| Tiyatro Kursu  | Şirket Tiyatrosu
Tiyatro Dünyası
Tiyatro Dünyası Bu Sahnede...
 
Ana Sayfa  |  Hakkımızda  |  Yazılar  |  Haberler  |  Yazarlar  |  Tiyatro Oyunları  |  Tiyatro Grupları  |  Sanatçılar  |  Kaynak  |  Duyuru Panosu  |
Oyun Atölyesi - Testosteron: Soytarılar Panayırı
Melih Anık




Polonya tiyatrosu

"Polonya Tiyatrosu'nun 20.yüzyılda önemli bir tiyatro haline gelmesinde ,hiç kuşkusuz tiyatro sanatında değişik biçimler arayan sanatçıların rolleri büyüktür.Polonya tiyatrosundaki devrimci hareketler,her şeyden önce ,deneysel tiyatronun ortaya çıkması için verimli bir toprak oluşturmuştur.

Romantik ve antik tiyatroyu bünyesinde barındırma hayali ile Wyspianski; düşsel ve şiirsel bir tiyatro düşüncesini benimseyen Micinski ; anlama sorumluluğunu tamamen seyirciye bırakan Witkiewicz; Mrozek,Tadeusz gibi geleceğin absurd tiyatro yazarlarına yol gösteren Gombrowicz; laboratuar tiyatrosunun kurucusu Grotowski ve "Yoksul Tiyatro" Polonya Tiyatrosu'nun dünyaya armağan ettiklerinden bazılarıdır.

1968 yılında Rusların emri ile Çekoslavakya'ya asker göndermek pek çok Polonyalı'yı derinden yaralamış.Sansür ,pek çok yazarın ülkesini terk etmesine neden olmuş.1970'lerde ardı arkası kesilmeyen grevlerle çalkalanmış ülke.Bu dönemin çocukları ne savaşın zorluklarını yaşadı ne de Stalinizm'in katı kurallarına boyun eğmek zorunda kaldı.Ancak yine de özgür değillerdi.

Polonya Tiyatrosu 1960'larda doruklarını yaşadı. 70 lerde bu artistik arayışlar hız kaybetti.Bu dönemde Helmut Kajzar oyunları ile düşle gerçek arasındaki sınırı aşmanın peşinde idi.Mrozek gerçeğin tüm katmanlarında absürdün varlığını keşfediyordu.Dönüşsüz bir yolculuğa çıkan kahramanın dramını grotesk bir biçimde anlatıyordu. Rozewicz ise eserlerinde uygarlık ,kültür ve tarih karşısında insanın yalnızlığını önemli bir motif olarak alıyordu. "Happening" tiyatrosunun öncüsü,rejisör,ressam,sahne tasarımcısı,yazar,tiyatro kuramcısı ve aktör Tadeusz Kantor, "Ölüm Tiyatrosu" adını verdiği kendi modeli üzerinde çalışmaya başladı.

1981 yılında ülkede sıkıyönetim ilan edildi.Tıpkı 1939-1945 yılları arasında olduğu gibi kültür yeniden yeraltına indi.Bu dönemde aydın kesim, işçi ve köylü tarafından destekleniyordu. Herkes geçmişi anlamanın ,tarihten ders çıkarmanın peşine düşmüştü. Rosewicz,Mrozek yine sahnedeydi. Kayjar,Lubienski,Bardijewski yeni oyunları ile mücadeleyi yeraltında sürdürüyorlardı.

1990 da Polonya'da politik düzen değişti.Polonya Tiyatrosu'nda yazarlar kadar rejisörlerin de önemi arttı.2000 li yıllarda Oscar Onur Ödülü alan Wajda; Dürremant'tan Mayakowski'ye kadar pek çok önemli yazarın yapıtlarını başarıyla sahneleyen Jarocki; Polonya klasiklerini çağdaş yorumlarla sahneleyen Swinarski; Polonya Tiyatrosu'nun "kötü çocuğu" Hanuszkiewicz; "Tembel bir İsyancı" Grzegorzewski; James Joyce'un Ulisses'ini sahnelemeye cesaret etmiş Hubner; "Sanat gerçeğe teslim olmaz" diyen Zurowski ; "Aktör seyirciden bağımsız ama her zaman seyirci için olacaktır" diyen Lupa; Shakespeare yorumları ile ünlü Warlikowski; Thomas Eliot ve Witkacy gibi yazarları sahneleyen Zadar, Polonya Tiyatro'su tarihindeki yerlerini almışlardır.

Polonyalı tiyatrocular sözlü,sözsüz oyun alanından,kukla dans tiyatrosuna kadar yeni denemeleri , tiyatro uygulamalarında kullanmaktan çekinmediler.Özgürlüklerin kısıtlandığı dönemlerde bile bağımsızlık peşinde olan sanatçıların düşüncelerini savunduğu bir arenaydı sanat."(Neşe Taluy Yücel-"Yeni Arayışların Tiyatrosu"-Mitos-Boyut 305)

Testosteron'u tercüme eden ,Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Leh Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi Neşe Taluy Yücel'in Polonya Tiyatrosu'nu inceleyen kapsamlı yazısından özetlediğimiz yukardaki satırlar içinde Testosteron'un yazarı Andrzej Saramonowicz'in adının geçmemiş olması bizim tercihimiz değildir.Neşe Taluy Yücel bahsetmemiş. Zira Saramonowicz öncelikle bir senaryo yazarı ve sinemacıdır.

Testosteron, başlangıçta tiyatro sahnesinde görünmüşse de(2002) ilgi çekmesi herhalde sinemada 2 milyona yakın kişi tarafından seyredilmesinden (2007) sonra olmuştur.

Haluk Bilginer ve Oyun Atölyesi

Haluk Bilginer ,Türkiye'de tiyatroya ilgi duyan herkesin hemfikir olduğu gibi ,Türkiye'nin övündüğü tiyatroculardan biridir. İsmi ile oluşmuş haklı gurur tablosu , onun değerini anlamış seyircinin sevgi ve saygı dolu hayranlığının bir sonucudur. O , herhalde tiyatroyu anlayan kişilerin başında gelir ve neyin ne olduğunu da bilir.

O, fuayesine astığı (desteğine teşekkür ettiği seramik şirketini bir yana bırakacak olursak) "Bu tiyatro salonu özel ve kamu hiçbir kurum ve kuruluştan destek alınmadan yapılmıştır" sözleri ile bir "duruş"un temsilcisi olmuştur.

O :

"Ben derdimi anlatamadıysam sahnede sorun bende. Seyirciyi geri zekâlı yerine koyup "Burada bir şey yapıyorum bak anlamayacaksın sen şimdi" diyemem. Bu ne iktidardır. "Anlamadım" diyenlere de "Gel, anlatayım" diyorlar. Güzel kardeşim sahnede anlatacaksın meyhanede değil. Neyi deniyorlar bir bilsem ben de deneyeceğim. 'Deneysel' tiyatro yapanlar natürmort çizmeden Picasso olmaya çalışıyorlar." diyecek kadar idealist ;

"Biz Cihangir Cumhuriyeti'ne oyun yapmıyoruz. 30-40 kişiye, 'deneysel', neyi denediği belli olmayan tiyatro sahnelemek tiyatro yapmak anlamına gelmiyor" diyecek kadar lafını sakınmaz;

"Bizim oyunu Ayşe Teyze'yle Ahmet Amca anlamıyorsa bir yerde yanlış yaptık demektir. Çünkü biz onlara oyun yapıyoruz, ama tüm bilgi ve birikimizi sahnede kullanarak." diyecek kadar da iddialı bir kişidir.

Onun bu ödün vermez tavrı, yanında çalıştırdıklarını da "Kendi paramızla tiyatro yapıyoruz. Bu, dünyanın en keyifli işi. Arkana devletin konforunu alacaksın sonra özgün sanat yapıyorum diyeceksin... Ödenekli tiyatrolarda yapılanlar ne özgür, ne özerk, ne de sanatsal açıdan ağırlığı var" "Türk tiyatrosu için çıkışı İngiltere'de aramak, orada bulunan çözümü kendine giydirmek için budala olmak lazım" diye söyletir. (Efnan Atmaca söyleşisi-18 Mayıs 2006)

O "Oynanmadık Shakespeare oyunu kalmasın" ve "Her yıl bir Shakespeare" sloganıyla yola çıkan ve 2004 den bu yana Othello, Atinalı Timon ve Hırçın Kız'ın yanına Cimri, Azrailin Gözyaşları,Ermişler ve Günahkarlar,Jeanne D'Arc'ın Öteki Ölümü,Evlilikte Ufak tefek Cinayetler'i koyan bir tiyatronun Sanat Yönetmeni'dir.

İşte bu yönetmen , Polonya Tiyatrosu'nu, onun dünyaya armağan ettiği değerleri bilmez mi? Bilir elbet. Bilir de neden Testosteron'u seçer?

Testosteron ve Yazarı : Andrzej Saramonowicz

Testosteron (rejisörü,metni,dekoru,kostümü,oyuncusu,rol dağılımı olduğuna bakmayın) "tiyatro"ya "uzak" bir gösteridir.Yazarın esas mesleğinden gelen bir alışkanlıkla senaryo tekniği ile yazılmış , zekası az, komiklikler seçkisidir.

"Okuyucu bulursa her konuda ve her koşulda rahatça yazabilme yeteneğine sahip olduğu söylenen" yazar ,Testosteron'u mutlaka "Oynayan bulunur mu?" merakı ile yazmış olmalıdır.

Yazarın kendi ifadesiyle "Testosteron,görevi gereği seyirciyi eğlendirmek ve onu mutlu etmek durumunda olan başarılı bir komedidir.Seyirci biraz gülecek ama belki de kafasında bir şeyleri oturtacak.Çünkü benim oyunum cinsler arası ilişkiler konusunda doğru düzgün,sosyolojik bir derstir tümüyle" (Kendine geçer not veren yazara da pek sık rastlanmaz hani !)

Saramonowicz örneğin kavşakta yanan kırmızı ışığın caddeye çıkılmaması gerektiğini bilmek gibi,farklı şeyleri bilmenin de iyi olduğunu söylüyor . Testosteron'da yaptığı gibi bilinen "klişe"leri ordan burdan toplayarak diyalog yazmakla tiyatro yapılamayacağını da biliyor herhalde,içine doğduğu köklü ve dünya çapında bir tiyatro ekolünden geldiğine göre.

Bilinen sahne trükleri gösteriyi sürüklüyor(körüklüyor). Sahnelerde devamlılık yok. Sahne sahneyi hazırlamıyor. Oyuncu ortadan dalarak başka bir "fıkra"ya geçiyor.

Hep bilinen, ayni olayın "acemi" tarafından tekrarlanmasının yarattığı komiklik ; yıllar sonra ortaya çıkan oğul ; ya da iki erkeğin ayni kadın ile ilişkiye girmiş olmasının anlaşılması....

Ama hakkını da yemeyelim. Kitaptaki metne bakacak olursak içinde yaşadığı topluma göndermeler yapabiliyor:

Örneğin "Bu ne ulan helanın yolu mu Wilczy Szaniec'in planı mı?" derken Hitlerin gizli sığınağına;

"Evet siz "Balladyna'nın musluğunu açmışsınız" derken Polonyalı romantik ozan Slowacki'nin trajik kahramanına;(Oyun Atölyesi Macbeth'in kanlı ellerini anıyor burada. Onlar da o kadarını bulabilmişler!)

"Malysz'i geçtin" derken uzun atlama ve üç adım şampiyonuna;

"Pilotaj kursundaki Araplar" derken 11 Eylül'e;

"Mann ile Materna'nın talk show'u" derken tutulan bir tv programına;

"Orada kargaşa,kalabalık kıyamet,korumalar falan…. Miller gelmiş" derken Başbakan'a;

"Baba bırak şimdi Linda'yı oynamayı" derken abartılı oyunculuğu ile Polonyalı bir aktöre;

"Wodecki'nin sürekli şakıması gibi" derken paparazilerin hedefi olan bir şarkıcıya

göndermeler yapıyor.(Testosteron/Mitos-Boyut 305)

Oyun Atölyesi'ndeki gösteride zaman zaman yapılan tuluat ile "zararsız" dokundurmalar yapılmıyor değil. Ancak Shakespeare oyunlarına fütursuz bir cüretle "takla attırmakta" kendini "özgür" gören "Tiyatro Yöneticisi"nin nedense bu gösteride "nutku tutulmuş".

Sahne, sanki "Olabileceğiniz kadar komik olun" talimatı almış 7 erkeğin kontrolden çıkmış çılgınlıklarının arenası haline gelmiş. Allah için her biri yeteneğinin sonuna kadar içindeki "cevheri" çıkarmaya uğraşıyor. Abartılı oyunculukları birbirlerini o kadar etkilemiş olmalı ki sahnede "ayni" olan 7 erkek var. Hepsi iç çekerek ağlıyor, hepsi ayni tonlamayı yapıyor; ayni beden dili ile deviniyorlar, ayni trükleri kullanıyorlar. Sırası gelen oyuncu kendi "stand –up"ını yapıyor.

Ama sahnede 7 kişi olmalarına rağmen, "Ayni enstrümanı üfleyen 7 kişiden" orkestra çıkmasının olanaksızlığı nedeniyle ortaya tekdüze "Soytarılar Panayırı" çıkıyor.(Keşke gerçekten "soytarı" olabilselerdi diye de geçiriyoruz içimizden!)

Gösteri, erkeklik hormonu üzerine… Ama inanın bazı değişikliklerle bu , ayni yapı kullanılarak 7 kadın gösterisi de olabilirdi. Bu sefer de erkekler kendi hallerine gülerlerdi herhalde.

Polonya Tiyatrosu'nun özellikleri ile gösteri daha da zenginleştirilebilir miydi? Bu çabaya değer mi idi kuşkuluyuz.

Konu

Gösteri , nikahta reddedilen bir damadın çevresinde yapılan "Erkekçe geyik muhabbeti". Gariptir ki salondan gelen kıkırdama ve kahkahaların çoğu kadınlardan .. Kadınlar kendilerini aşağılayan esprilere gülüyorlar!

Bu tür muhabbetlerde,erkeklerin askerlik anıları,kadınlar ve futbol ile sınırlandırılan "kültür" düzeyi, bu gösteride inceliksiz,kaba ve zaman zaman sözde Tarantino'vari(?) sert bir sahne cambazlığı ile verilmek istenmiş.

İnternette yapacağınız kısa ve kolay bir yolculukta bulacağınız Tarantino- Saramonowicz ilişkilendirmesi de, bu sahne saçmalığına(ve de tiyatro yöneticisine) bir "felsefi derinlik" katmak için yapılmış olmalı. Ancak başlangıçta ekrandan verilen Rezervuar Köpekleri filminden sahneler , çizgili pazen pijamasından başka bir giysi içinde rahat etmeyen adamı smokine sokmak gibi anlamsız duruyor, olayı "kurtarmıyor".

Alkış,kahkaha ve de övgü cümlelerini gereksiz bir bonkörlükle armağan eden seyirci ,gösterideki baba-oğul dialoglarının onda biri kendi başına gelse ne yapacağını algılamıyor. Ama ertesi sabah uyandığında , seyrettiklerinden geriye kalanların ne olduğunu anlatamayacaktır bile. Üzerinde konuşmaya değer bir şey yok da ondan. Amaca ulaşılmış,herşey anında tüketilmiştir.

Peki Neden?

Saygın bir Sanat Yönetmeni , her şeyin farkında olmasına rağmen ,Ayşe Teyze ile Ahmet Amca'nın algılarının bu düzeyde olduğuna kanaat getirdiği için mi bu gösteriyi seçmiştir acaba? Öyle olsa bile dünya tiyatro tarihinde ekol olmuş bir tiyatrodan çıkarabileceği bu kadar sınırlı ve dar bir ufuk mudur?

Geçmişten gelen tiyatro çizgisine bakılacak olursa bu gösterinin, Oyun Atölyesi'nde bir dönüşüm noktası olacağı kesindir.

Belki de yaşanan tecrübeler ile Haluk Bilginer , Ayşe Teyze'sine Ahmet Amca'sına "Hakettiğin budur " diyerek "Bir tabak buharlı su" ikram etmektedir.

Tiyatroya Yardım

Testosteron 2008-2009 yılı Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan ,63000 YTL ile en yüksek yardımı alan "proje"lerden biridir.(Salonu destek almadan yapmakla övündüğünü belirten tiyatro ayakta kalmak için yardım almaktan çekinmediğine göre artık fuaye duvarındaki yazıyı kaldırmalıdır.)

Gösteriyi seyrettikten sonra Bakanlığımızın hoşgörüsüne, özgürlük anlayışına saygı duyduk ama bu proje için sunulan dosyayı da merak ettik doğrusu.

Pantalonlar Aşağı ve +18 ve de Tiyatronun Pazarlanması

Gösteri afişlerinde ve de program dergisinde yer alan indirilmiş pantalonlar ile çektirilmiş fotoğraf ve de "+18" ( 18 yaşın üstündeki seyirciyi anlatmaktadır.) pek muhtemeldir ki seyircinin "hayal gücünü ve beklentisini" arttırmak için yapılan bir "pazarlama"dır. Tiyatro Yöneticisinin program dergisindeki yazısında, alıntılar yaparak "olayı" büyütmeye yönelik girişimi de yararsız bir çabadır. Alıntıyı "fallus" ile ilişkilendirip politik söylem olarak işkence,dayak,savaş kelimelerine bağlama çabası havada kalmaktadır. Bülent Somay'dan yapılan alıntı yerine oturmamıştır.

Bizim seyrettiğimiz gece salonda kendi sözleri ile "Selçuk Abisi"nin kanatları altında gösteriyi seyreden (kapı görevlisi kızlar tarafından "zaten her gösteriye geldiği" söylenen) 11 yaşındaki erkek çocuğun hayat derslerine(yazarın söyleyişi ile sosyoloji derslerine), gösterinin ikinci yarısında devam etmesine engel ve alelacele salondan "itina" ile uzaklaştırılmasına neden olduğumuz için üzgünüz.(!) Ancak salt o geceye mahsus olmadığı anlaşılan bu alışkanlığa karşı çıkmamazın bir işe yaramadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çocuk, çoktan alacağı dersleri almış ve ders vermeye başlamıştır herhalde.

Kendini gösterinin havasına kaptırmış ama yanlarında oturan çocuğu görmeyen(?) seyirciye de şaşkınlıkla baktık. Acaba onlar da mı 18 yaşından küçüktüler?

Ticari Başarı

Oyunların kapalı gişe oynaması ticari bir başarıdır. Örneğin 30 gün içinde 10 defa oynarsanız 3 ay kapalı gişe oynama ; 3 ay sonrasına bilet satmakla talebi kışkırtma şansınız da yükselebilir.

Ya da TV'de çok tutulan bir dizi oyuncusunu tiyatronuzdaki bir oyunda misafir etmeniz de başarılı bir taktik olabilir.

Toplumun zaaflarını kullanmak da bir yoldur, medyada "editoryal" köşeler açmak ve abartılı alkışlar da..

Gösterilere ilgi çekmek için yapılanlar, "Bir pazarlama başarısı" olarak algılanabilir(hatta sonuçlanabilir) ama tutulan yolun, uzun vadede, tiyatromuz üzerindeki muhtemel etkilerini kamunun dikkatine sunuyoruz.

Tiyatrolarımızın ilgi görmesini elbette isteriz. Ancak tüm strateji ve taktiksel planlamalarda "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olma" riski de vardır. Bu anlamda tiyatro dünyamıza, dönemsel "başarı"lar için seyirciyi sonuna kadar "kullanmamalarını" öneririz.

Kostüm

Gösterinin kostümleri inanılmayacak kadar perişan bir halde idi. Ucuz kumaş, dikiş kullanılmış ve her gece ayni toz dumanın içinde kaldığı için artık eskicinin bile almayacağı kadar yıpranmış ceket ve pantalonlar ; nerdeyse tektekçiden alınmış gibi duran boyasız, derisi sıyrılmış ayakkabılar… "Adamlar kavgadan geliyor" diyenleri duyar gibiyiz. İyi de kavgaya seyirci olanlar da "düğünden" geliyor.

