Taşınıyoruz dedim işte o kadar. SALİH – Tamam, ben de taşınıyoruz diyorum. Niye bağırıyorsun o kadar. ESMA – Ben hak edene bağırırım. Sen de hak etmiştin! SALİH – Ama hep senin dediğin oluyor ya. ESMA – Ne demek hep benim dediğim oluyor? SALİH – Elbette. Ne zaman tartışsak sonunda senin dediğinde karar kılıyoruz. Haksız mıyım? ESMA – Ben daha mantıklı kararlar veriyorum da ondan. SALİH – Boş evi nereden bulacağız peki? ESMA – Biz şu an senin annenlerin alt katıda oturmuyor muyuz? Benim ailem de dört sokak ötede oturmuyorlar mı? Tamam, işte ikisinin tam ortasında bir ev bulduk annemle. SALİH – Sayın kayın validem de bu işin içinde ise korkmam yersiz değilmiş. Benim merak ettiğim o bulduğunuz ev nerede tam olarak. ESMA – Görünce çok beğeneceksin. SALİH – Nerede ev? ESMA – A... Aceleci davranma aşkım. SALİH – Yine yağ yapmaya başladın. Bu işin sonu hayırlı değil. ESMA – Hayırlı, hayırlı... Merak etme sen. Ancak benim bulduğum evi koşulsuz kabul edeceğine söz ver. SALİH – Ne zaman taşınıyoruz? ESMA – Kabul ettin yani. SALİH – Daha evin yerini bile bilmiyorum ama başka seçeneğim var mı? ESMA – Başka seçeneğin tabi ki yok ama pişman olmayacaksın. Önümüzdeki hafta içinde taşınırız. SALİH – Yine dediğin gibi olsun. (Bıkkın.) Hep dediğin gibi olsun. ESMA – Seni çok seviyorum canım. SALİH – (Gönülsüzce.) Ben de seni... ESMA – (Neşeli.) Bak evimiz çok güzel ve çok geniş. SALİH – Nasıl buldun? ESMA – Annem buldu. SALİH – Bu sorunun cevabını tahmin etmeliydim. ESMA – Bir sorun mu var? SALİH – (Lafı değiştirir.) Yarın ev sahibiyle konuşayım madem. Bakalım anlaşabilecek miyiz? ESMA – Görüşmene gerek yok. SALİH – O niye? ESMA – Çünkü ben görüştüm. (Çantasından bir anahtar çıkarır.) Anlaştım. (Anahtarı sallar.) Anahtarı bile teslim aldım! SALİH – (Yenilgiyi kabul eder.) Ev nerede onu saklama bari benden. ESMA – Sıkı dur söylüyorum. SALİH – (Kısa bir bekleyiş.) Söyle hadi de ne olacaksa olsun. (Bıkkın.) Ben hazırım. ESMA – (Çığlık çığlığa.) Annemlerin üst katı... Burada ışıklar sönecektir. Seyirciler oyunun bittiğini düşünmelidirler. Bir müddet sonra ışıklar yanar. Sahne boştur. Ancak bir dış ses girer araya. Bu bankın sesidir. BANK – Bu kadar olamaz. Bu kadar olmamalı. Şimdi oyun sırası ben de. Kendimi tanıtayım önce. Bendeniz bu parkın, insanlar tarafından hor kullanılan bankıyım. Her gün onlarca kişi faydalanıyor benden. Hepsinin hikâyesini dinliyorum. İnanın bana hepsi de birbirine benzer hikâyeler. Esma ile Salih'in, Süheyla ile Vedat'ın, Gülşen ile Osman'ınkiler gibi aynı. Ve bu oyunun burada bittiği sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu insanların hikâyeleri bu kadarla sınırlı değil. Hepsi de anlaşmış gibi birbirlerini tekrar edip duruyorlar. Ve sadece burada gördüklerinizle de sınırlı değil. Daha görmediğiniz ve benzer hikâyelerini dinleyemediğimiz o kadar çok insan var ki. Alın işte yine geliyorlar. Ben yine eski halime dönmeye mecburum. Sonra konuşmaya devam ederiz belki. İçeri Osman ile Gülşen çifti girer. Gülşen önde Osman arkadadır. İkisi de kızgındır. Gülşen bankın önünden geçerek yoluna devam eder. Osman ise oturur. OSMAN – Ben oturuyorum. GÜLŞEN – (Hiçbir şey söylemeden gelip Osman'ın yanına oturur.) OSMAN – (Bir müddet sessizlikten sonra birden.) O geçen kedi miydi? Önce Osman sonra Gülşen gülmeye başlar. Çünkü oyun bitmiştir. Öne doğru gelip selam verirler. Daha sonra diğer oyuncular da gelir sahneye. Hep birlikte gülerek selam verirler. -PERDE- 27 AĞUSTOS 2005 KUYUCAK 22 AĞUSTOS 2007 II. BÖLÜM – III. SAHNE YENİDEN YAZILDI. Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet gökhan - ( 12/28/2008 ) zekice bir kurgu.. buse - ( 1/19/2009 ) süper tiyatro bilge - ( 4/12/2009 ) süper bir şey Nihat - ( 3/18/2010 ) Berkancım seninle ne kadar gurur duysam azdır. Daha nice senaryolar, daha nice oyunlar diliyorum sana. Textlerin bol olsun... betül eyyüpoğlu - ( 12/16/2010 ) okulda bir tiytatro ekibi kurdum ve oynamak için tiyatro seneryoları arıyorum. .bu hoşuma gitti ama sizden bazı konularda yardım almam gerek. . . Gizem - ( 2/22/2011 ) Oyununuzu sahnelemek istiyorum izniniz olursa. asuman - ( 4/28/2011 ) o şarkı ne y biliyormusunuz |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|