Oyuncuların Emeği

Gösterinin sonunda salonun yüksek sesli beğenileri(?) arasında en ön sıradan sesimizi duyurabildiğimiz oyunculara "Bizim alkışlarımız emeğinize, oyuna değil" diyebilmiş olmanın huzuru içindeyiz. Bu gösteriyi ve onun meslekleri içindeki yerini yeniden düşünmelerini öneririz.

Eleştirilerin "Pelesengi"

Belki biz gösteriye "katkıda" bulunanlardan bazılarının hocası olsak , her zaman yaptığımız "klasik" değerlendirmemiz ile "Zekice kotarılmış özenli bir sahneleme ve yaman bir oyunculuk gösterisi izliyoruz" diyerek bu yazıyı bitirirdik. Öyle bir durumda kalan bir hoca olmadığımıza ve ayni pelesengi tekrar etmek zorunda kalmadığımıza şükrediyoruz.

Melih Anık

Yazarın Tüm Yazıları


Paylaş      
Yorumlar

bengi günay - ( 12/29/2008 )
BÜYÜK CAN DEDİ Kİ
Kovalamayın beni yatağa
Hiç uykum yok
Daha lafınıza karışacağım
Ortalığı dağıtacağım
Televizyonu kapatacağım
Ayçiçeği resmi yapacağım daha
Başparmağıma şiir okuyacağım
Islık çalacağım
Daha çok işim var
Gecenizi karartacağım
Kütahya vazonuzu kıracağım
Vakitsiz yatırmayın beni
Daha çok erken.
CAN YÜCEL

İmza: bengi hanım.



Sibel Arslan Yeşilay - ( 12/30/2008 )
Ben Melih beyin yazısını ’tiyatro eleştirisi’ kapsamında değerlendirmiyorum ve zaten öyle olmadığı da apaçık. Bu yüzden eleştiri yazısı olmayan bir yazıyı eleştiri olarak değerlendirip cevap yazmak gibi bir düşüncem de yok. Oyun Atölyesi’ne ve - yönetmen yerine ’tiyatro yöneticisi’ dendiğinden de anlaşılacağı üzere-Kemal Aydoğan’a saldırma amacıyla kaleme alındığı açık bir yazı. Eğer birine saldırmak isterseniz oyun seçiminden başlar, uzunca ansiklopedik bilgi sıralar, sonra kime istiyorsanız sırasıyla ona saldırırsınız. Tabii bütün bunlar bir yazıyı tiyatro eleştirisi yapmaya yetmez. Ne yazık ki yazdıklarını yayınlatacak bir sanal ortam bulduğu anda herkes kendini eleştirmen, yazar vs. sanabiliyor, ne de olsa ’sanal’ bir ortam bu.
Ben genellikle ’izleyici yorumları/ görüşleri’ başlığı yerine "eleştiri" başlığı altında her isteyenin kalem oynattığı bitmek tükenmek bilmez uzunluktaki yazıları okumuyorum. Ama çok severek izlediğim ve sezonun önemli yapımlarından biri olan "Testosteron" hakkında ard niyetle yazılan bu yazıya cevap vermekten de kendimi alamadım. Asıl sorun sanal ortamda isteyenin istediğini futürsuzca saldırması ve bunu ’eleştiri’ vs. kisvesi altında yapabilmesine hazır ortamların sunulması.

Testosteron ekibini çok başarılı bir yapıma imza attıkları için bir kez daha kutluyorum.






Mert Güven - ( 12/30/2008 )
Değilim, vallaha da billaha da melih anık değilim diyorum, haklısınız kaybettim diyorum ve bezdirici monologunuzla sizi başbaşa bırakıyorum. Son olarak da acil şifalar dileyeyim bari.

mert güven - ( 12/29/2008 )
Aman Allahım bu nasıl bir yazı, bunlar nasıl yorumlar. Liselerdeki ülkücü-solcu kavgaları gibi olmuş. Herkes kendini haklı, erdemli ve bilgili sanıyor ama ortaya dökülenlere bakın.

Öncelikle Melih Anık, belki de ilk negatif yazıyı yazdı bu oyun için, bu kadar ağır konuşacak ne vardı ki? Bu şekilde mi iletişim kuruyorsunuz siz? Bir düşünceyi doğru düzgün ifade etmenin bir yolu yok mu? İlle hakaret mi etmek lazım, aşağılamak, küstah davranmak mı gerekiyor? Ayıp...

Ancak, Melih Bey her ne kadar yanlış konuşmuş da olsa pek çok doğru söz söylemiş satır aralarında, eleştiriler yapmış.
Mesela Bengi Hanım, şiir yazacağınıza kostümlere yönelik yapılan eleştirilerin haksız yanlarını ortaya çıkarmanız gerekmez mi? Ayakkabılar boyalı mı değil mi?
Ya da Fırat Bey, Türkçe’yi zorlamak yerine "tek enstrümanlı bir orkestra" yorumuna cevap veremez miydiniz? Yoksa siz de oyuncuların birbirine benzer karakterler ortaya çıkardıklarını, karakter ortaya çıkarmayıp kendilerini oynadıklarını mı düşünüyorsunuz? Sahnede bilinen trüklerin yerine yaratıcı birşeyler var mı yok mu?

Neden bunları konuşmuyoruz?
Melih Bey’e hakaret edeceğinize ya da siz Melih Bey saygının dozunu ve egonuzun kontrolünü kaçıracağınıza yalın, temeli olan şeyler konuşamaz mısInız?


Esra Kırlı - ( 12/30/2008 )
Melih bey ;
Siz kimsiniz gerçekten çok merak ettim ...lütfen köşenizde bir günde bunu anlatır mısınız ? ( hangi köşe ?)
TESTOSTERON oyuncularını bir kere daha ayakta alkışlıyorum.



Aybanu Aykut - ( 12/30/2008 )
Oyun Atölyesi’ni anlayabilmek zordur Melih Bey...Sizi anlıyorum benzer bir örnek yok ki.Alışılagelmişin dışında.Sadece samimiyetimizle kapısını çalıp ’’biz tiyatro yapmak istiyoruz’’dediğimiz için tüm imkanlarını seferber edip ’’Azrailin Gözyaşlarını’’sahneledi Oyun Atölyesi. Hakveriyorum çok zor Melih Bey...Örneği yok ki...Başka yazılarınızda yeteneğimi övdünüz ben.yıllarca tiyatro yapabilmek için kapı kapı gezerken,Hırçın Kız oyununda Katharina rolüne uygun bulundum Oyun Atölyesi’nde (medyatik olmayışıma rağmen).Tüm olanaklarını,deneyimlerini,sadece samimiyetle tiyatro yapabilmeye çalışan,bu konuda derdi olan gençlerle paylaşabilen bir tiyatro Oyun Atölyesi.Doğru çok zor Melih Bey...Sadece tiyatroya gönül vermiş,sonsuz emek veren tiyatro yöneticisi(!) dediğiniz Kemal Aydoğan’ı anlamak.Ben kendisinden çok şey öğrendim,keşke siz de anlayabilseydiniz Melih Bey.Alışık değiliz...Okumaya,araştırmaya,çalışmaya...Dedim ya alışageldiğimizin dışında Oyun Atölyesi.İnsan anlamayabilir,yapamayabilir.Bari yapmaya çalışanlara saygılı olalım. Aybanu Aykut

Şelale Uygun - ( 12/30/2008 )
mert güven, Melih anık’ın tarzına benzer bir tarzınız olduğunu daha önce size söyleyen olmuşmuydu. Ben bunu beyan ederek sizi afişe edeyim; Melih Anık’a çok benziyorsunuz. Çünkü oyun atölyesi’nden kim bu oyunun yılın oyunu olduğunu söyedi ki! Emeğini savunmak, ona yapılan saldırıları püskürtmeye çalışmak ne zamandan beri sizin edepliliğinizle bastırılmaya çalışıldı biliyor musunuz? Onu da ben söyleyeyim evcilleştirildiğimiz 12 Eylülden beri. Siz insanları tepkisizliğe sürükleyen, bunu telkin eden egemen akılla aynı cenahta durmanın acısını çekmiyorsunuz belli ki. Ancak buraya yansıyan suretiniz bir egemen portresi ne yazık ki.
Bir de akıl oyunlarına girmişsiniz tıpkı melih anık gibi. Güya oyunu seyredip beğenmişsiniz ama Melih Anık’a verilen tepkiden dolayı o çok beğendiğiniz oyunu savunmak yerine Melih Anık’ın yazısının açığa çıkardığı oyun atölyesi "soytarılığını" görmekten daha büyük bir zevk almışsınız. Siz akıllı bir Melih Anık mısınız? Bu akıl yürütmenin sizi ap açık ortaya çıkardığını fark etmeyecek kadar bön müsünüz? Herhalde değilsinizdir. Hem Melih Anık’ın yazısına "tiyatro eleştirisi" demeyi nasıl aklınızdan geçirdiniz kuzum? Muradınız ne?
İnsanlar hakaret karşısında sussunlar mı?
Emeklerini mesleği emlakçılık olan birine heba ettirmeleri mi isteğiniz? Tepkinin ölçüsünü ve ayarını siz kim olarak belirliyorsunuz?
Siz Melih Anık olmalısınız bayım.Hem de en akça pakçasından. En değerlisinden. En gün görmüş, en ekran başı deneyimlilerinden. Ekran başının tüm nimetlerini bilen türden. Bakınız insanlar tüm açıklıklarıyla kimliklerini ortaya koymaktan çekinmiyorlar. Çünkü hem değerli bir şeyin, kendi emeklerinin savunusunu yaparak değerleniyorlar hem de değersize, çapaklıya, tırtıklıya, çataklıya karşı gelip, dirençlerini gösteriyorlar.

Sahi mert güven araya giren siz kim siniz allasen?
Alınızı morunuzu gösterin de inanalım size!




Dilara AKIN - ( 12/30/2008 )
Keşke gerçekten oyunu izlemiş olsaydınız melih bey..
O zaman herkes bu sayfayı açar ve bir elestırmenin düşüncelerini dikkatla okur katılır ya da katılmazdı..Bir oyun izler,beğenir ya da beğenmezsiniz..Ama önce o oyunu izlersiniz..Siz orada geçen iki saat kırk dakikanızı büyük bir acıyla geçirmişsiniz anlaşılan..o anda eleştrı yapamama acısıyla..ki bu daha selam verilirken dayanamayıp kurduğunuz o cümleyle anlasılıyor.
Ne yazık ki bizim bu eleştriyi dikkate almamız için bir oyunu ahmet amca gibi o koltuklarda ’SAYGIYLA’ oturarak ve oyunu gerçekten izleyen en azından oyunun anlatmak istediği şeyin kadınları aşağilamak olduğunu söyleyecek kadar izleyen,sığ bakmayan biri olmanız yeterliydi..
Ama siz bu kadarını bıle yapamayıp sanırım(?) mesleğiniz olan eleştirmenliği hem izlediğini anlayamadığını düşündüğünüz kadınları hem de sevmediğinizi herkesin anlayabileceği bir kurumu aşşağılamak için kullanmışsınız..
Çok teşekkür ederim bana görevi kötüye kullanmanın ne kadar ’kötü’ bir şey olduğunu hatırlattığınız için..İyi ki sizin gibiler var..iyi ki..biz de böylelikle bu işi sadece kendi egoları için yapmayan insanların değerini bir kez daha anlıyoruz..


Taylan Günay - ( 12/30/2008 )
Murat akdağ’mış isimsiz kahraman. Ama arkadaşım siz hiç bir şey anlamamışsınız. Siz oyunu izlediniz mi bir kere? Hadi onu izlemediyseniz şu Melih Anık’ın yazısını insan olarak anlayabiliyor musunuz? Mesleğiniz ne bilmiyorum ama allı pullu cümlelerinizden entellektüel olmaya çalışan ama maalesef ki olamayan bir haliniz var. Yıldırım Türker’e, Murat Belge’ye, Murathan Mungan’a, Orhan Pamuk’a, Mehmet Güleryüz’e, Sezer Duru’ya vb. onlar gibi değerli insanlara varoluşunuzla hakaret eder gibisiniz. Kullandığınız kavramlara dikkat edin. Postmedernizmin nimetleri çarpar sizi. Postmodernizm her yönüyle savunulacak bir şey olmadığı gibi, modernite de her yönüyle aşağılanacak bir kavram değildir. Böyle iki ara bir derelere sıkıştırmayın bu kavramları. Biliyor musunuz bilmiyorum ama her iki kavram hakkında binlerce kitap, makale var. İnsanlar hala anlamaya çalışıyorlar ne olduklarını. Sor Yıldırım Türker’e, sor Murathan Mungan’a, Sor Orhan Pamuk’a anlatsınlar sana.

Bağlam dışına taşmamak tartışmada önemli bir adaptır. Konu Melih Anık’ın eleştiri olmaktan uzak yazısı ve barındırdığı kötülüktür. Sen oyun atölyesi’nin tepkisini duyurmak için başvurduğu yöntemi bulandıracağına, Melih Anık’ın yazısını nasıl algıladığını yazsan hepimizi aydınlatmış olursun. Hem de bağlam dışına çıkıp 6-7 eylül olaylarını hiç ilgisi yokken karıştırmazsın.

Tabii şunu hemen tespit etmek gerekir ki, Melih Anık nasıl bir "kaçak" yöntem ve dil tutturmuşsa siz de Melih Anık’a arka çıkmaya çalışırken benzer bir yöntemi ve dili prensip edinmişsiniz kendinize. Cihangir cumhuriyeti, siz ve sizin dilinizse çoktan iflas etmiş bir gerçeğin içinde olduğunuzu bilmenizde büyük yarar var. Ancak Cumhuriyetini bilmem ama o Cihangir semtinde çok değerli insanların (ki arkadaşlarımın önemli bir bölümü orada yaşar) yaşadığını biliyorum. Onlarla biraz da olsa temasınızın olması, entellektüel açıdan size çok yararlı olacaktır mutlaka. Ne demiş atalarımz bilmemek değil öğrenmemek ayıp.

Ve de son olarak adınızı bir daha yazmayı unutmayarak yazı yazın. Çünkü değerli vaktimi sizin hem isimli hem isimsiz yazılarınıza yanıt vererek boşa harcamayayım da konunun özüne dair bir şeyler kararlayayım.

Melih Anık, sizi saygısızlıkla itham ediyorum. Bunu da oyunun yönetmenin, oyuncularının adını yazmadığınız, oyunculara soytarı dediğiniz, Vahide gördüm’ü dizi ünlüsü yaptığınız, oyuna gösterilen övgüyü "hoca" övgüsü diyerek küçülttüğünüz, 11 yaşında genç bir erkeği tuvallette sıkıştırdığınız, oyunun yazarını haksızca yok ettiğiniz, seyircilerin oyuna gösterdikleri ilgiyi "düşüklük" olarak algılattığınız, Haluk Bilginer’in tiyatro açısından her türlü övgüye değer katkılarını ayağa düşürdüğünüz, oyuncuların emeğini hiçe sayarak onların karşısında ajan-provakatör gibi bağırıp onları sinirlendirmeye çalıştığınız, kadınların adına söz söylemeye yetkisini elinde bulundurduğunuzu sanarak kadınların akla muhtaç yaratıklar olduğunu ima etmeye çalışıp kadınları basiretsiz gösterdiğiniz, oyun atölyesinin tiyatro salonunun yapımına harcadığı onlarca parayı değersizleştirdiğiniz, aldıkları devlet yardımını haketmiyorlarmış gibi kamuoyuna duyurduğunuz, Tiyatro İşletme sorumlusu Selçuk Aydoğan’ı 11 yaşında çocuğun Selçuk abisi, oyunun yönetmeni kemal Aydoğan’ı "Tiyatro yöneticisi" olarak tanımladığınız, oyunun özenle hazırlanmış kostümlerine dikişi kötü ve boyaları eski diyerek kamuoyunu yanıltmaya çalıştığınız, tiyatro eleştirisi denen kurumun itibarını yazınız ve uslubunuzla yitirtmeye çalıştığınız ve de umut yerine umutsuzluk, sanat tartışmasının doğuracağı aydınlanma yerine ruhunuzun karanlığını üzerimize bulaştırdğınız için sizi hem bireysel olarak hem de ilişki kurmaya çalıştığım tiyatro sanatı adına itham ediyorum.

Sizin yaptığınız tek iyi şey, kendimi ifade etmek ve benim gibi vicdan sahiplerinin olduğunu bu tepki nedeniyle bana göstermeniz oldu.

Demek ki her şerde bir hayır varmış.

Taylan Günay (Murat Belge’nin de çok iyi bildiği Taylan)


Erdal Çiftçi - ( 12/30/2008 )
Eskilerden rahmetli bir abimizin dediği gibi, "aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere".
Sevgili Melih Bey’e diyebiceğim herhangi bir şey kalmadı, yukarıdaki eleştirilerin hepsine katılıyorum. Benim sıkıntım ise, oyun atölyesi cemaatini beğenmeyenlere. İnsanların benzer reflekslere, dünya görüşüne sahip olması, dolayısıyla neredeyse ilkel bir ortak algıya sahip olmaları neden yanlış? İradeleriyle oyun atölyesine sahip çıkanların, bu sahiplenmelerinden hoşnut olmaları neden rahatsız edici? Pre-modern unsurların, post-modernizmin önemli kaynaklarından biri olduğu çeşitli yerlerde savlanırken, modernleşememiz neden onları rahatsız ediyor? Hadi biz yanlışız, bir değer değiliz. O zaman neden sayfalar boyunca, hakkaniyetsizliğimiz, acizliğimiz, kolaycılığımız, pazarlamacılığımız, televizyon düşkünlüğümüz yazılıyor? Ne yaptık? Tiyatroda bir akıl tutulmasına, hazcılığa, körleşmeye, zihinsel gerilemeye mi neden olduk? Eğer bunları yaptıysak vay be bize. Demek ki göremeyecek kadar; insani melekelerimiz kaybettik...


Murat Akdağ - ( 1/5/2009 )
Çok teşekkür ederim elif hanım, çok zarifsiniz... Çok güzel ıspat ettiğiniz gibi yazı yazmakta hayli başarısızım. Ayrıca okadar çok konuda başarısızmki, bilseniz üzülürsüz...
Bu site de, imla kuralları ile ilgili beceriksizliğim için okuyan herkesten, bir özür dilemişdim. Şimdi bitane daha dilemek grekti. Niyetimi yerine yazdıklarımı okuyan herkesten özür dilerim. Aama zaten yazımı okuyan gerçek niyetimi anlar. Anlamaya niyet etmek lkazım...

Ama sizin yadığınız türde bir yazıyı, (muhtevası icabı birşey ifade etmeyen) imla kurallarına riayet ederek yazmaktansa, sizi, bana laf yetiştirmeye (bana laf yetiştirmeniz benim için çok değerli) mecbur edecek bir yazı yazmaya (yine muhteva açısından) tercih ederim.
Yazdıklarımı anlamış olmalısınzki, bana cevap yazıyorzunuz.
Yoksa, "ne yazdığını" anlamadığınız birine cavap yazmanız, sizin benim nazarımdaki hoşluğunuzu zedelemez ama, matığınz açısından bir boşluğa işaret edebilir. Beni ilgilendirmez ama edebilir ne yapalım.

Ayrıca, benimle, anne şefkati ile (yazdıklarınızın şefkat dolu olduğunu düşünüyorum...) ilgilenmeniz beni çok mutlu etti.
Oğuz Atay’ın ruhu şaad olmuştur, Aysel hanım, savunulmaktan mutlu olmuştur, Türk Dil Kurumu size ödül vermek isyteyebilir, ama bir yanlışlık var.
Burada yazı yamanın esas amacına, bir sanat eleştirisi üzerine yürütülen tartışmaya dönmek lazım!
Yani yazdıklarınızda sanat yok şekrim... Tekrar yazıyorum, benimle bukadar ilgilenmeniz çok hoş, ama birazda, Tiyatro, Tiyatro Eleştirisi, Melih Anık, Oyun Atölyesi, Testosteron oyunu ile ilgili yazmak gerek!
Burada yazı yazmanızın tek nedeni ben olamam herade.
Eminimki çok ilginç fikirlerinizi okuyacağız...

Freud’u ne kadar haklı olduğunu bilecek kadar okumadım, ama okuyacağım. Freud’u daha derin okuma fikrini gündemime soktuğunuz için teşekkür...

Birde ben, "postmodern" değilim! Sürecim "postmodern"... Siz de buna şahit oluyorsunuz... Ama valahi, billahi konu ben değilim...
Sygılar...




Mert Fırat - ( 12/29/2008 )
Çok yazık...

Bu eleştiyi yazan şahsın, eleştirinin dozunu kaçırdığı ve dahi işi hakarete vardırdığı aşikardır. Yazdığı sözde eleştiriden medet umduğu kesin olan M.A , ne oyuna, ne oyunculara, ne de yönetmene saygı duymadığını kendi yazısında da alenen belirtmiştir.
Hangi seyirci selam sırasında sahnedeki oyuncuların oynadığı oyuna laf atmakla övünür ? Bu neyin arayışıdır?!

Oyun Atölyesi’nin ve onun mensuplarının kendini savunmaya hiç ihtiyacı olmadığı gibi yüksek izlenme oranı olan bir dizinin ya da dizilerin oyuncularını konuk etmeye ihtiyacı olduğu yorumunu yapmak da gülünçtür. Biz dizilerde oynamazken Oyun Atölyesi vardı ve biz orada çalışıyorduk...

Kraldan çok kralcıların kendilerini tatmin edecekleri başka alanlara yönelmeleri tavsiye edilir ve bu " yorum " diye adlandırdıkları saçmalıkları tekrar tekrar okuyarak nasıl bir şeyi desteklediklerinin ayırdına varmaları kendileri için yararlı olacaktır.

Sözde hassas yaklaşımılarınızı ve yalandan duyarlılığınızın hizmet ettiği çevrelere selam olsun...



Ayça Aykut - ( 12/30/2008 )
’’Tiyatromuz için zenginlik diyebileceğimiz bir sahneleme olduğunu ve de zaman zaman içinize akacak -nedenini çözemeyeceğiniz- tarifi zor bir sıcaklığı hissedeceğinizi söyleyebiliriz.’’ Melik Anık’ın 14 Kasım 2008 tarihinde Mehmet Ergen’in yönettiği Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor oyunu için yaptığı yorumdan alıntıdır.Melih Anık’ın tiyatrodaki zenginliği ve kendisinin de tam olarak adlandıramadığı sıcaklığı Mehmet Ergen’in rejisinde bulmuş olması,Oyun Atölyesi’ni algılayamayışını destekliyor.Melih Anık,sözde övdüğü Haluk Bilginer’in tiyatro anlayışını,tiyatrosunda TV dizilerindeki tanınmış oyuncular var diyerek sığlaştırdığı için...Bengi Günay’ın sahne tasarımını, iki buruşuk ve ayakkabı boyası(!)noktasından algılayarak emeğini hiçe saydığı için... Yazısında sadece tiyatro yöneticisi olarak adlandırdığı yönetmen KEMAL AYDOĞAN’ın tiyatroya verdiği emeği,tiyatromuzla ilgili dertlerini anlayabilme çabası göstermeden,büyük bir cesaretle(!) yoksaydığı için...Oyunculardan,tüm Oyun Atölyesi ekibinden ve bizleri böylesi entellektüel birikimi olmayan eleştiri yazılarına muhatap bıraktığı için....özür dilemesi gerekiyor.
AYÇA AYKUT (oyuncu)


elif türker - ( 12/30/2008 )
testosteron’u seyretmeden önce, oyunun tanıtımında ısrarla geçen "erkekçe bir oyun" ifadesinden rahatsızlık duymuştum, gereksiz bulmuştum. Oyuna olumsuz bir önyargıyla gittim ve çıkışta, bu önyargıyı yarattıkları için kızgınlığım daha da artmıştı. Zira, oyun son derece başarılıydı. Tüm bu düşüncelerimi Oyun Atölyesi mensuplarından olan birkaç kişiye anlattığımda, oldukça alçak gönüllü bir tavırla açıklamaya çalıştılar. Seyircinin zekasına güvendikleri konusunda beni ikna ettiler. Ne yazıktır ki, fazla iyimserlermiş. Sayın Anık’ın Oyun Atölyesi mensuplarına getirdiği "duyarsızlık" mealli eleştirilere pek de güvenmemek gerektiği için bunu anlattım.
Sayın Anık da benimkine benzer bir önyargıyla gitmiş olmalı ki, tiyatroda eleştirilecekleri listeleme telaşına kapılmış. Ve tek bulabildiği de haklı gurur ibaresi olmuş. Oysa Anık şöyle anlı şanlı bir absürdlük görmüş olsaydı, entelektüel camiada (oyunda net bir eleştirisi vardır bunun, gözlerimi kaparım eleştirmi yaparım düsturuyla izelememiş olsaydı Sayın Anık bunu görebilirdi sanıyorum) nasıl da fiyakası olurdu.

"Testosteron: Soytarılar Panayırı" diye bir şeyden bahsedecekti Anık ama unutmuş galiba. Zira ben, Testosteron’un neden bir "soytarılar panayırı" olduğunu okuyamadım. Oyundan çıktığında Anık, bu oyun sadece güldürmeceydi, dediyse eğer ortada ciddi bir içselleştirme problemi olduğundan kuşku duyuyorum ben. Anık, oyundaki sığ erkek zihniyetine getirilen (anlayana) ağır eleştirilere "ee ne var ki bunda" gibi bir düşünceyle karşılık verdiyse durumun vehametini anlatacak söz bulunamayacaktır.

Bir de oyunun "pazarlanması"ndan dem vurmuş beyefendi. Oyundaki oyuncuların dizilerde oynuyor olması ve dolayısıyla seyirci çekecek olmasında ben hiçbir beis görmediğim gibi, fayda da buluyorum. Zira, amaçları bir oyunu sahnelemek değil bu insanların, seyrettirmek. Bu eleştiri, Şebnem Scheffer’in oynadığı oyuna getirilecekti sanırım, rota kaymış, olsun oluyor öyle şeyler arada. Zira, burada bahsi geçen "ünlü" oyuncuların hepsi "tiyatro eğitimi" almış kişilerdir. Komik olmanın lüzumu var mı bilemiyorum. Derdiniz "ironi" yapmaksa da olmamış, gülünç olmuşsunuz.

Velhasıl kelam Sayın Anık, Testosteron oyununa getirmeye heves ettiğiniz eleştirilerin içini dolduramadığınız için oturunuz efendim, sıfır!


didem kantoglu - ( 12/30/2008 )
bir oyunu ve o oyunda emegi gecen herkesi elestirmek icin bu kadar guzel arastırma yapmanız takdire şahaen.
ama üslubunuz kanımca gereksiz ve yersiz.özgür düsünce ve özgür iradeyi savunan biri olarak sizin bir irade eksikliginiz olabilir.insanız herkes hata yapar ama sonucda NEDEN diye kendine sormak gerekebilir.
Sanatın ne olması gerektiginin baskın oldugu bir ulkede yaşadığımızı hatırlattgınız için tesekkurler.Zihniyetinizi ve eleştirilerinizi değiştirmenizi ümid ederim.
Sizin nedeniniz oyunu begenmek dışında değilde emekleri gecen insanlara RTUK çerevesinde uzun bir küfür olarak(argosuz) geçti.kendinizi farkettirme çabanızı alkışlıyorum ve size iyi kapalı gişeler diliyorum...


cem demirok - ( 12/29/2008 )
Ben de oyunu izledim ve cok beğendim.Öncelikle kimse beğenmek zorunda değil.Fakat Melih Bey, bu köşenin size eleştirilerinizi belirtmeniz için verildiğini biliyoruz.Peki siz nasıl asla eleştiri olarak kabul edilemeyecek bir tavırla oyun sonrası oyunculara ve izleyicilere yaptıgınız saygısızlığı ’’büyük bir huzurla’’ yaptığınızı söyleyebiliyorsunuz! Bu köşede yazı yazıyor olmanız size fütursuzca hakaret boyutunda ’’eleştiriler’’de bulunuyor olma hakkını vermez.

Ayrıca,eleştirilerinizin sadece oyuna yönelik olmasını isterdik.Ancak ’’Testosteron adlı oyunu beğenmedim’’ tavrı altında asıl amacınızın Oyun Atölyesini kötülemek olduğunu ve önyargıyla oyunu seyrettiginizi daha oyun biter bitmez,kendinizce ’’beğenmedim’’ fikrinizi "Bizim alkışlarımız emeğinize, oyuna değil" cümlenizle tüm salona empoze etme çabanızdan anlaşılıyor.
Keske oyunu ’’gercekten’’ begenmemiş ve bunu da düzgün bir dille belirtmiş olsaydınız.Biliyoruz ki bu eleştiri eğer samimi ve gerçekçi olsaydı,değerlendirilir ve böylece yaptığınız eleştri yerini bulur siz de en azından Türk tiyatrosuna bir katkıda daha bulunmuş olurdunuz.


Cüneyt Uzunlar - ( 12/31/2008 )
Murat Akdağ, bütün bunlar Kemal Aydoğan’ın hayatını ilişki peşinde tüketmediği, yıllarca bir sanat emekçisi olarak çalıştığı ve "sahte, şişirilmiş san’at akademi"sine biat etmediği için oluyor. Kemal Aydoğan’ın DTFC sonrası sürecine yakından tanık oldum. Kimsenin bir yerini yalamadığını, hatta kimseye eğilmediğini "zulmün, yalanın önünde dimdik durduğunu, sevginin önünde saygıyla eğildiğini." bizzat gördüm. Çalışanın denetleyebildiği açık muhasebeyi onunla tanıdım. Ve onun emeğine ve iyi niyetine dokunulunca bana dokunulmuş gibi hissettim. Ses verdim. Ne var bunda? Faşizm nerde? Haksız olduğuna inandığımız bir şeyi mesela İsrail’i protesto edince de mi faşist olucaz? Bu ne dehşet akıl yürütme! Bu nasıl bir susturma biçimi.

Ama seçkin cenahtan gelen "küfür kâfir" iltifatlardan da gına geldi. Sadece sesimizi çıkardık! Evlerinizi mi bastık? Dükkanlarınızı mı yağmaladık? Sokakta çevirip dövdük mü? Tanrınıza, bayrağınıza, kitabınıza küfür mü ettik? 6, 7 Eylül olayları ne demek? Ne büyük haksızlık. Bu ne aptal analoji.

Fakat bu ülkede biat etmeyen, tedrisattan geçmeyen, farklı bir varoluşu beceren herkes linç ediliyor entelektüel süsü verilmiş çirkin bir dille hem de. Bu yanıtlar hepinize az.

Ayrıca moderni bilmeyen post’unu nerden bilecek? Modern gerici felsefeyle, Modern ilerici sanatı birbirinden ayıramayan ve post-modern terminolojiye ekmeklerini banıp banıp ağzıma sokanlardan bıktım.

Yanıt verme hakkımızı faşizm olarak tanımlamanızı sakın biri kulağınıza fısıldamış olmasın? Çünkü yorumunuzdaki bir tek şey hariç başka hiçbir şey yerli yerine oturmuyor.

Birgün gerçekten konuşabilmek, konuşabilen (diyalektik) bir toplum olmak dileğiyle.

Çoook üzücü. Çoook kalp kırıcı bunlar.

Zâlim zihniyet mazlum pozunda.


Mustafa Kırantepe - ( 12/31/2008 )
arkadaşlar oyunu 2 ay önce seyrettim ...fazla söze gerek yok :) oyunda emeği geçen herkese diyorum ki; ellerinize emeğinize sağlık... yola devam...

Mustafa Kırantepe


Aysel Öztekin - ( 12/31/2008 )
Sayın murat akdağ bir şeyler yazmaya çalışmıssınız ama cehalet ortaya çıkmış. Kavramlar yan yana konarak mesele hakkında bilgi sahibi olunmaz. zavallı "oğuz Atay" tipleri gibi derken bile bir satırlık cümlede meramınızı anlatamamışsınız. Siz de eksikliğinizi görmüş olacaksınız ki Murat Belge’yi yardıma çağırmışsınız. Bir de yazınızda Melih Anık’ı mı Selçuk Aydoğan’ı eleştirmişsiniz belli değil. Ayrıca "modern sonrası" ve "Melih Anık’ın post modern durumu" ne anlama gelmektedir bu konuda da bir şey anlamadım. Kısaca, siz yazdığından bir şey anladınız mı Murat Akdağ.

Tuğçe Tozkoparan - ( 12/31/2008 )
"Ya doğru işler yapar gündeme gelirim ya da olmayacak bir üslupla eleştirmen sıfatı altında çekemediğim oyun atölyesini çirkin laflarımla baltalar öyle gündeme oturuveririm." Siz bütün samimiyetleri ve emekleriyle, biz algıları yetersiz seyircilere(!) her oyunlarında eşsiz lezzetler sunan Oyun Atölyesi ekibini nasıl anladıysanız ben de sizi tırnak içinde belirttiğim şekilde algıladım. Ve ben de size bunları söyleyebilmiş olmanın huzuru içerisindeyim!

Murat Akdağ - ( 12/31/2008 )
Merak ediyorum! Birgün, şevkle,niyetimi okuya meraklılar, yazlarımıda aynı şevkle okuyacaklarmı. Bu yazıda önceliği niyetime verin bari.
Taylan’cım, uslubun çok şeker... Ama seninle 10 sene sonra konuşmak, yazışmak isterim.Eseviye meselesi...

Cüneyt abi, ben senin ilk defa "Seyir Defteri"n de izlemiştim. Daha sonra "Atinalı Timon"da izledim. Aktörlüğüne saygım var... Ama sana "kalp kırmadan" nasıl yazı yazarım bilemiyorum. Kemal Aydoğan için yazdıklarınıza katılıyorum. Ama benden iyi bilmelisiniki, bu yazdıklarınız, onu iyi bir yenetmen yapmaya yetmez... Yönettiiği "Otello", " Hırçın Kız"
"Atina’lı Timon", "Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü" "Evlilikteki Ufak Tefek Cinayetler" ve "Testosteron" oyunlarını izlemiş biri olarak yazıyorum. En iyi Rejisi, Testosteron olduğunu düşünüyorum. Bunu kendisine de söyledim.
Cüneyt abi (size, bir saygı ifadesi olsun diye böyle hitab ediyorum diye rahatsız olmuyorsunuzdur umarım...) faşizim nerde biliyormusun? Adam toplayıp mahahle kavgasına gider gibi, yazıyı lanetkeme çağrısı yapmaktadır. Sizin buna müdehale emmemeniz "Melih Anık, şimdiye kadar, hiç görmediğimiz birşey yapıyor", "başka bir üslubu var", "çok saçma ama o yaptığı için gerçek", "üzerine düşünmek, anlamak lazım" diye düşünmememeniz dedir.
Cüneyt abi, İsrail ile melih anık bir tutmanızmı ilginç, yoksa filistin ile Oyun Atölyesinimi bir tutmanımı karar veremiyorum. Ama ben hala bütün linç çağrılarının, (Melih Anık örneğinde olduğu gibi) kendine benzemeyenleri yok etmek üzere olduğunu biliyorum. Bana gelen mesaj, bir linç çağrısıdır. Bir kendine benzemeyeni yok etme girişimidir. Benim algımda, ev basmaktan, dükkan yağmalamaktan, sokakta çevirip dövmekten, tanrıya bayrağa kitaba küfür etmekten bir farkı yoktur. Sizin için olabilir,Cüneyt abi. Ama benim için bir farkı yok... Ben bu yazım ile "bu ülkede biat etmeyen, tedrisattan geçmeyen, farklı bir varoluşu beceren" biri olduğumu düşünüyorum bakalım beni linç edecekmisiniz. Cüneyt abi kulağıma kimse birşey fısıldamadı ama senin kulağım ile ilgili bir fantazi içinde olabileceğin fısıldansa iyi olurmuş...
Cünet abi, siz bıksanızda, bıkmasanızda insanların "post-modern terminolojiye ekmeklerini banıp banıp ağzıma sokanları" devam edecek. O yüzden benliğinizi merkezden çekin lütfen!
Cüneyt abi umarım kalbini kırmamışımdır. Saygılar...

Aysel hanım, ben sizin yazınızı anladım! Siz benimkini anlamamışsınız... Anlamayana anlatmak bana hep keyif verir. Ama bu seferde anlamazsanız yapacak birşeyim yok... Önce şunu yazmalıyımki zavallı ""Oğuz Atay tipleri"ne çok hoş bir aday olursunuz... Umarım bu cümledeki meramımı anlamışsınızdır. Bir eksiklik hissedersem Murat Belge’ye değil, size bile sığınırım ve bundan hiç gücenmem. Ama benim alıntı yapmamın nedeni burada yazı yazanların eksikliğinden. Hala ne tür bir faşizim içinde olduklarının farkında değiller... Birde yazımda kimi eleştirdiğimi anlamamışsınız. Anlatayım... Ne Selçuk Aydoğan’ı nede Melih Anık’ı eleştiriyorum. Doğruda Oyun Atölyesi’ni cematini eleştiriyorum. Bilmiyorum anladınızmı. Şimdi, anlayacağınız umudu ile, önce modern eleştirmene örnek vereyim... Yazılarını, bir tiyatro tanıtım yazısı içeriğinde yazan... Ne olursa olsun, tiyataronun, değerli olduğunu, oyuncuların kutsal olduğunu, yazarın evladiyelik bir metin yazdığını, tiyatroya gitmenin, en yüksek kültür olduğunu, Biraz dekora, bira kostüme ışığa ve son olarakta oyunculuklara dokunan, giriş gelişim sonuç eşiliğinde körlerin sağırları ağırladığı yazılar yazılmasıdır.
Ben sevdiğim, yani anlayacakmısınız bilmiyorum ama Post Modern, eleştir. Tam, Melih Anık’ın yaptığı gibi, ezber bozandır. Sizi burada ban laf yetitirmeye mecbur edendir. Türkiyede örneğine ilk defa rastladığımız gibi, eleştirilen, oyunun oyuncularının oyunlarını, savcı durumuna getirendir. Tabuları, Mitleri, Kılişeleri, zihinleri alt üst edendir, Kafasının karışmasından rahatsız olmayacak derecede zeki olanın kafasını karıştırandır.
Aysel hanım, anlayacağınızı bilsem daha yazarımda anlamıyorsunuz. Neden anlamıyorsunuz biliyormusunuz, yazılarım yerine niyetimi okumayı tercih ediyorsunuzda ondan...


Selçuk Aydoğan - ( 12/30/2008 )
Bir İnşaat Mühendisinin Sergüzeşti
Nâ-Kâfi

Melih Anık, oyun atölyesi’nin Testosteron oyunu ile ilgili olarak eleştiri kaleme almış, fakat oyunun eleştirisi dışında yazısında her şey var, ben de dahil. Ben de bu yüzden Tiyatro Dünyası’na cevap yazma lüzumunu hissettim. Abdurrahman Çelebilerin toplumda artmaması için…

İki atasözümüzle taksim yaptıktan sonra yazıma başlayacağım.

1- Avkurmasını bilmeyen köpek, köye kurt getirirmiş.
2- Ayının 32 türküsü var 32’si de armut üstüne.

İnsan, inşaat mühendisi olabilir, Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Genel Müdürü olabilir ama sanatçı olamaz ve de eleştirmen. Melih Bey’den, bilmediği bir meslekle ilgili olarak bir şeyler beklemek haksızlık olur, bir oyuncunun beyin ameliyatını becerememesi gibi. (Teşbihte hata olması hakkını saklı tutmak kaydıyla.)

İyi de ben Melih Bey’i neden yadırgadım? Yönetici pozisyonunda mülklerin efendisi olan birinin (başka alanda da olsa) kamusal alanda yalan söylemesi ve bu duruma tiyatro dünyasını alet etmesi hoş bir durum değil.
Peki Melih Bey hangi konuda ve neden yalan söyledi? Hangi konuda yalan söylediğini aydınlığa kavuşturacağım fakat neden yalan söylediği konusunu hekim olmadığım için ben cevaplayamayacağım, bu da hekimlerin işi.

Melih Bey, bir yerde sorun olduğunu düşünüyorsa neden oranın yetkilisiyle konuşmaz da kendisinin kapı görevlisi olarak adlandırdığı (ki oyun atölyesi’nde bu şekilde anılan bir çalışanımız yok) “kızlara” egosunu tatmin etmek için onlara bağırır. İnsanın inşaatçı olması, sermaye piyasası kuruluyla temas etmesi kabalaşmasını gerektirmez. Hadi diyelim ki ekonomideki kriz Melih Bey’i çok kötü etkiledi, yine de ilkel bir davranış. Ancak Melih Bey’in bu durumu Testosteron ile açıklanabilir. Keşke oyunu seyretseydi.

“Bizim seyrettiğimiz gece salonda kendi sözleri ile ‘Selçuk Abi’nin kanatları altında gösteriyi seyreden 11 yaşındaki erkek çocuğun hayat derslerine gösterinin ikinci yarısında devam etmesine engel ve alelacele salondan ‘itina’ ile uzaklaştırılmasına neden olduğumuz için üzgünüz” demiş müfteri. Bu yazıda adı geçen ‘Selçuk Abisi’ benim, oyun atölyesi’nin işletme sorumlusu Selçuk Aydoğan. Melih Anık gibi gayrimenkul zirve toplantılarına katılan zat olmadığım için tiyatroda bu görevi uygun gördüler bana.

Melih Bey’in ilk yalanı: Adına üzüldüğü çocuk, oyunu sonuna kadar seyretti. Oyunun arasında Melih Amcası 11 yaşındaki çocuğu “erkekler” tuvaletinin kapısında sıkıştırıp, neden tiyatroya geldiği konusunda bir güzel azarladı onu kendince, 11 yaşındaki çocuk daha olgun davranarak gerekli cevabı verdi Melih Amcasına. Bütün bunlara şahit olan ben 11 yaşındaki çocuğu gayrimenkulcünün şerrinden korumak için onu arka sıraya oturtturdum.

Oyun bitti Melih Amca salondan çıktı, çıkarken yalanına sakladığı çocuğu görmedi. Çocuk oradaydı, Amcası yalanına bakmadı bile. Belki de gayrimenkul fiyatlarındaki oynaklık, ekonomik dalgalanma çok yormuştu onu, yalanına bakacak takati kalmamıştı.

Tiyatrodan çıkan Melih Amca bir süre sonra tekrar döndü tiyatroya. Belli ki bir şey unutmuştu. Fakat tekrar çıktı, çıkarken de bir şuçlu gibi yüzü öne eğilmişti. Selam sırasında oyunculara da bir densizlik yapmıştı, onun da verdiği utançla yüzünü kaldıramadı, belki de yüze bakacak yüzü kalmamıştı. Dost yüze düşman ayağa bakar derler bu her zaman doğru değildir. Melih Amcanın bizi düşman bellediğini sanmıyorum, sadece yaptıklarından ötürü duyduğu utanç olabilir.

Melih Bey sizi bir gün 11 yaşındaki çocukla birlikte bir kahve içmeye bekliyoruz oyun atölyesi’ne. Biz gayrimenkulden, spk’den konuşmayı beceremeyiz ama insana dair bir iki cümlemiz var. Tiyatro dünyasından birileriyle de gelebilirsiniz. Siteden kalkıp gelmek zor olmasa gerek. Ya da sizi oyuna getirdikleri gibi, 3 kişi gelebilirsiniz.

Bilmem kime yahut neye uydun gittin
Gâhî meye gâhî neye uydun gittin
Erbâb-ı zekâ riyayı mezhep bildi
Bizler dil-i divaneye uyduk gittik

11 yaşındaki çocuğun abisi
Nam-ı diğer Selçuk Aydoğan



Özgün Erdal - ( 12/30/2008 )
Ahmet Cemal Bey’in eleştirmen olanlar/olmayanlar ayrımı yapması pek ilginç. Emlakçı olanlar eleştirmen olmamalılar diyor kendisi ama peki ya eleştirmen olanlar PR’cı olursa ne olur? Bkz. kendisinin Testosteron’la ilgili Cumhuriyet Gazetesi’nin 16.10.2008 tarihindeki yazısına. Basın bültenini "copy-paste"lemek mi desek acaba?
kaynak:http://www.oyunatolyesi.com/oyun_details.asp?p=basin&id=31


Murat Akdağ - ( 12/30/2008 )
Yine adımı yazmayı unutmuş çok özür dilerim... Tiyatro Dünyamız diye başlayan yazı bana ait

Nermin Mutlu - ( 12/30/2008 )
......
-Gariptir ki salondan gelen kıkırdama ve kahkahaların çoğu kadınlardan .. Kadınlar kendilerini aşağılayan esprilere gülüyorlar!.......
( şaşırtıcı-gereksiz-sığ )

bu insan bir tiyatro eleştirmeni ve bu yazı bir tiyato oyunu eleştirisi mi ?
’’ sade seyirci ’’ olarak bana öyle geliyor ki işin içinde iş var ...
yoksa neden zatıalleri hızını alamayıp taa seyirciye kadar eleştiri-hakaretlerini vardırsın ?!...
ben , 7 adamın hepsini ayakta alkışladım,hem oyunu,hem oyunculuklarını ,hem emeklerini alkışladım.hem dekoru hem müziği alkışladım. hatta müziği bir daha alkışaldım.
ve burdan yine teşekkür ediyorum.
uzatmaya gerek yok.

salondaki ’’kıkırdayan’’,kahkaha atan ve ne hikmetse ’’aşağılandığını’’ düşünmeyen kadın seyircilerden biri...



Taylan Günay - ( 12/30/2008 )
Oguz Atay’ın tipleri zavallıdır, neden çünkü Türkiye’de yaşarlar. Ve bu demek ki hepimiz zavallıyız; hem siz isimsiz postmodern sevici hem de ben. Oğuz Atay tiplerinin zavallığını aşan "yeni" bir "durum" Modern sonrası dönemin "isimsiz"liği, yanar dönerliğidir. Bu "yeni"ler korkarkar, büyüklerinden, abilerinden, devletlerinden. Bu nedenle herşeyi göreceleştirerek, acıyı gösteriye, temaşaya dönüştürürler. Bu babanın ve de onun simgelediği devletin pısıraklaştırdığıı bünyelerin davranışıdır.Korkusuz olmak, sorunu tespit edip üzerine yürümek moderndir. Hem birey hem yürek ister. Kendini ortaya koymak ister. İsimsizlik bir tek U.L.Guin ütopylarının ütopyasıdır. Yüzer gezer postmodern anlam dünyası, küçücük bir tepkiden kocaman bir 6-7 eylül olayı çıkarır. Çünkü bildiği 2 tane şeyden birincisi anlamını bimediği faşizm diğeri de Murat Belge’dir. O Murat Belge ki küçücük görüntü parçalarından kocaman toplumsal okumalar yapmıştır; Melih Anık ve de onun ruh halini yansıtan yazısı, onun bu ruh halini yansıtan yazısına arka çıkan postmodernler ve onların derin saptaması 6-7 Eylül olayları ve "Sanatta Faşizm"i görse cihangiri terk eder, Balat’a yerleşirdi herhalde. Hiç merak etmeyin isimsiz cesur kahraman o Murat Belge ki Moda’nın da, samsun cigarasınında, tarihi romanında, hayatla kurulmuş postmodern ilgininde, lüferinde yerini ve anlamını iyi bilir. Siz örnek olarak 6-7eylül olaylarından başka bir örnek biliyor musunuz sayın isimsiz asıl onu söyleyin.

Ben Taylan Günay (ön adıma dikkat edin, sıkı isimdir, isimsizlere pabuç bırakmaz. Murat Belge de iyi bilir Taylan’ı.)


Fatih Koyunoğlu - ( 12/30/2008 )
Hiç birşey yapamıyorsan eleştir gitsin,atış serbest ya tutarsa!Tutmasa da ne kaybedilir ki varlığını ispatlamış olursun! Çamur at izi kalsın! Vur yağmala mütemadiyen...Melih Anık da rüştünü ispatladı işte şimdi şu anda tam da şimdi ...Bakın varsaydık ,eleştirmen dedik tam da şimdi işte...
Oyun Atölyesi ezber bozan tavrıyla daha çok eleştirmen türetecek! Çünki Oyun Atölyesi ’nden önce hepimizin inandığı,ezberlediğimiz, yalanlarımız vardı."Halk tiyatroya ilgi göstermiyor","Halk anlamıyor"vs...Yani bizim için tiyatro hem gidilmeyen gidilse bile anlaşılmayan ,nostaljik bir hadiseydi...Yani salonunuz boşsa ya da oyununuz anlaşılmıyorsa üzüleceğiniz birşey yoktu zaten tiyatro gidilmeyen ve anlaşılmayan birşeydi.Şimdi ise halk bilet kuyruğuna giriyor,maç bileti falan değil,tiyatro biletinin kuyruğuna giroyor ve biletini aldığı oyuna temas ediyor...İşte bu çok sinir bozucu,kafamızdaki tiyatroyu yıktı Oyun Atölyesi.Bu işte bir yanlışlık var o zaman suçlu Oyun Atölyesi...Vuralım ,yağmalıyalım mütemadiyen...


Mert Demirel - ( 12/31/2008 )
Ben Melih Anık beyefendinin bu yazıya sonuna kadar katılıyorum.Çünkü başından beri izlediğim tüm Kemal Aydoğan rejilerinde bu boşluk ve hiçbir temele oturmayan reji anlayışı var.
Ben yaptım oldu mantığıyla yapılan Othello,Hırçın Kız ve diğer oyunlar.Burada kimse Haluk Bilginer ustanın oyunculuğunu tartışmıyor.Ama Kemal Aydoğan gibi bir adamın neden Oyun Atölyesi gibi bir tiyatroda bu konuma geldiği inanılır gibi değil.
Popüler oyuncuları oynatarak belden aşağı esprilerle Hırçın Kız veya Testesteron yaparak tiyatronun bir yere gelmeyeceği aşikar.
Zaten Kemal Aydoğan önemli bir rejisör olsaydı dünya festivallerinin yöneticileri ya da tiyatro akademisyenleri çoktan bu tiyatroyu uluslararası festivallere daver ederdi. Güdük esprilere dayanan, popüler dizi oyuncularının vasat yorumlarla ve hiç bir tiyatro teorisine dayanmayan,hiçbir altyapısı olmayan,hiç bir akademik ve uluslararası platformda tartışılmaya değer görülmeyen Kemal Aydoğan rejileri artık Türk Tiyatrosuna zarar vermeye başlamıştır. BU zihniyetle Oyun Atölyesi kasasını elbet doldurur ama Türk tiyatrosu bir adım öteye gidemez.



elif kısrak - ( 12/30/2008 )
olmaz böyle şey.......

ATİLLA ALPAR - ( 1/1/2009 )
Sevgili oyun atölyesi çalışanları neden anlamıyorsunuz! ismini bile buraya yazmak istemediğim şahsiyet kendini var etmek uğruna 10.yılına girmiş bir tiyatro üzerinden prim yapıyor.Siz yazdıkça o malum şahsiyet daha çok keyif alacak bu durumdan lütfen bu tarz bizans oyunlarına gelmeyin...
Maltepe Üni GSF Oyunculuk Bölümü Son Sınıf Öğrencisi
Atilla ALPAR


Cüneyt Uzunlar - ( 1/1/2009 )
Murat kardeşim, en kısa zamanda görüşmek dileğiyle...

Bizler bugüne değin, bu gibi terbiyesizliklerde sustuk, çamura bulaşmayalım, efendi olalım dedik... Fakat anlamıyorsunuz... O zaman anlatmanın zamanı geldi...

Birbirimize destek olmaktan utandık. Çünkü birbirini koltuklayanlara hep karşı olduk. Ama eşeğin kulağına su kaçırıdınız... Bundan böyle hem tek tek hem de onar yüzer gelecez... Öyle işkembe-i kübradan atanlara kalmayacak meydan.

Efendi olana efendice... Efendiliği bilmeyene de gereğince reaksiyonumuz berdevam....






bengi günay - ( 1/1/2009 )
Mert Demirel size binlerce teşekkür ederiZ. Melih Anık’ın açık açık söylemeye cesaret edemediği şeyi siz bir paragrafta özetleyivermişsiniz. Melih Anık’ın kıvrandığı, bir o yana bir bu yana salınıpta gerçek kimliğinin ifşa etmeyi beceremediği o içinize dert olmuş şeyi Kemal Aydoğan’ı pek güzel tarif etmişsin. Hayat Lunapark gibi soytarısı da var, şarlatanı da var dalkavuğu da var. Melih Anık kılığını değiştirir birden Mert Demirel olur, husumet yazısı tiyatro eleştirisine dönüşür, klik dedikoduları "nutku tutultan" yazı malzemesine dönüştürülür. Teşekkür ederiZ Mert Demirel, binlerce teşekkür yüzbinlerce teşekkür. Aslını beyan eden bu netlikte bir başka yazı olamazdı bu konuda galiba. Şarlatanlar kulübesininin o bir oda zavallı mekanını bize gösterdiğiniz için teşekkürler Mert Demirel. Sizi seyretmek "testosteron oyununu izlemekten çok daha eğlenceliymiş. Siz bayağı Şarlatanlar Kumpanyası kurmuşsunuz, o kimlikten o kimliğe turne yapan. BiZe bu eğlenceyi, bu seyri, bu farkındalığı yarattığınız için size M., size M.ve size M. yani bu sayfada maharetlerini sergileyen tüm siz M.lere sonsuz teşekür ederiZ. Haydi bakalım sahne! oyun başlıyor.

bengi günay
sahne tasarımcısı


Eylem YAPAR - ( 1/1/2009 )
Dünya festivallerinin yöneticileri ya da tiyatro akademisyenleri Türkiye -tiyatrosu- hakkında neler düşünüyor ya da neler biliyor kısaca anlatır mısınız?Ya da kaynak varsa adını verir misiniz?

Burcu Altınöz - ( 12/30/2008 )
Tiyatro oyunu eleştirmeni; hiçbir eleştirmen saygı görmez iken; saygı göreblimek için ne yapacağını bilememektedir. Ben söyleyim kendisine ne yapması gerektiğini.
Şehir tiyatrolarında oynanan 100 bin senelik "klasik" diye tabir edilen uyku getiren oyunları gidip yorumlasın. Bu kadar yenilikçi karşıtı olmasının nedenini oturup tartsın. Oyunun gördüğü ilgi güncel konulara dayanmasından, oyuncuların dinamik ve yetenekli olmasından ileri geliyor. Yeniliği anlamayanlar asla gelişemezler.
Pesimist ve infazcı olan kişi asla birşey üretmediklerinden, yapılan hiçbirşeyin değerini de anlayamazlar. Yapılan işi en iyi seyirci değerlendirerek cevabını oyun sonunda verir.
Ve Perde kapanır. ! :)


Ayşe Huyugüzel - ( 12/30/2008 )
Bir tiyatro eleştirmeni düşünün, hayatı boyunca tiyatro eğitimi almamış bir gayrimenkul danışmanı olsun... Yani işi, sanattan öte pazarlama olan bir insan. Tiyatro’nun nasıl yapıldığı ya da dünyadaki tiyatroları öylesine yalapşap, birilerinden duymayla kulkatan dolma bilgilerle edinsin! Oyun Atölye’sinin bütün oyunlarına önyargıyla yaklaşıp bunu dile getirmekten utanmasın! Bu ülkede neden sanat hakettiği yeri görmüyor? sorusunun cevabı,onun ismi olsun.
Oyun Ayölyesi, bir çok eleştirmenler tarafından eleştirildi, eleştirilecek de... Kimisi iyi, kimisi kötü olan bu eleştirilerden zerre kadar gocunmayan bir tiyatro, çünkü her eleştirinin kendilerini bir adım ileriye götüreceğini bilen bir ekip var Oyun Atölyesi içinde. Fakat, bu eleştiri yazısı bir sanat eseri eleştirisinden uzak, kişisel husumetlere dayalı olduğunu her satırında buram buram hissettiriyor. Cehalet, cesaret ister! Ve ben bu adamın cesaretine hayranım! Bu kişiyi yazar yapan site yöneticilerine de bir sorum olacak? Bu adamın hangi tiyatroları desteklediği bilinen bir gerçek. Bu kadar yanlı yazan birisinin egolarını nereye kadar okşayacak ve bu durumdan kendinize ne pay çıkaracaksınız? Bilin ki, Türk tiyatrosunun kötüye gitmesinde bu ve buna benzer adamları konuşturarak katkıda bulunuyorsunuz! Ben, Oyun atölyesinde çalışmıyorum. Onlarla bir çıkar bağım da yok. Sadece iyi olanı karalayan, kötü olanı da göklere çıkaranlara karşıyım. Lütfen herkes kendine gelsin! ve bu cürreti bir daha göstermesin....


burçin gönül - ( 12/30/2008 )
Oyun Atölyesi Haluk Bilginer, testosteron’un tüm oyuncuları, emekçileri ancak bu kadar anlaşılmayabilirdi ve ancak bu kadar anladığını sanarak "yazı" yazabilirdi bi insan.

oyun broşürünü okuyarak bile anlaşılabilecek bi’ ironiyi, tüm oyunu izleyerek anlamamış olmanız ayrı bir içler acısı durum zaten. bir de üstüne saygısız üslubunuzla kadınları aşağılama cüretini göstermişsiniz.

testosteron ekibinin her bir oyuncusu çok başarılıdır, tek tek dakikalarca alkışlanmaya değerdir, farklıdır ve de.
sizse öyle aynısınız, öyle her yerdesiniz ki.artık sizi bi bakışınızdan, alkış tutuşunuzdan,önyargılarla dolu halinizden tavrınızdan anlıyoruz.farklı yüzlerle hayatımızın her yerindesiniz. emek vermeden karaladıklarınızla, emek dolu bi’ işi eleştiremeyecek(bile) kadar yüzsüzlüğü ele aldınız üstelik..

haluk bilgineri tanıyor , biraz anlıyor olsaydınız kimsenin önüne, senin hakettiğin budur diyerek "bir tabak buharlı su(?) ikram edecek anlayışa sahip olmadığını da çok çok iyi biliyor olurdunuz. acı olansa belki de konmalı, sizin gibilerin önüne çok daha azı konmalı hem de.

yazdığınız yazılar ne kadar okunursa o kadar mı kazanıyorsunuz yoksa, o yüzden mi bunca çaba?

yazılan bazı yazıları faşizm diye adlandıranlar da -zor değil- google’dan çıkan sayfalara baksalar bulurlar faşizm neye denir, nasıl yapılır diye.

hislerinize tercüman olmalı şu dizeler:

çekilmez bir adam oldum yine:
uykusuz, aksi, nalet

yine her seferki gibi haksızım
sebep yok
olması da imkansız
bu yaptığım iş ayıp, rezalet
fakat elimde değil

seni kıskanıyorum
beni affet..










- ( 12/30/2008 )
Tiyatro Dünyamız ve özellikle Oyun Atölyesi cemati, yani "Cihangir Cumhuriyeti"ne düşmanlıkları! Yıllarca modernite ile boğuşup, zavallı "Oğuz Atay" tipleri gibi ortada gezindikleri ve "Modern Sonrası" dönemin nimetlerinden yararlanamadıkları için Melih Anık’ın bu "Post Modern" durumunu anlamakta zorluk çekiyorlar. "Melih Anık"ın yazdıkları bence hiçbir açıdan yadırgatıcı değil. Ayrıca, bir yazardan herhangi bir sanat olayını açıklığa kavuşturmasını beklemek neden? Binlerce yazı yazılır ve sanat tarihi bunları eler zaten! Ama burası II. Dünya ülkesi değil mi? Hiç kimsenin, hiçbir şeye güveni yok...
Ama asıl dehşet verici olan ne biliyor musunuz? Bugün Facebooktaki mesaj kutuma gelen mesaj... Aşağıda yayınlıyorum belki size de 1955’in 6-7 Eylül’ünü hatırlatır... Dikkatinizi çekerim bu mesaj bir sanat kurumumuzdan geliyor.

Sevgili oyun atölyesi dostları, www.tiyatrodunyasi.com’da, "YAZAR" olarak kendine yer bulan "Sadık Tiyatrosever (!!!!!)" Melih Anık, "Testosteron" oyunuyla ve oyun atölyesi’yle ilgili son derece kaba bir dil kullanarak saldırıda bulunmuştur.
Bu eleştiriyi ve eleştiriye gelen tepkileri okuyup "oyunu beğenen ve gülen" seyircilere de "aptal" yakıştırmasını yapan bu adama haddini bildirirsiniz bir kaç kelam da siz edersiniz diye umuyoruz...

Sabrı olup Melih anık’ın diğer eleştiri yazılarını da okuyanlar bu adamın oyun atölyesi’yle bir husumeti olduğunu göreceklerdir...

Şimdiden teşekkürler ve iyi seneler

Her şeyin önüne ya da arkasına faşizm eki koyma meraklısı, heralde Murat Belge okusa “Sanatta Faşizm” derdi.
Ayıp ya!


Reşat Nuri Güntekin - ( 12/31/2008 )
bu zat-ı mıuterem bir 27 mart etkinliğinde DOT’un gerçekleştidiği panelde hiçbir vasfı olmasına rağmen konuşmuş da konuşmuştu! Dedikleri de beş para etmez, saçma sapan bilindik laflardı. 27 martta bu adama kim neden mikrofon vermişti? hala anlamış değilim. Yine bir gün televizyonda gezinirken bu zat-ı muhteremi kendisini profesyonel seyirci olarak tanıtırken gördüm. Profesyonel seyirci terimini ilk defa duymuştum. iyi valla dedim kendi kendime...İnsanlar kendilerini niye gizler? Anlamam. bu zat-ı muhterem bilinen bir tiyatronun önemli üç beş adamından biridir. Zaten, Testesteron oyunun kültür bakanlığına giderken hazırlanmış dosyayı incelemek istemesi de sanırım tam da bu yüzden. Acaba ne yaptılar da aldılar yardımı diye içi içini yemiş belli ki bu zatın. Demem o dur ki; bu adam yüzünden, yakın durduğu tiyatro grubu da asla karalanamaz. Bu zat kendi başına bir bireydir. Ve üzücü bir durum da bir oyun eleştirisi nasıl yapılır en ufak bir bilgisi ve de kendine has bir uslubu da yoktur. Ben, üzülüyorum. Kendini bilmezlere verilen bu gereksiz payeler yüzünden bu ülke iyice kötüye gidiyor. İ

Cenk Devrim - ( 12/31/2008 )
Sayın Mert Demirel ve Mert güven sizler tiyatroyla uğraşan arkadaşlarsınız galiba ama yeter artık uğraşmayın tiyatroyla lakin hiç anladığınız yok...

oyun atölyesi seyircisi



Seda Tansuker - ( 1/3/2009 )
Bu işin okulunu okulunda okumuş biri olarak, demek ki 4 sene boşuna(!) okumuşuz,çok üzüldüm böyle bir ’’eleştiri’’ yazısı okuyunca..
Sevgili meslektaşım Sibel Arslan Yeşilay’ın dediklerine can - ı gönülden katılıyorum.. Çünkü ’’Soytarılar Panayırı’’ adlı yazı bir eleştiri yazısı değil, yorum yazısı olabilir ancak..
Herkesin oyunu beğenme ya da beğenmeme hakkı vardır..Ama eleştirmenim diyorsanız taraf olmamakla yükümlüsünüzdür. Eleştirmen de kendi fikrini söyleyebilir ama; rasyonel olarak çözümlediği yazısının sonunda bir paragraf olarak..
Ortada rasyonel bir çözümlemeden çok, duygularla çözümlenmeye çalışılış bir yorum yazısı mevcut..
Sevgili Oyun Atölyesi yönetmeni Kemal Aydoğan, tüm oyuncular ve emeği geçenler; emeğinize sağlık..Sizleri tekrar tebrik ediyorum..

Tiyatro Eleştirmeni / Dramaturg

Seda Tansuker


Ebru Durusoy - ( 1/3/2009 )
Eleştirmek ve eleştirilmek:"Hindistan’da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yapıtlarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Geleri olarak tanısa da kısaca Ranga Guru derlermiş. Onun yetiştirdiği bir ressam olan Racigi ise artik eğitimini tamamlamış ve son resmini bitirerek Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Ranga Guru;
"Sen artık ressam sayılırsın Racagi. Artık senin resmini halk değerlendirecek."

diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve meydanda en görünen yere koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Racigi denileni yapmış.

Racigi birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki tüm resim çarpılardan neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki. Resmi alıp götürmüş Ranga Guru’ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeni bir resim yapmasını istemiş. Racigi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru’ya götürmüş.

Ranga Guru resmi tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş. Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Racigi denileni yapmış...

Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da boyalar da bırakıldığı gibi duruyor. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış. Ranga Guru demiş ki;

"Sevgili Racigi, sen ilk resminde insanlara firsat verildiginde ne kadar acımasız eleştirebileceklerini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı... Oysa ikinci resminde onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin. Şunu hiç unutma sevgili Racigi, kötü yönde eleştirmek kolaydır, yapıcı eleştiride bulunmak ise eğitim gerektirir. "

Kıssadan Hisse:"Yapıcı eleştiri yapabilmek nasıl eğitim gerektiriyorsa aynı sekilde eleştirilen kişilerin de kendilerini dogru sekilde savunmaları yine eğirim gerektirir.Aksi taktirde tartısmalar seviyesizlik öteye gecemez."
Sevgiler...Bol tiyatrolu günler..


seda yağcılar - ( 1/3/2009 )
eleştirinin niteliğinden oyunun nasıl izlendiği belli oluyor bence... oyun izlenmiş mi yoksa oyun izlemek bir araç olarak mı görülmüş saldırmak için bu çok açık bir şekilde görülüyor... herkesin kendine ait bir fikri yorumu vardır elbette ve olmalıdırda... ama bu şekilde ifade etmek çok gereksiz ve saygısızca geldi bana maalesef... seyirci olabilmek kavramı işte tam burada ortaya çıkıyor... ilk önce seyirci olmasını öğrenelim lütfen melih bey... sonra gerisi gelir bence hem gereksiz düşüncelerden hem de abartılı yorumlardan böylece uzaklaşmış oluruz...

- ( 1/2/2009 )
Bengi Hanım sizi anlamış değilim.Bana ve Melih Bey’e teşekkür etmek yerine eleştirinizi oyunlar üzerinden yaparsanız o zaman daha akademik ve tiyatro adına daha verimli bir tartışma gerçekleşmiş olur.Bir farkındalık yaşadığınızı hiç zannetmiyorum .........

özgür erdal - ( 1/4/2009 )
kırolar cenneti: oyun atölyesi

Ela Özkayalar - ( 1/5/2009 )
Yel-değirmenlerine karşı...

Mürekkep yalamış olmasına rağmen mürekkebi kurumuş mamutlardan, geriye kalan dilindeki pütürün cümleleri ile Tarantino’ya empati kurmak nasıl bir ironidir....
bu ne engin bilgi, bu nasıl bir serbest çağırışımdır bağdaştırabilmiş değil iken sorgulamadan geçemiyorum bu sanatsever neyi eleştirmektedir, alıntılarla kendini açıklayamazken kelimelere mi güvenmez kendisine mi bilinmez ama Ahmet Amcalara Ayşe Teyzelere akıl vermek sözkonusu olurken bu cesareti kim verir nereden bulur, sözünü ettiği ve uslubu ile desteklediği meyhaneden mi ???

Amaca ulaşılmıştır ama tüketen biz değiliz kaldı ki tükenmiş olsa burda bu B-ezdirme politakası uygulanıyor olmaz idi, esas trajedi budur,
birileri saldıracak, yandaşları çıkacak, Çelişkili Baskının Kara Perdesi açılacak, gönüllerince gölge oyunları oynanancak ve bizler seyirci olarak tepkimizi dile getiridiğimizde bunun sorumlusu tiyatro ekibi olacak.
Ezeli hikaye, suç kime atfedilmek istenecekse o gerçekleşecek, sebepsiz ve anlamsız...
Tiyatro ekibine mesleki yargı ile dil uzatabilecek kadar ileri gidilirken oyun mu irdeleniyor bütünü ile yoksa savaş mı ilan ediliyor???
Herşey tüm açıklığı ile gözler önünde iken izledikleirni dahi anlayamayanların art niyeti sergilenirken geriye kalanların abdal olduğu inancındayım ki 11 yaşındaki çocuk dahil , kadın-erkek hepimiz adına birileri özgürce yorum yaparken bizler kendi adımıza söz sahibi olamayacağız...
Önce bir insan sonrasında bir kadın olarak ’erkek’, yani İNSAN türü ortaya konduğunda tedirgin olmanın yanısıra kendi varlığından dahi rahatsız olan zihniyetin şekilciliğinden rahatsız olmaktayım....

11+
Henüz Testosteron hormonu dahi salgılanmamış iken ’göster bakalım amcalara’ altyapısında ’anne, mama’ sözcüleri yeni yeni dillenirken ardından küfürler öğretilen bir kültür yargılanmaz gurur duyulur...

18+ KADIN
Kadınların yerildiğine inanan düşünce kalıpları sayesinde moda gelişmiştir fakat bedenler ve beyinler nefes alamamaktadır....

+18 ERKEK
zevk ve beğeni ile izlediğim oyunun çıkışında kadınlardan ziyade erkeklerin rahatsız olacağını düşünerek yüz ifadelerinden memnuniyet ve medeniyet seviyelerini gözlemlemeyi tercih etmiştim ki bu eleştiri yazısında kolaylıkla görebiliyoruz!

Emeğinize sağlık, çalışmalarınızın ve başarılarınızın devamını KIŞKIRTICI dehşetle bekliyoruz.....

Ayna yüzün uğultusudur M.M
tiyatro insanın aynasıdır, kimi insan kendini aynada görmekten hoşnut olmaz, insan gerçeği herdaim kabullenemez, rahatsız olur aynayı kırmak ister ki uğultusunu duymasın
Ayna Ayna Söyle Bana........

dost başa düşman ayağa.........
oyunun dinamiğinde ne yazıkki ayakkabıların boyalı olup olmadığına dikkat edememiş olmaktan dolayı çok üzgünüm...
Postalların boyalı olmasına kendi mantığı çerçevesinde alışmıştık ama henüz tiyatro sahnelerinde bunun sorgulanmasına hazır değilsek de pabuç bırakmamak lazım....
sahne tasarımcısına bir öneride bulunmak isterim,
M & m anısına sahnenin bir köşesine ayakkabı boyacısı bulunursa geceleri rahat uyuyabiliriz ve buharlı su ibaresinin (ne demekse ??? bilim dünyası sıvının 3 halini ancak açıklayabilmekte) yanısıra bu çok önemli konu burada son bulur.



Soytarılar krallara oynar izleyiciyi bu mertebeye yükselttiğiniz için size tesekkür etmeli...
Ayşe Teyze


Eda Özkayalar - ( 1/4/2009 )
Oyun Atölyesi’nin yaptığı işleri bizler yani seyirciler büyük bir coşkuyla alkışlarken, meğerse bizim tiyatro coşkumuzdan rahatsız olan sözde tiyatro severler de varmış.
Ben özellikle bir ‘kadın’ seyirci olarak -yukarıdaki yazıyı yazmış olan şahsın- yaptığı ‘oyunda kadınların aşağılandığı’ tespitine asla katılmıyorum. O ‘kendi cinsini tespit edememiş olan’ olarak bu oyunu ve beni tespit edebilmektedir?
32 yıldır kadın olarak bu ülkede yaşayan benim aşağılandığım yer bu oyun mudur? Işte bizler tam da bizim adımıza kararlar veren bu “erkek zihinler” yüzünden aşağılanmaktayız. Oyunun yazarı bence cinsini samimi olarak gözler önüne sermekten çekinmeyerek bunu tartışmaya açmıştır, ama bu yazıyı yazan kişi ise cinsiyetini saklamış ama maalesef bu onu daha da fazla görünür yapmıştır.Çünkü ‘kadınların kahkahaları’ ezelden beri erkekleri çileden çıkarmıştır. Bu yazıyı yazan da çileden çıkmıştır. Bence oyunculara da selam sırasında bağırmasının nedeni de budur. Kendince, yeter artık beni ve cinsimin saçmalıklarını daha fazla göz önüne sermeyin demek istemektedir.
Samimiyetleri için tüm oyun atölyesi çalışanlarına teşekkür ederim.
Kadın seyirci.....


 




Can Törtop - ( 1/6/2009 )
BU YAZI YORUMA KAPANMIŞTIR.
YAPACAĞINIZ YORUMLAR YAYINLANMAYACAKTIR !


Şeyda Şaşmaz - ( 1/1/2009 )
yaşamada, yürekli kişi, korkunun önüne geçmiş olandır.
korkak da, korkunun içine girmiş olan..
korkunun ardında bir kişilik bile yer kalmamıştır.
– sen bunu nereden biliyorsun?
gittin de seni almadılar mı?

özdemir asaf - yuvarlağın köşeleri

sevgiler,

kapıcı kız ;)


inan ulaş torun - ( 12/29/2008 )

melih anık, yazınız gereksiz derecede uzun bir küfürdür( yani tanımlamak gerektiği için yazı demek zorunda kaldım yoksa deftere sevgilisinin adını YAZMIŞ 11 yaşındaki çocuktan bile özür dilemem gerekir ;ki diliyorum),halbuki sizinde gayet iyi bildiğiniz gibi türkçemizde kısa ve özlü bi sürü küfür var ,nice büyük yürekli şair yazar ve eleştirmenlerimiz gerektiğinde bunu çok iyi kullanmışlardır tabi ki büyük ve yürekli gibi iki tane zor sıfat kullandığımın farkındayım o yüzden bu türlü bi YAZI yazamadığınız için kendinizi suçlamayın lütfen işte buna çok üzülürüm.google ın dediine göre satın alınan ve kiralanan mülklerle ilgili olduğunuzu duydum o yüzden kostümlerin kalitesizliğiyle ilgili eleştirinize faturayla cevap vermenin (ilgi alanınıza girdiği için)uygun olduğunu düşünüyorum;gerçekten tüm çabam ortak bi dil tutturmaya çalışmak yoksa faturalarlan, borsadan,tapudan ne anlarım ne de hayatımı kazanırım gerçi bu benim problemim sizi sıkmayayım simdi.oyunun yönetmenine tiyatro yöneticisi demek yeni patlayan krizden üreyen bi emlak espirisi mi ? millet olarak krizden kötü etkilendik çünkü bu süreçte bi sürü kötü şey geldi başımıza bunu anlayabilirim.yoksa bi oyunu sevmişiz sevmemişiz ne ki sağlığımız yerinde olsun yeter dimi ama.son olarak;işte benim gibi soytarıları ve sizin gibi soyluları ortak bi çatıda(ki bu çatılarda sizin payınız gerçekten büyük,yağmuru var,karı var,kışı var)buluşturan tiyatro dünyası editörüne derim ki ;
melih anıkın yazısı gibi tahrik ve hakaret içeren yazıları yayınlamak bi kere bile olsa hoşunuza gittiyse artık önünüz açılmıştır ,gün sizin gününüzdür,halka açık panayırlarda yeteneklerinizi görmek isteriz saygılar ..


mert güven - ( 12/29/2008 )
Vay babam, neymiş bu oyun atölyesi. İnanın kızmıştım melih anık’a, ayıp etmiş diyordum ama ne faydalı bir iş yapmış.
örtüyü biraz aralayınca neler çıktı oyun atölyesi’nin içinden. İşte bengi günay, fırat tanış, inan ulaş torun...
ayık mısınız arkadaşlar? bu yazılanlar nedir? bu nasıl uçsuz bucaksız bir faşizmdir, bu ne hırstır? bu ne ayakları yere basmayan bir gruptur? siz kendinizi ne yapıyor sanıyordunuz da böyle kendinizi kaybettiniz?
Kuru eğlenceyi sevmeyenler recep ivedik için neler yazdı da şahan böyle ucuzluklar yapmadı. melih anık’ın yazdığı ne ki bunların yanında. ben yine onu haklı bulmuyorum ama şu ekibi tanımamıza da yardımcı oldu ya teşekkür ediyorum...
Bu nasıl bir ekipmiş yahu. bir de haluk bilginer 1-2 satır yazsa da onu da öğrensek, efsaneyi tamamen silsek aklımızdan...
yazıktır yahu, yazık..


özkan nohut - ( 1/5/2009 )
Soytarılar Krallara Bakabilir
(Hakaret Algısına Katkı)

İlk kalem, ‘yazı’nızın (kimi tırnak içlemeler sizden ilham alınarak sürecektir bu yazıda ve sizinki kadar olmasa da ironik ve pejoratif olmaya çabalayacaktır) konumlanması Melih Bey. Yani yöntem ve biçim olarak taşıdığı içerikle örtüşüp belli bir yazı kategorisine giriyor mu? Ne olarak adlandırmalıyız bunu? Vehmedildiği gibi ‘eleştiri’ terminolojisiyle konuşuyor mu? Biçimlendirme konusunda yeterince yetersiz olduğunuz ortada. ‘Bağlam’ denilen bir şey var ve bütünlüklü bir yazının, kuşkusuz herkes okusun diye kalemlenmiş bir yazının ‘meram’ını daha yoğun ve odaklı anlatması gerekiyor. Tabii ki de o ‘meram’ bir ard niyet silsilesi olarak sürekli ertelenmiyorsa yahut kendine belli kıvrımlar ve kaçış noktaları yaratarak ‘yazı’nın ardına saklanmıyorsa. Başlık, iki konuyu işaretliyor; Oyun Atölyesi (başlı başına hakkında bir şeyler söylenecek belli ki) ve Testosteron(soytarılar panayırıyla karşılanan) oyunu..

Konu, kostüm, oyuncuların emeği, ticari başarı, peki neden vs. vs. gibi alt başlıklandırmalar tek başına okunsa da yazının olumsuz vurgusu günyüzüne çıkıyor aslında. Belki bu da bir tarz meselesidir; kuşkusuz ilkokul kompozisyon dizgesinden bir mek ötesiyle süregiden öğreniminiz boyunca karşılaştınız. Bu bir teknik bilgi kusuru değilse yazının bağlamını tutturamaktan geliyor olabilir mi?. Yahut nereden tuttururuma çıkıyor ki nasılsa ağzınıza ne gelirse tumturaklı bir diskurla sallayacaksınız. Baştan başlayayım.

Yazının tastamam bir sayfasını işgal eden A. Saramonowicz’in Polonya Tiyatrosu’ndaki yerini faş etmeye yönelik uzunca alıntılama çabanız yersiz olmuş. Sadece ikibinli yıllara değinmeniz yeterli olacaktı. Zira yazarın boygösterdiği zaman üç beş yıl öncesine dayanıyor bildiğim kadarıyla ve demir perde ülkelerince keşfedilmiş gözüküyor (laf aramızda bunlar birbirleri tutarlar hala). Adını Grotowskilerin yanına yazdırması da daha himmet isteyen bir iş gibi; hem sanki ayrı kulvarlarda koşuyorlar. Saramonowicz’in yaptığı tiyatro dünyayı değiştirmek gibi bir iddası olduğunu zannetmiyorum. N. T. Yücel’in satırları da sanırım Saramonowicz’in Polonya Tiyatrosu’ndaki ağırlığı üzerine değil sanki genel bir fotoğraf sunmak üzerine, fikir versin diye, alabilene. Yazarın tek başına cismine tiyatro arenasında denk gelinmemesi belirttiğiniz gibi senarist ve sinemacı olmasından da kaynaklanmıyordur sizi temin ederim. Bu sefer de kuşkusuz, Roman Polanski, Krzysztof Kieslowski ve adaşı Andrzej Wajda’nın gölgesinde kalması kaçınılmaz olacaktır. Bu da onun eksikliği tabii. Ya da Polonya çok fazla oluyor, bir şey olabilmek ne kadar zor böyle. Buradan tiyatroların repertuvar seçerken oyun yazarının ülkesinin en parlak yazarları arasında olması gibi bir parametre gözetilmesi gerektiğini anlıyor, öğrenmiş oluyorum. Bunu not alıyorum. Zira kendinizce bir manifestoya varacaksınız böylelikle, benim asıl ilgimi çeken bu..

Pekala bir giriş yapmışsınız güzel, şimdi gelişmeye bakalım. Bakalım ‘kayda değer’ bir şey var mı buralarda. Haluk Bilginer’in hakkını teslim etme tevazuunuzun kuyruğunda ne görüyoruz? ‘O, herhalde tiyatroyu anlayan kişilerin başında gelir ve neyin ne olduğunu da bilir.’ (gerçekten nakış gibi işlenmiş, ayet gibi döşenmiş, hiçbir fenalık taşımayan, samimiliğin ve hakkaniyetin doruğu bir tanımlama bu) cümlesinin ard paragrafı ‘niyet’inizi şak diye ortaya koyuyor. Yani, ‘niyet okuma’ gibi bir durum söz konusu değil. Yazının kendisi başlıbaşına bir ‘niyet’ zaten. Bu sayfada anlaşılan Haluk Bilginer’e ve ‘hempa’larına ( yanında çalıştırdıklarına) giydirilecek. Elbette ki zengin göstersin diye çeşitli zamanlarda röportajlanmış cümleler alıntılanarak. Sayfanın vardığı yer, yani durmadan gelişen, serpilen yazının bu gelişiminin ‘meram’ı H.Bilginer’in Polonya Tiyatrosu’nun nimetlerinden faydalanamıyor oluşu, belki bilmiyor oluşu, bu konuda eksik kalışı, doğru tercihler yapamayışı ve en nihayet Testosteron’u oynamasındaki kötü niyeti, fesat planları, gizli ajandaları, örtük travmaları, Türkiye Tiyatrosu üzerinde çevirdiği al-i cengiz oyunu vs. vs... Yazıda birkaç defa tekrarlanacak ve okuyanı ikna etmek için ‘taklalar atacak’ bu bir paragraflık sorgulu yargıya varmak için çektiğiniz zahmete değdi mi bilemem ama bu ikinci başlıkta ‘kara’ladığınız şeyler de ‘niyet-i sabit’ duyarlığınızı koruyor. Basitçe ve sadece bir oyun eleştirisine yeltenip ona odaklanmak yerine kadim husumetlerinizi de olayın dahline sokup yöntemsizce üfürürseniz olacağı bu. Bakın nasıl bir tuzağa düşmüşsünüz ‘Oyun Atölyesi’nin ‘duruş’undan dem vururken, ‘o fuayesine astığı destek sözleri’nden kendinize bir destek aramaya çalışırken.. Literatür buna ‘ad hominem’ diyor; bilirsiniz, bilmelisiniz. Kestirmecesi, şahsileştirmek.. Türkçede daha okkalı bir karşılığı mevcut: ‘çamura yatmak’ gibi, bağlamsızlıklar içinde ‘zırvalamak’ gibi..

Devam etmeye gerek yok aslında en ‘özgün’ fikirlerinizi burda, bu iki sayfada beyan etmişsiniz. Arkanıza müthiş argümanlar alarak ve toplamda bir elin parmaklarını geçmeyecek ‘pırıltılı’ cümleler patlatarak.. ‘Meram’ (konya değil!) burada nihayete ermiş. H. Bilginer’e duruşsuz, tiyatro çalışanlarına ise topyekün olarak K. Aydoğan’ın şahsiyetinde (adını ağzınıza almaya imtina edip) O’nun hempası ve kuklası demişsiniz. E, oyunu (oyuncuları) da ‘soytarılar panayırı’ olarak afişe etmiştiniz daha hallenmediğiniz bir şey kaldı mı? Ha, evet şimdi sıra yıl sonu faaliyet raporu eskizi formatında ‘kara’layacağınız öbürküler ve giderek bir Melih Anık Manifestosu (MAM olarak geçecektir bundan sonra) oluşturacağınız dehşetengiz detaylar..

Zekasını kısır ve metnini tiyatrodan uzak bir gösteri olarak saptadığınız yazarın yaşadığı topluma göndermeler yapabiliyor olmasını ondan beklenmeyecek bir meziyet olarak alkışmanız sizin sıkı bir külyutmaz olduğunuzu gösteriyor doğrusu. Demek ki ‘doğru’ bir metnin ön koşullarından biri de yaşadığı topluma göndermeler yapıyor olması.. (MAM- (madde 2) !) Bunu yapmayan metin olamaz! diyorsunuz. Metin olunuz efendim, genelde adettendir bu; elden geldiğince yapılır. Ancak, ‘göndermeler yapmalıyım pek çok yapmalıyım ki tiyatroya yakın bir gösteri olmalı’ andavallığıyla değil; bildiğin onu yazan da insan olduğu için ve o toplumsalla, düzenle, işleyişle muhakkak ki bir marazı olduğu için yapabilir bunu. (sanatı tamamen yararsız da görebilir, bir toplumsal yarar gözetmeyebilir pekala da) Yoksa oturup niye yazsın, ticarette daha çok para var değil mi a!

‘Tiyatro yöneticisi’ne olan hasedinizin Shakespeare oyunlarına hem fütursuzca hem de cüretle ‘takla attırmasından’ mütevellit olduğu anlamalıyım galiba. Öyle bir paragraf düzmüşsünüz. Yazık bu Shakespeare’e de yazık; bakın şimdi de mezarında ters dönüyordur eminim. Shakespeare sizinle gurur duyuyor tüm konvansiyonel silahlarınızla onu koruyup kolladığınız için, rahat uyuyor. Sahi, Shakespeare sizin için neden bu denli önemli kuzum; bu kadar sakrosankt? Nedir bu adeta ‘Shakespeare sen kalk ben yatam’ tapınçlığı? Hakkatten anlıyor musunuz onun dilinden, sadeliğinden, insana tereddütsüz temas edişinden? Yanlış olmasın Peterlardan Stein’ın mı Brook’un mu bir lafı vardır: ‘bir metne her şeyi yapabilirsiniz; son kopyasını yakmadığınız sürece’ der. Vaktiniz olursa buradan doğru konuşalım isterim şu Shakespeare hassasiyetinizi ve teatralleştirdiğiniz kutsal hassasiyetlerinizi.
MAM’a ek yapmak lazım: Shakespeare sahnelemeye yeltenen hadsiz, fütursuz olduğu kadar cüretkar da olabilen ‘sözde’ yönetmenler akıllı olsun akıllı! Ta’MAMdır.

Ve ‘soytarı’lar, yetenekten nasibini almamış, cevhersiz, cevahirsiz soytarılar.. Aynılaşıp, tektipleşen, birbirinin sıradan ve sığ tekrarı olan soytarılar.. Onlar zaten bu yazının başlığı. Krallara bakabiliyorlar.

‘Gösteri erkeklik hormonu üzerine’ saptamanız şayet, Woddy Allen’ın ‘Savaş ve Barış’ üzerine ettiği ‘Olaylar Rusya’da geçiyor’ lafından mülhem olabilseymiş tek zekice cümle bu diyebilirdim (sizi ironi avcısı sizi diye). Ama inanın bazı değişiklerle bu, ayni yapı kullanılarak 7 zekice cümle de olabilirdi. (bu cümle paragrafınızdaki manasızlığa denk düşsün diye kurulmuştur, ne kadar manasız olsa da denk olamayacağı da öngörülerek)

MAM’ye bir katkı daha: Sahlenediğiniz oyunu yazıldığı ülkenin gösteri özellikleriyle daha da zenginleştirebilirsiniz. Ama bunu becerebilecek kadar yetenekli olduğunuzdan kuşkuluyum. ( dört etti galiba bu MAM)

KONU: (Bu altbaşlığı müsadenizle pek sevdim, araklayıp kullanacağım; gerçi sizin konunuzda konu konuyu açmış ama olsun.)
Kadınların kendilerini aşağılayayan esprilere gülme bahsine gülüp geçmek isterdim. Ama işte kendinizi ne çok ele veriyorsunuz, nasıl ‘hakikatli’ bir ahlak anlayışınız, dünya-hayat algınız var faş ediyorsunuz böylece; doğrusu samimi bir itiraf bu. Sahneye tek başınıza sizi koyup, tek bir enstrümana üfletseler daha ‘esaslı’ bir gösteri olur, önermesini daha doğrudan ve keskin verirmiş. ‘erkekçe bakış ve ayrımcı dil’ diye bağırıyor bas bas değil mi oyunun tanıtım yazıları vs.. İşte sizce üzerinde tek laf etmeye deymeyen oyun bir vuruşta maskenizi alaşağı etmiş. Aaa Kral çıplak! yapmış sizi. Başta söylemiştim, savruk ve odaksız ‘kara’lıyorsunuz diye. Bakın nasıl da kolaymış ‘nesne’sini bulmak ve ona seslenmek. Sizin tam da yapamadığınızı yapıyor oyun, tam da hedefi onikiden vuruyor. Bir yerlerden ironik geliyor mu? Bu sakatlanmış ergen dilini duvara toslatacak bir de şöyle bir şey var bakın:
“Erkeklerin nasıl ciddi durabildiklerine şaşıyorum. Vücutlarından ayrı, kendi iradesiyle kalkıp inen şu uzun, narin, sarkık şeyleri var.. Ben bir erkek olsaydım, sürekli kendime gülüp dururdum. ( Yoko Ono)”

Hemen bir MAM’ımız daha geliyor: Tiyatrolarda kadınlar kendilerini ‘aşağılıyan’ esprilere gülmezler. Buna ironi diyenin alnını karışlarım!

Diyorsunuz ki ‘tiyatro yöneticisi’ kolaycılığa kaçmış ve hemen el altında duran bir ilişkilendirme kullanarak çok mühim bir keşifmiş gibi Tarantino benzerliğini kullanmış, dahası buradan kendisine ve oyuna bir ‘felsefi derinlik’ biçmiş, vehmetmiş. Şimdi şiddetin bir felsefesi olur tabii. Haset, kıskançlık ve açgözlülük üçgeninde biçimlenen bir şiddet yansıması ve nefret söylemine varan derin bir felsefi ağı var bu kavramların. Ancak Tarantino’dan bir felsefi derinlik çıkacağını düşünmek safdillik olur. Kendisi de kolay tüketilebilir işler yaptığını söylemekten gocunmaz. Daha çok, şiddetin ve kanın güzel bir görsel malzeme olduğunu söyler. Dikkat ederseniz son dönemler onu stilize etmekle bozacaktır kafayı. Sıradan hikayeleri kanla ve vahşetle bezemeyi sever. Bu oyunun Rezarvuar Köpekleri’yle olan teması açıktır işte, erkek dünyası, bol erkekli bir şiddet dili, komik ve aynı zamanda erkek muhabbetli, geyikli yani. Orada dönmesinin sebebi aralarında bir benzerlik olması ve seyirciye bak görsel hafızanı tazelemek ister misin, bu dünya böyle bir dünya işte, demesi. Bir yandan kendilerini izlemesi komik yani o adamların. Ne ‘saçmalığı’ kurtarsın diye ne de başkalarının ‘derinlik’lerini eşelemek maksadıyla. Kimsenin ‘vaaay Tarantino, ulan amma felsefeli bir şey oldu şimdi, acayip göndermeler yüklü’ dediğini sanmıyorum. Artniyetli değilseniz küçük bir hoşluk olarak değerlendirip güler geçersiniz ya da yine artniyetli değilseniz fazladan bir boşluk olarak olumsuz değerlendirip güler geçersiniz. Ancak oyunu topyekün ‘sahne saçmalığı’ olarak görmek isterseniz oturur evinizde çizgili pazen pijamanızla Rezervuar Köpekleri izler ve her karesinde ayrı bir derinliğinizi keşfeder şifa bulursunuz.

MAM: Derinliğiniz yoksa oyunla alakalı bile olsa ‘felsefeli’ diye başka disiplinlerden göndermeler yapmayın. Derinlikli birileri izler rezil olursunuz sonra.
Bu başlığa eklenebilecek son söz ‘felsefi derinlikli’ olsun: “Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı. (L. Wittgenstein)”

Tiyatroya yardım, pantolonlar aşağı ….., ticari başarı ‘konu’sunda bir şey diyemeyeceğim, hesap kitaptan anlamam. Siz bu ‘kara’lamanın konusudur diyorsanız öyledir. 18 yaş meselesine, abartılı alkışlara, dizi oyunculuğuna gelince yeterince cevap verilmiş, sadece birkaç MAM çekip bırakacağım.

MAM: Tiyatroda Pipi: Çocukları cinsellikli tiyatrodan uzak tutmalıyız. Hayatta olmadığı gibi çocuklukta da cinsellik diye bir şey yoktur çünkü. Hatta Freud diye de bir şey yoktur. Allah muhafaza ‘pipi’ etrafında kopan fırtınaları anlamaya başladı mı vay halimize. +18 ibaresi bir tavsiye olamaz, yasak olmalıdır ve yasağa uymayan çocukları tuvalette sıkıştırmalıyız, abilerinin pipisine de elektrik vermeliyiz.
MAM: Tiyatroda Afiş: Tiyatroda afişler çok önemlidir. Afişleri yırtmamalıyız. Üzerinde yarı çıplak fotoğraflar gördüğümüzde tükürebiliriz onlara. Tiyatroda afiş ‘pazarlama’ aracı değildir. O da başlıbaşına bir şeydir. Başka bir şeydir. Onları seyirci çekmek gibi bir ahlaksızlık amacıyla kullanmamalıyız.
MAM: Tiyatrolarda dizilerde oynayan oyuncu oynatmamalıyız. Dünyanın hiçbir yerinde yok böyle bir şey. Dizi oyuncusu dizi oyuncusu, sinema oyuncusu sinema oyuncusu, tiyatro oyuncusu tiyatro oyuncusudur. Dünyada herkes bir işi yapar. Mesleği aynı olsa da kendisine bir alanı seçer. Yalnız gayrimenkulcüler tiyatro eleştirmenkciliği de oynayabilirler.

MAM: Tiyatrolar seyirciyi az kullanmalıdırlar. Dönemsel başarılar için az uzun vadeli başarı hedefliyorsanız çok kullanabilirsiniz. Seyirci kullanılabilen bir şeydir.

KOSTÜM: (bu başlık da pek hoş doğrusu, aynen araklıyorum) Herhangi bir oyunun kostümü, dekoru toplamda sahne tasarımı yorumu bu ülkede ışıkla birlikte en ‘klişe’ geçilen alanlar maalesef. Nereden doğru değerlendireceğimizi bilemiyoruz galiba ondan. Oyuncuya soytarı, yönetmene derinliksiz diye şıptırıveririz ama sahne ya da ışık tasarımcısına nasıl vuracağımızı bilemeyiz. Aksi de geçerli,nasıl takdir edeceğimizi de bilemeyiz. Öveceksek , ‘aman ne de güzel yakışmış kostümler aman da ışıklar ne anlamlı ne aydınlatmacı’ manasına gelen üç beş cümleden fazlasını kuramayız. Fazlasıyla ‘derinlik’ de ister belki bu konular ondan. Herkesi kör alemi sersem sanan zihniyet ise kendi nasıl görüyorsa öyledir beller. Öyle kumaş cacık, papuç çakma diyip sıvışılmaz; öyle olduğunu varsaysak bile tiyatroda tasarım bütünlüklü bir şeydir. John Galliano defilesine mi gittik? Dekor nerede, ışık n’oldu, ya müzik? Yeriniz mi kalmadı işin ‘ticari hinliklerine’ kafa patlatırken.
MAM: Tiyatro eleştirmenkine not: Sahne tasarımı konusunda tırnak kadar bir fikriniz yoksa papuçlar bu konuda sizin imdadınıza yetişir. Onlar ki muhakkak bir şekilde yıpranırlar.
Ve son MAM.. Ve Manifesto taMAM!
MAM: Tiyatro seyircisine not: İzlediğiniz oyunu diyelim hiç beyenmediniz. Ama salonun çoğu cömertçe alkışlarını armağan ediyor, etsinler onlar şüphesiz cahildirler. Beyenmezseniz alkışlamayınız diyemeyeceğim. Çünkü bu bir tür mahalle baskısıdır. Herkes çılgınca alkışlarken siz bu baskının altında ezildiğinizi farkedersiniz ve katılmak durumunda kalırsınız. Velev ki çok karakterlisiniz, tabii ki alkış malkış takmaz çıkıp gidersiniz hatta oyunu izlememe hakkınız da vardır; sıkılınca çıkıp gidersiniz ama diyelim finale kadar orada kaldınız ve alkışlamak zorunda kaldınız. Bunun kılıfı hazırdır: ‘bizim alkışlarımız emeğinize, oyuna değil’ diye sahneye laf atın. Böylelikle ‘ahlaklı’ davranmış olmanın kıvancıyla salonu ferahça terkedebilirsiniz.

Bu sıradışı ‘put kırıcı’, ‘tabu devirici’ değerlendirmenizi okuduktan sonra iyi ki ‘klasik’ değerlendirmemişsiniz dedim. Öyle yapsaydınız en fazla sıkıcı olurdunuz, ve başka olduklarınızı anlayamazdım; şimdiyse neyseniz o olmuşsunuz.

Yukarda atlamış olabileceklerimi tekrara kaçmaktan da çekinmeyip ekleyeyim. Bu arada bu MAM’ların tiyatro dünyamızdan hakettiği ilgiyi göreceğinden şüphem yok.

Oyun Atölyesi H.Bilginer’in şöhretinden nemalanıyor, trübüne oynuyor, popülist işler yapıyor vs. vs. diyiverin, kasmayın.. En azından saflarınızı sıklaştırısınız,safınız belli olur.

Bir oyunda ve kurumda çalışanların iş tanımı ve deruhte ettiği işler bellidir. Sanatsal, idari ve teknik kadro olarak hepsinin bir titri vardır. Bu sitede icra ettiğiniz işin mektebini okuyanlar bu işin amentüsü olarak terminolojiyle konuşmayı bellerler. Hiç bir şeyden çakmasalar dahi, oyuna oyun, yönetmene yönetmen, oyuncuya oyuncu, sahne tasarımcısına sahne tasarımcısı vs. demeyi bilirler. Tevellüd itibariyle bunlara sırasıyla piyes, rejisör, aktör-akrist, esvap tedarikçisi felan diyebilirsiniz tabii. Edep skalasına göre şöyle denir ancak: yönetmen: tiyatro yöneticisi; oyuncu: soytarı vs.. Ayrıca, kapı görevlisi ve gösteriye katkıda bulunanlar ekseriya yoktur. Katkıda bulunan olarak en fazla ‘efes pilsen’ vardır ki, ticaret ve bilimum piyasalar başka bir eleştirmenkliğin konusu olabilirler. Şimdi ben bir adınız olduğunu bildiğim halde size nezaket sınırlarını zorlayıp ‘kerameti kendinden menkul elenştirici’ desem ve bunu esas işiniz olan gayrimenkulle (bu belki de bel altından vurmayı siz başlattığınız için bu kadar ‘eleştirilerin peleseng’i oldu ha?) ilişkilendirip ihsas etsem bu sadece zerafet yoksunu bir tanımlama olmakla kalmaz bilinçli bir sataşma olur ve belki de ben size hakaret etmiş bile olurum.

Bir eleştiri yazısı nesnel, rasyonel olmak zorunda değildir diyelim. Taraf da olabilir hadi. Ancak ne olursa olsun itibar görmesi için bir yöntemi olur, biçim ve içerik (biçerik!) paydalığı olur, omurgası olur, belli tezleri olur ve bunları makul bir biçimde savunur, az biraz da olsa uslubu ve özgünlüğü ve tutarlılığı vs. olur.


Son olarak: 60’larda bizim Beatles’ımız Rolling Stones’umuz olan iki grup vardır. Onları aratmayacak çekişmelere sahne olmuş o yıllar, okuyoruz bunları tabi. Koyun ve Öküzler.. İşte bu Koyun grubu 62’de bir albüm çıkarır ‘operaya gittik bir şey anlamadık evet’ diye. Ardından nazire olarak Öküzler grubunun kurucusu Cevher Dikayak bir 45’lik patlatır. ‘operaya gitmiyorum eksikliğini hissetmiyorum’ diye.
Şimdi bunları niye yazdım. Tevellüdünüz tutar hatırlarsınız, dinlersiniz belki diye.
Şöyle de okunabilir gayet:
‘tiyatroya gittik bir şey anlamadık, evet’
‘tiyatroya gitmiyorum eksikliğini hissetmiyorum’

sincerely ö.n.



Murat Akdağ''a Cevaptır! / elif türker - ( 1/5/2009 )
ne kadar da sakin ve ılımlı bir üslupla zekanızı sergilemişsiniz efendim. Hadi hep birlikte Murat Bey’i alkışlayalım. Ama önce durun, Murat Akdağ’ın şu cümlesine bakalım: "Ben sevdiğim, yani anlayacakmısınız bilmiyorum ama Post Modern, eleştir"

Şimdi, yazmaya çalıştığı "şey" boyunca Murat Akdağ "anlamamışsınız, anlayamazsınız ki zaten" gibi ifadeler kullanmış. Efendim, Türkçe yazsaydınız pekala anlardık. Sizi ilkokula göndermek durumundayız. Maalesef siz henüz cümle kurabilme kabiliyetinden yoksunsunuz. Ha, şimdi kalkıp da bana, ben postmodernim, gibi beni gülmekten yerlere düşürecek bir cevap verebilirsiniz elbette. Güzel olur, eğleniriz de, bu size rezil bir Türkçe’ye sahip olup da birilerinin zekası hakkında yorum yapma hakkını tanımaz! Hele hele, asıl beni ifrit eden "zavallı Oğuz Atay tipleri" gibi son derece kendini bilmez bir sözü sarf edebilme hakkını ASLA VE KAT’A vermez. Oğuz Atay okuyup da kendini "entel" sanıp, her türlü gafı yapıp "Oğuz Atay ironisi yaptım anlamadınız" çakallığı yapmaya çalışanlardan bile daha gülünç oldunuz gözümde. Oğuz Atay, tıpkı Edip Cansever’in şiirde yaptığı gibi, "ne gelir elimizden insan olmaktan başka" çığlığını duyurmaya çalıştı her satırında. Siz buna "postmodern bir kişilik" olarak "oha falan olup", "ay çok ezik" filan diyorsanız o ayrı. (Tarih neyseki bizden yana) Ama postmodernizmin yazılışını bile bilmeden Oğuz Atay tiplerini birilerine hakaret amaçlı kullanabilecek denli donanımlı görüyorsunuz kendinizi, vay be. Aman tanrım bu nasıl bir şişirilmiş benlik algısıdır. Kaldı ki, ben eminim ki, Aysel Hanım sizin o hakaret amaçlı sözünüzden ve özellikle de "siz" onu hakaret olarak kullandığınız için gurur duymuştur.

ve nihayet Freud ne çok konuda haklıymış. Özellikle de yansıtma konusunda.

Saygılar...


Timur Acar - ( 12/30/2008 )
melih anık o akşammki halinizi hiç unutmayacağım.. yani mesleğe yeni başlamış birisi olarak bir eleştirmenin böyle bir tavır sergilemesi zaten yanlı bir tutumla o salona girdiğini çok açık bir biçimde gösteriyor... ayrıca şuraya yazı yazıp bengi günay ın üslubunu eleştirenlere soruyorum.. bu tip bir yazıya başka nasıl bir şiir yazılırdı ki? oyunla ilgilii satır aralarında bile bir eleştiri yok... emeğe saygı diyosunuz, bu yüzden alkışladım diyosunuz... hayır efendin sizin emeğe saygı göstermenize gerek yok. sadece yazılarınıza emek harcarsanız daha iyi olur bence ... sahnede oyun oynayayn oyuncunun sizin saygınıza ihtiyacı yok...

malesef oyun atolyesini herkes yanlış algılıyo.. tıpkı sizin gibi. yazınızın başında haluk bilginer den bahsediyorsunuz? şunu bir türlü aşamadınız hala oradasınız ya bırakın haluk bey i rahat etsin adamcağız. oyunu biz oynadık yöneteni de Kemal Aydoğan dı....

testosteron oyununa bu haksızlığı malesef yapamayacaksınız
çünkü gerçekten de çok temiz bir iş olduğuna inanıyoruz. biz bu işi çok temiz bir yerden bakarak yapıyoruz.kirli hiçbir şey yok aramızdaki ilişkide ve bu yüzden de başarılı bir tiyatro kurumudur oyun atolyesi. çünkü bu atolyenin kurucuları,yöneticileri,çalışanı,oyuncusu,sahne tasarımcısı,ışıkçısı hepsinin bildiği tek birşey vardır. EMEĞE SAYGI.....

TİMUR ACAR (soytarı)


Ayhan Özlü - ( 12/30/2008 )
Tüm tanıdıklara, facebook grubu üyelerine mailler gönderek melih anık’ı protosto etmeye davet etmeniz çk faydalı olmuş bence. hatta biraz da kömür dağıtırsanız bu soğuk kış günlerinde beklediğiniz desteği gariban halkımızdan da fazlasıyla alırsınız...

Cem Uslu - ( 12/30/2008 )
Sayın Melih Anık,

Kim olduğunuz beni ilgilendirmiyor. İnternette ya da bir başka yerde hakkınızda herhangi bir araştırma yapmadım. Yazınıza yapılan yorumlardan anladığım kadarıyla emlak işleri ile de ilgileniyormuşsunuz. Olabilir. Bu da beni ilgilendirmiyor. Aynı zamanda hem çok iyi bir iş adamı hem de yetkin bir eleştirmen olabilir, bu iki mesleği de ayrı ayrı büyük bir başarıyla sürdürebilirsiniz. ‘Eleştirmen’ sıfatını nasıl kazandığınızı da bilmiyorum. Bu işle ilgili herhangi bir eğitim aldınız mı, herhangi bir okuldan mezun musunuz?... Zerre kadar umurumda değil. Tiyatro ve/veya eleştiri üzerine dünyanın en saygın kurumundan mezun olmuş başarısız bir eleştirmen olabileceğiniz gibi zaman içerisinde kendi kendisini yetiştirmeyi başarmış saygın bir isim olmanız da mümkün.
Oyun Atölyesi’nin, Haluk Bilginer’in, Andrzej Saramonowicz’in, Kemal Aydoğan’ın ya da herhangi bir başka ismin kim olduğuyla da ilgilenmiyorum.
Ben tek bir şeyle ilgileniyorum:
Ben, tiyatro sahnesinde bir oyun izledim. Adı ‘Testosteron’du. Bu oyunu Andrzej Saramonowicz yazmış, Oyun Atölyesi sahnelemişti; bir başkası yazmış ve bir başka kurum da sahnelemiş olabilirdi. Bu benim ilgi alanım dışında.
Sonra da bu oyunla ilgili bir eleştiri yazısı okudum. Adı ‘Testosteron: Soytarılar Panayırı’ydı. Bu yazıyı siz kaleme almıştınız; bir başkasının elinden de çıkmış olabilirdi. Bu da benim ilgi alanım dışında.
Benim ilgimi çeken sadece iki şey var: Seyrettiğim oyun ve onu eleştiren bir yazı. Şimdi yapmaya çalışacağım şey ise izlediğim bu oyunla okuduğum bu yazıyı yan yana koyup kendimce bir değerlendirme yapmak olacak.

Öncelikle, 20. yüzyıl Polonya tiyatrosu tarihi hakkında aktardığınız bilgiler için teşekkürler. Ne güzel, daha önce hiç duymadığım bazı yeni isimler (ve örneğin, Ölüm Tiyatrosu gibi bilmediğim bir tür) öğrendim sayenizde. Nesnel bilgilerdi bunlar ve bende yazınıza karşı bir güven duygusu uyandırmıştı başlangıçta.
Fakat sonradan anladım ki tüm bu isimleri alt alta sıralayışınızın tek bir nedeni vardı: Andrzej Saramonowicz’in adı bu ‘Polonya Tiyatrosu Büyük Tiyatro Adamları Yüzyıllık Gurur Tablosu’nda yoktu. Üstelik bu adam öncelikle bir senaryo yazarı ve sinemacıydı. Aman Tanrım!... Nasıl olurdu da Oyun Atölyesi, Polonya tiyatrosu tarihinde onca büyük adam varken bu adı sanı duyulmamış, hatta bizzat oyunun çevirmeni tarafından bile önemsenmemiş genç adamın oyununu seçebiliyordu? Bu olacak iş miydi? Haluk Bilginer uyuyor muydu?...
Bu noktada, yolun çok başında olan genç bir tiyatro insanı olarak sizden bir ricam olacak Sayın Anık: Vaktinizin olduğu bir ara, hangi ülke tiyatrosundan hangi yazarların oyunlarının sahnelenmeye değer olduklarına, buna karşın hangilerinden uzak durulması gerektiğine dair bir liste hazırlayıp biz ne yaptığını bilmeyen acemi tiyatrocu güruhuyla paylaşır mısınız acaba? Zira değerlendirmenizden anlıyorum ki Türk tiyatrosunda bu konuda ciddi bir otorite boşluğu söz konusu!

Ama biz burada çok da oyalanmayıp yazınızın üzerinden gitmeye devam edelim.

Yazdığınız yazının neredeyse çeyreğinde Haluk Bilginer ve onun Türk tiyatrosu için değerinden, kendisinin Türk tiyatrosu ve genel olarak tiyatro sanatı hakkındaki görüşlerinden, ayrıca sahibi olduğu tiyatro kurumu hakkında söylemiş olduklarından bahsediyorsunuz. Ve burada çok ayıp bir şey yaparak şu cümleyi kuruyorsunuz: “Onun bu ödün vermez tavrı, yanında çalıştırdıklarını da ‘… … …’ diye söyletir.”
Yani Haluk Bilginer bir ‘patron’ olarak döner koltuğunda oturuyor. Tabi her patron gibi yanında birilerini ‘çalıştırıyor’. Kim oldukları, o kurum içinde hangi görevleri üstlendikleri (mesela bu adamların arasında, bu kurum içerisinde 9 adet oyun yönetmiş bir rejisör vardır belki... ya da bir o kadar oyunun ışığını, müziğini, sahne tasarımını vs. gerçekleştirmiş adamlar da olabilir bunlar) zerre kadar önemli olmayan bu adamlar da onun ‘bu ödün vermez tavrından’ cesaret alarak sağa sola atıp tutuyorlar!
İsimlerini zikretmeyerek, kendilerinden “öyle bir takım adamlar” tavrıyla bahsederek insanları kendinizce ‘önemsiz’ kılabileceğinize gerçekten inanıyor musunuz, Sayın Anık?

Kendisinden ‘Tiyatro Yöneticisi’ sıfatıyla bahsettiğiniz (evet, kendisi o tiyatronun yöneticisidir; bu, kurumun internet sitesinde de açıkça yazıyor. Ama aynı zamanda, eleştirmeye yeltendiğiniz oyunun rejisörüdür de. Ve sanırım bir oyunun ‘rejisi’ hakkında kalem oynatılmaya kalkıldığında, o oyunun rejisörü için ‘rejisör’ yerine ‘tiyatro yöneticisi’ demek pek de anlaşılabilir bir şey olmuyor) Kemal Aydoğan için “Shakespeare oyunlarına fütursuz bir cüretle ‘takla attırmakta’ kendini ‘özgür’ gördüğü” değerlendirmesinde bulunmuşsunuz.
Yolun başındaki genç adam olarak sizden bir ricam daha olacak Sayın Anık: Shakespeare oyunlarına ya da onlara benzer diğer klasik eserlere ‘füturlu’ bir cüretle nasıl takla attırılır, bunu açıklar mısınız acaba?
Yani şimdi siz şuna inanabiliyor musunuz gerçekten?: Bir adam çıkıyor, Türkiye’nin en prestijli tiyatro kurumlarından birinde bir oyun sahneye koymaya karar veriyor, bunun için de Shakespeare gibi dünya tiyatro edebiyatının en popüler, hakkında en çok yazılıp çizilmiş, tiyatro sanatıyla ilgili ya da ilgisiz herkesin hakkında iyi kötü bir fikir sahibi olduğu ya da en azından adını duymuş olduğu ozanının bir oyununu seçiyor ve hiçbir bilgi birikimi olmadan, okumadan, araştırmadan, üzerinde günlerce, aylarca düşünmeden, tartışmadan, sadece ve sadece ‘kendini özgür gördüğü’ için oyunu elden geçiriyor, sizin deyiminizle ‘taklalar attırıyor’!... Buna ihtimal verebiliyor musunuz gerçekten?

Ve gelelim belki de en başta söz etmemiz gereken şeye, yazınıza seçtiğiniz isme: Soytarılar Panayırı!...
Bu isim tek başına başlangıçta benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü önyargılı davranmak istemiyorum. Ama yazınızın ortalarına yaklaştığımda, bu başlığa adını verdiğini anladığım şu satırlarla karşılaşıyorum:
“… Ama sahnede 7 kişi olmalarına rağmen, ‘Ayni enstrümanı üfleyen 7 kişiden’ orkestra çıkmasının olanaksızlığı nedeniyle ortaya tekdüze ‘Soytarılar Panayırı’ çıkıyor.(Keşke gerçekten "soytarı" olabilselerdi diye de geçiriyoruz içimizden!) …”
Bu yaptığınızın bir eleştiri değil, bir hakaret olduğunu siz de pekâlâ biliyorsunuz. Sahnede ter döken oyunculara ‘soytarı’ diyorsunuz. Üstelik parantez içinde yazdıklarınızdan anlıyorum ki burada Elizabeth ya da Commedia dell’Arte tiyatrosunun saygın soytarılarından da bahsetmiyorsunuz (gerçi bu parantezi açmamış olsaydınız da neyi kastettiğinizi anlardım, Sayın Anık. Zira ben bir okuyucu ve seyirci olarak sizin tahmin ettiğinizden daha zekiyim).
Bu saygısızlığı yapıyor, az sonra da şununla övünüyorsunuz:
“Gösterinin sonunda salonun yüksek sesli beğenileri(?) arasında en ön sıradan sesimizi duyurabildiğimiz oyunculara ‘Bizim alkışlarımız emeğinize, oyuna değil’ diyebilmiş olmanın huzuru içindeyiz.”
Bir kere şu zırvayı artık bir yana bıraksak mı Sayın Anık?: Lütfen artık emeği alkışlamayın! Bunun ne kadar samimiyetsiz bir kandırmaca olduğunun farkında değil misiniz? Zira dünya üzerinde emek harcanmadan yapılabilecek tek bir iş dahi yoktur. Yapılan işin niteliği önemli değildir; iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış her iş emek ister. Sözgelimi, bir hırsızın da gerçekleştirdiği soygun için harcamış olduğu şey ‘emek’tir. Bir heykeltıraş da kapitalist bir patron da yaptıkları eylem için bir ‘emek’ harcarlar. Bu durumda, yapılan işin içeriğinin değil de sadece o iş için harcanmış ‘emeğin’ takdir edilmesi son derece saçmadır. Bu bakış açısıyla –diyelim ki- bir katile şunu söylemeniz gerekir: Yaptığın iş korkunç, bunu kesinlikle beğenmiyorum fakat bu iş için harcamış olduğun emeği takdir ediyor, alkışlıyorum.
Oysa en fazla şunu alkışlayabiliriz sanırım: Gerçekleştirilen eylemdeki ‘iyi niyet’i. Bu durumda katilimizin, cinayetinin iyi niyetli bir amacı olduğunu iddia etmesi en fazla ‘trajik’ olabilir ve aklı başında bir insanı kandıramaz. Biraz açarsak:
Bir sanat eseri için de söz konusu olabilir bu. Diyelim ki bir oyun izledik ve maalesef çok kötü bir oyundu. Ama gördük ki tüm ekip canını dişine takmış, sahneye yüreklerini koymuştu. O halde ‘beğenmediğimiz’ bu oyunu da alkışlayabiliriz belki. Çünkü yapılan iş kötüdür kötü olmasına fakat herkes tüm samimiyetiyle çalışmıştır. Yine de ne yazık ki –belki yetersizliklerinden- başarısızlığa uğramışlardır. Kimi zaman, amatörler tarafından sahnelenen tiyatro oyunları için –ortaya çıkan iş iyi olmasa bile- en azından “emeğinize sağlık” denmesi de bu yüzden değil midir?

Ama yazınızdaki pek çok örnekle görüyoruz ki siz, eleştirdiğiniz oyunda değil iyi niyetli; aksine afişiyle, tanıtımıyla vs. neredeyse ‘art niyetli’ davranıldığını düşünüyorsunuz.
O halde neden “emeği alkışladık” gibi bir klişenin ardına sığınıyorsunuz? Bırakın. Bir oyunu beğendiyseniz alkışlayın, beğenmediyseniz alkışlamayın. Hatta beğenmediğiniz oyunu seyretmeyin de. Bu, bir seyircinin kendine yapabileceği en büyük eziyettir. Bu derece ümidinizi kesmiş olduğunuz bir oyundan çıkıp gidin. Ha illa sonuna kadar kalmayı mı tercih ettiniz. Bu sizin seçiminiz, kim ne diyebilir! Ve oyunu hiç beğenmediniz. Ayağa kalkıp sahneye bağıracağınıza alkışlamadan terk edin salonu. Mesela bu oyun için konuşursak: Çıkın üst kata, ‘Tiyatro Yöneticisi’ Kemal Aydoğan muhtemelen her zamanki gibi orada, cafede oturuyordur. Gidin yanına ve medeni bir insan gibi oyununu beğenmediğinizi nedenleriyle birlikte kendisine iletin (hatta isterseniz neden falan da belirtmeyin. Siz seyircisiniz, böyle bir zorunluluğunuz yok, salt ‘beğenmemek’ de hakkınız). Ya da bunu da mı yapmayacaksınız. E zaten siz bir ‘eleştirmen’ değil misiniz? Yazdıklarınızı yayınlamıyor musunuz? Burada yazacağınız bir yazıyla tüm eleştirilerinizi herkese duyuramaz mısınız? O halde bunu yapın –ki zaten yapmışsınız işte. Hem bu sayede, küçük bir salondaki ortalama 200 kişi yerine bunun onlarca, yüzlerce katı insana duyurabilirsiniz sesinizi; merak etmeyin, oyunun oyuncuları da duyar –ki duymuşlar işte, baksanıza.

Size göre kadın izleyiciler kendilerini aşağılayan esprilere -garip karşılanması gereken bir saflığa sahip olduklarından olacak- gülüyorlar. ‘İroni’ diye bir şey var, Sayın Anık. Sanatta gerçekten de çok işe yarıyor. Yazınızdan anladığım kadarıyla, siz bunu yapmaya kalkıştığınızda beceremiyor, işi hakarete vardırıyorsunuz. Ama Testosteron’un yazarı bunu gerçekten çok hoş bir biçimde becermiş. Acaba kadın izleyiciler bunu fark etmiş olabilirler mi?

Ve yine size göre seyirci, “Alkış, kahkaha ve de övgü cümlelerini gereksiz bir bonkörlükle armağan ediyor … Ama ertesi sabah uyandığında, seyrettiklerinden geriye kalanların ne olduğunu anlatamayacaktır bile. Üzerinde konuşmaya değer bir şey yok da ondan.”
Biz seyirciler böyleyiz işte, Sayın Anık. Alkış, kahkaha ve övgü cümlelerimizin ‘gereklilik sınırı’nı bir türlü tutturamıyoruz. Bir bakmışsınız sınırı aşmışız, bir de bakmışsınız sınırın çok altında kalmışız! Üstelik ertesi gün sorsanız "ne seyrettin dün?" diye, cevap veremez, apışıp kalırız!
Ha bu arada, Sayın Anık… “Üzerinde konuşmaya değer bir şey olmayan” bir oyun hakkında 6 sayfa yazı yazmışsınız, bilmem farkında mısınız?

Bir konuda çok haklısınız ama: Oyun Atölyesi, inşa ettiği “tiyatro salonunu destek almadan yapmakla övünüyor”. Ama bu tiyatro “ayakta kalmak için yardım almaktan çekinmiyor!”
Demek ki neymiş, mademki bu kurum artık devletten yardım alıyor, bir zamanlar çektiği tüm sıkıntıları, suratına kapanmış tüm kapıları unutmalı. Çünkü ‘tiyatro salonunu hiçbir destek görmeden yapmış olması’ tarihi bir gerçeklik olmaktan çıkıyor; bu mantıkla, ’bugün’, geçmişi değiştirme gücüne haiz oluyor!
İşte bu nedenle de bu kurum “fuaye duvarındaki yazıyı kaldırmalıdır artık”. Çok doğru, Sayın Anık… Bravo!

“Gösteri afişlerinde ve de program dergisinde yer alan indirilmiş pantalonlar ile çektirilmiş fotoğraf ve de "+18" … pek muhtemeldir ki seyircinin ‘hayal gücünü ve beklentisini’ arttırmak için yapılan bir ‘pazarlama’dır…”
Hımm… Bakın burada yeni bir şey daha öğreniyoruz: Bir oyun için bir afiş yapılmasındaki amaç, onu pazarlamak, yani tanıtımını -yapılabilecek en iyi şekilde gerçekleştirerek- seyirci çekmeye çalışmakmış!... İşte bu gerçekten öğretici oldu. Çünkü ben bir oyunun afişini gördüğümde genellikle bunu bir tanıtım, bir reklâm olarak değil de daha çok can sıkıntısından doğmuş bir boş zaman faaliyeti olarak algılardım. Demek ki asıl amaç oyuna ilgi çekmek, bu sayede seyirci sayısını arttırmakmış. O halde Testosteron’da İskender Kardaşlar bunu pekâlâ başarmış, ellerine sağlık, tebrikler. Üstelik oyun sizin ima ettiğiniz gibi sağ gösterip sol da vurmuyor, yani beklentilerimizi arttırıp sonra da bize bir kandırmaca sunmuyor; aksine, afişte gördüğümüz fotoğraf ânı oyunun içinde de birebir gerçekleşiyor.
‘+ 18’ ibaresiyse sadece amacına hizmet ediyor: Seyirciyi, oyunun bu yaş sınırının altı için sakıncalı olabileceği hususunda uyarıyor. Bu bir yasak değil ki sizin orada bulunmasına çok içerlediğiniz o 11 yaşındaki erkek çocuğu salona alınmasın. Bildiğim kadarıyla 11 yaşındaki erkek çocukları peynir küfünden bitmiyorlar, onların ebeveynleri var ve tıpkı evde, televizyon karşısında yapabildikleri gibi eğer isterlerse çocuklarını o oyuna göndermeyebilirler. Yoksa Oyun Atölyesi bu konuda ebeveynlere baskı mı yapıyor? Yoksa Selçuk Aydoğan o zavallı çocuğun her oyunu izlemesi için ebeveynleriyle gizli bir anlaşma içinde mi? Yoksa siz tiyatro oyunları için bir çeşit RTÜK statüsüne mi özeniyorsunuz?

“Oyunların kapalı gişe oynaması ticari bir başarıdır…”.
Bir kez daha ‘hımm’… Sadece ‘ticari’ bir başarı mıdır gerçekten? Bir düşünelim. Mesela, mademki sözünü ettiğimiz şey bir sanat eseri, acaba bu ‘sanatsal’ bir başarıdan da kaynaklanıyor olamaz mı? Örneğin, ortaya gerçekten de kaliteli bir iş çıkmış olamaz mı? Bu oyunu, ya da hadi bunu değil, bundan çok daha büyük bir gişe başarısı elde etmiş olan, sizin de söylediğiniz gibi “biletleri 3 ay sonrasına satılan” Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler’i ele alalım: İyi oyunculuklar olamaz mı bu gişe başarısının sebebi? İyi bir metin?... İyi bir reji?... İyi bir sahne ve/veya ışık tasarımı?... İyi müzikler?...
Hayır, öyle mi? Bunun tek nedeni “talebin kışkırtılması” ya da “TV’de çok tutulan bir dizi oyuncusunun tiyatrodaki bir oyunda misafir edilmesi” olabilir. Veya “toplumun zaaflarının kullanılması” ve yine o “abartılı alkışlar” (dikkat ettiniz mi Sayın Anık, alkışların tümü abartılı da sizin o alkışlar arasında sahneye bağırmanız hiç abartılı değil!)
“Dizi oyuncusu”, öyle mi, Sayın Anık? Örneğin, Vahide Gördüm sizce sadece bir ‘dizi oyuncusu’ mu?... Ya da hakkında konuştuğumuz Testosteron’daki Fırat Tanış veya Timur Acar… sizce sadece birer ‘dizi oyuncusu’ mu bu kişiler? Siz Metin Coşkun’un özgeçmişine baktınız mı hiç?
Peki, hadi diyelim ki öyleler; Türkiye’de dizilerde oynayan ünlü isimleri kadrosuna alan onca özel ya da ödenekli tiyatro da Oyun Atölyesi gibi bir oyunu bir ayın yarısı boyunca sahnelediği halde yine de 3 ay sonrasına bilet satabiliyor mu?
Peki, siz Oyun Atölyesi’nin takvimine baktınız mı hiç, Sayın Anık? Orada örneğin, 2009’un Ocak ayının 31 gününün 30’unun dolu olduğunu, bu 30 günden 28’inde sahnede bir tiyatro oyunu olduğunu da gördünüz mü? Peki bu sahnede aynı ay 5 farklı ekibin 6 farklı oyun sahnelediğini?...
Ve bir oyunun ayda 10 kere oynanmasının gerçek nedeni acaba “3 ay kapalı gişe oynayarak talebi kışkırtmak” değil de o oyunda oynayan kişilerin birer insan oluşu, sahne dışında da her birinin ayrı ayrı birer yaşamı oluşu olabilir mi?

Olmamış, Sayın Anık. Bir eleştiri değil, bir saldırı yazısı kaleme almışsınız. Ama niyetinizi çok aşikâr etmişsiniz. Yazınızın sadece çeyreğinde izlediğiniz oyuna elle tutulur birkaç eleştiri getirmiş (örneğin: “Sahnelerde devamlılık yok. Sahne sahneyi hazırlamıyor vs.”), onun dışında Haluk Bilginer’in sanatçı kişiliğiyle, Oyun Atölyesi’nin gişedeki başarısının ‘kurnazca düşünülmüş’ nedenleriyle ya da seyircinin zekâ seviyesi hakkındaki entelektüel saptamalarınızla yormuşsunuz kendinizi (Kostümler hakkında söylediğiniz “ucuz dikişler” ya da “boyası sıyrılmış ayakkabılar” konusuna ise giremeyeceğim. Açıkçası, bu kadarına söylenecek söz bulamıyorum).

Son söz olarak:
Testosteron, Türk tiyatro tarihinin ya da sezonun en iyi oyunu falan değil. Oyun Atölyesi’nin sahnelediği en iyi oyun da değil. Kusursuz, hiç değil. Özellikle ilk perdede oyunun ritmini bozan, akmasını engelleyen anlar mevcut. Metnin kendisi zaten, seyircinin oyuna adapte olmasını uzun müddet engelliyor. Oyuncuların hepsi de her an dört dörtlük oynamıyor (zaten –sanmıyorum- kimse de bu iddiada değil). İkinci perde bu kusurları unutturacak denli tatmin edici olmasa seyircinin salondan bu derece memnun ayrılması da çok zor olabilir.
Ama Testosteron seyretmesi keyifli, güzel bir oyun. Yabancı bir yazarın elinden çıkmış olmasına rağmen dertleri son derece evrensel, son derece bizden bir metin. Ortaya yüreğini koymuş insanların meydana getirdiği bir oyun. Üstelik bu insanlar sadece ‘iyi niyetli’ değiller; bu işi ‘iyi’ de yapıyorlar. Kimse seyirciyi katakulliye getirmeye çalışmıyor; aksine, onu dürtüklüyor, çimdikliyor, ona “bak, bu sensin, sence nasıl görünüyorsun?” diyor. Bunu söylerken ona iyi bir görsellik sunmasının yanısıra güzel ve amacına uygun müzikler dinlettirerek finali de özgün ve başarılı bir şarkıyla yapıyor.

Sizse bu tavrınızla –her ne kadar “Tiyatrolarımızın ilgi görmesini elbette isteriz.” türü cümlelerle asıl niyetinizi hasıraltı etmeye çalışsanız da- Türk tiyatrosuna zarar vermekten başka bir şey yapmıyorsunuz.


Gazal Erten - ( 12/30/2008 )
Sevgili tiyatro sevenler ya da sevmeyenler.. Testosteron oyununu ben de izledim. Oyunun bir tartışma panosu ve hata panoraması yaratmış olması elbette ki kaçınılmaz .. özellikle böyle bir panorama yaratak kişisel önyargı ve tortularını böyle bir oyunun ve bu oyun üzerinden belli ki derdi olduğunu düşündüğüm kişilere saldırma basamağı olarak kullanacak kadar kör cesaretli melih anık için.. şaşkınlıkla bakamıyorum bile....özellikle oyunun adının TESTOSTERON olduğunun altını çizmek isterim.. Testosteron ! Öncelikle insani duyguların ve duyguların sahip ve sahibeleri olan yaratıklar olarak hele ki, içgüdüsel eğilimlerin toplumsal, kütlü kültürel,kurumsal ve kurgusal, yorumsal ve yozumsal ne hale geldiğini ve gelmeye devam edeceğini bu kadar yalın, kült ’küt’ , cesur, ironik ve sevimli dile getiren bir yorum olan bu oyun keşke bir iksire dönüşse de herkes onu içse... Eminim dünya çok daha güzel ve anlamlı olurdu.. Tiye aldığımız bu kişi nasıl bir hazımsızlık içinde ki testosteron ona neler yapmış... Ve ne yazık kendi içinde bulunduğu ironinin bile farkında değil.. Elbetteki insaların beğenileri belli kıstaslar içermez.. beğenmemek ve bunu dile getirmek onurlu bir davranıştır. Ama iş hakaret ve yersiz ithamlar içerince işte o zaman delirmemek mümkün değil.. Sahne tasarımcısı ve tiyatronun perdesini tutarak bu işe başlamış biri olarak, melih beye bir tutam sahne tozu ve testosteron iksirini içmesini tavsiye ederim....eminim bu gazını alacaktır..hazımsızlık hiç iyi birşey değil...
devlet opera ve balesi kostüm kreatörü
gazal erten


Toğan Şerif Önay - SOYTARI - ( 12/31/2008 )
Eleştiri : 1. Bir insanı, bir yapıtı, bir konuyu, doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit.
2. Ereği, bir yazın ya da sanat yapıtını her yönüyle inceleyip açıklamak, anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmek olan yazı türü, tenkit, kritik.

Eleştirici : 1. Eleştirmen.
2. Eleştirme niteliği olan.

Eleştirmek : Bir düşüncenin, bir yargının doğruluk ya da yanlışlığını ortaya çıkararak gerçek değerini belirtmek için onu incelemek, tenkit etmek.

Eleştirmen : Eleştiri yapan kimse, eleştirici, eleştirmeci.

Testosteron’u eleştiren 2.Melih’in eleştirmen kapsamında adının geçmemiş olması bizim tercihimiz değildir. Zira 2.Melih öncelikle bir emlak danışmanı ve SADIK Tiyatro izleyicisidir (Bknz. "Bizim alkışlarımız emeğinize, oyuna değil" )…

2.Melih, başlangıçta tiyatro sahnesinde seyirci koltuğunda görünmüşse de(M.Ö. Olsa gerek - Günümüz) ilgi çekmesi herhalde tiyatrodünyasi.com’da bir kaç yakın kişi tarafından okunmasından (MS olsa gerek) sonra olmuştur.

2.Melih ve Oyun Atölyesi

2.Melih ,Türkiye’de yalancılığa ilgi duyan herkesin hemfikir olduğu gibi ,Sanal alemin övündüğü eleştirmenlerden biridir. İsmi ile oluşmuş haklı gurur tablosu , onun değerini anlamış Mert Güven, Ziya Karaduman, Murat Akdağ, Ayhan Özlü vb.. sevgi ve saygı dolu hayranlığının bir sonucudur. O , herhalde tiyatroyu anlayan kişilerin başında gelir ve neyin ne olduğunu da bilir.

O, sanalda yazdığı (desteğine teşekkür ettiği tiyatrodünyasını bir yana bırakacak olursak) . "Bizim alkışlarımız emeğinize, oyuna değil" sözleri ile bir "duruş"un temsilcisi olmuştur.

O :

“Alkış,kahkaha ve de övgü cümlelerini gereksiz bir bonkörlükle armağan eden seyirci ,gösterideki baba-oğul dialoglarının onda biri kendi başına gelse ne yapacağını algılamıyor. Ama ertesi sabah uyandığında , seyrettiklerinden geriye kalanların ne olduğunu anlatamayacaktır bile. Üzerinde konuşmaya değer bir şey yok da ondan. Amaca ulaşılmış,herşey anında tüketilmiştir” diyecek kadar idealist.

O "Aşağılanmadık oyun atölyesi oyunu kalmasın" ve "Her yıl bir oyun atölyesi oyununa çamur atılsın" sloganıyla yola çıkan ve 2004 Othello’nun yanına Testosteron’u da yeren bir tiyatrodünyasının yazarıdır.

İşte bu eleştirmen , Polonya Tiyatrosu’nu, onun dünyaya armağan ettiği değerleri bilmez mi? Bilir elbet. Bilir de neden Testosteron’u yerer?

Testosteron ve Eleştirmeni : 2.Melih – Anık

Testosteron eleştirisi (rejisörü,metni,dekoru,kostümü,oyuncusu,rol dağılımı olduğuna bakmayın) "tiyatro"ya "uzak" bir eleştiridir.Eleştirmenin esas mesleğinden gelen bir alışkanlıkla satış tekniği ile yazılmış , zekası az, komiklikler seçkisidir.

"Okuyucu bulursa her konuda ve her koşulda rahatça yazabilme yeteneğine sahip olduğu söylenen" yazar ,Testosteron eleştirisini mutlaka "Beğenmeyen bulunur mu?" merakı ile yazmış olmalıdır. (Bknz Mert Güven, Ziya Karaduman (Can Yücel onu andı ), Ayhan Özlü, oyun atölyesi’nin davetli seçkin seyircisi Murat Akdağ).

2.Melih örneğin Tiyatroya Devlet Yardımı – Türk Tiyatrosu’nun Politikası ya da kavşakta yanan kırmızı ışığın caddeye çıkılmaması gerektiğini bilmek gibi,farklı şeyleri bilmenin de iyi olduğunu söylüyor . Testosteron eleştirisinde yaptığı gibi bilinen "klişe"leri ordan burdan toplayarak eleştiri yazmakla eleştirmen olamayacağını da biliyor herhalde,içine doğduğu köklü ve dünya çapında bir sadık tiyatro sevgisinden geldiğine göre.

Bilinen çamur trükleri eleştiriyle sürükleniyor (körüklüyor). Devamlılık yok. Eleştirmen ortadan dalarak başka bir "fıkra"ya geçiyor.

Hep bilinen, ayni olayın "acemi eleştirmen" tarafından tekrarlanmasının yarattığı komiklik ; yıllar sonra ortaya çıkan o sırıtış (bknz Yıldırım Türker – Türkiye Sizinle Gurur Duyuyor, “O sırıtış” )

Oyun Atölyesi’ndeki duruşun zaman zaman yapılan asılsız saldırılar ile yıpratılmaya çalışılması yeni yapılıyor değil. Ancak Shakespeare oyunlarına fütursuz bir cüretle "eleştiri taklası attırmakta" kendini "özgür" gören "Tiyatro Emlakçısı nedense bu eleştiride (gösteride) "belden aşağı vurmayı marifet saymış".

Eleştiri Konusu

Gösteri , kaale alınmayan bir eleştirmence yapılan oyun atölyesi saldırısı. Gariptir ki eleştiriye gelen tepki ve kınamaların çoğu seyircilerden .. Seyirciler kendilerini aşağılayan eleştirmenler karşısında susmuyorlar!

Tiyatrodünyasında yapacağınız kısa ve kolay bir 2.Melih yolculuğunda bulacağınız 2.Melih’in oyun atölyesi saldırganlığı da, bu eleştiri saçmalığına(ve de tiyatro dünyası yöneticisine ve de ikinci Melih’e) bir "felsefi derinlik" katmak için yapılmış olmalı. Ancak başlangıçta Polonya Tiyatrosu üzerine verilen alıntı , çizgili pazen pijamasından başka bir giysi içinde rahat etmeyen adamı smokine sokmak gibi anlamsız duruyor, olayı "kurtarmıyor".


Peki Neden?

Saygın bir eleştirmen , her şeyin farkında olmasına rağmen ,Ayşe Teyze ile Ahmet Amca’nın algılarının bu düzeyde olduğuna kanaat getirdiği için mi bu eleştiriye yazmıştır acaba? Öyle olsa bile dünya tiyatro tarihinde ekol olmuş bir eleştirmenin çıkarabileceği bu kadar sınırlı ve dar bir ufuk mudur?

Belki de yaşanan tecrübeler ile 2.Melih, Ayşe Teyze’sine Ahmet Amca’sına "Hakettiğin budur " diyerek "Bir tabak buharlı su" ikram etmektedir.

2.Melih’e Yardım

Küresel kriz 2008-2009 yılı emlak satışlarını düşürmüş, borsa dibe vurmuş, işverenler biraz da krizi bahane ederek küçülmeye gitmiş ve çalışanlarını işten çıkarmışlardır. Belki de mesleğinde yeterli verimi alamayan 2.Melih’e yardım elimizi uzatmak tiyatrodünyasi.com’un birinci vazifesidir, ileri…

Eleştirilerin "Pelesengi"

Belki biz eleştiriye "katkıda" bulunanlardan bazılarını oyun atölyesine oyuncu alsak, onlar meseleye bizimle aynı yerden bakabilirlerdi. Öyle bir durumda kalmadığımıza ve bu tür tetikçilerle aynı sahneyi paylaşmak zorunda kalmadığımıza şükrediyoruz.



bengi günay - ( 12/28/2008 )

GO HOME HACI GO HOME

Hişt hacı yaylan bakalım
Closed dedik be adam
Pazdos c’est fini
Başını bekley’cek değiliz a sabaha kadar
Uyan bre taş arabası
Gözünü seveyim çileden çıkarma beni
Go home hacı go home
Aman beyim alah razı olsun senden
Bişeyler söyle şu dürzüye
Kanımı kuruttu iki saattir
Ne
Asansöre mi binmiş dedin
Fırt inip fırt çıkıyormuş
Hay yedi kat yerin dibine geçsin
Yıl oldu bu masaya çörekleneli
Waiter aşağı waiter yukarı
Bir buçuk şise viski yuvarladı en azından
Külahıma anlatsın o bu palavraları
Yok efendim buralarda değilmiş kendisi
Memleketindeymiş
New York mu ne karın ağrısıysa
Yüz katlı bir binadaymış
Asansörcülük edermiş
Üstünde kırmızı yelek
Altında siyah pantol
On saattir nöbetteymiş de
Geberiyormuş uykusuzluktan
İne çıka zifire kararmış
Kara su inmiş ayaklarına
Yediği naneye bak
Beni de patron sanmış
Hiç güleceğim yoktu beyim
Sahi korkmuş mu herif
Ya kovarsa beni diyor ha
İş başında uyumasın itoğlu
Kovarım tabiy
Evde karısı varmış bekleyen
İki de oğlan çocuğu
Öyleyse aklın nerdeydi ulan
Edebinle çalışaydın
Siz söyleyin beyim öyle di’mi yani
Allah layığını versin beyim
Herif sahiden korkuyor benden

Hadi hacı yürü bakalım
Bırak bu patron polimlerini
Öyle ötlek ötlek bakma yüzüme
Ha şöyle dayan koluma doğrul
Ben de yorgunum a ziyani yok
Bir de taksi buluruz sana
Ha gayret aslanım ha gayret
Çoğu gitti ayı kaldı

Go home hacı go home

can yücel



bengi günay
sahne tasarımsıcı


alaittin eraslan - ( 12/29/2008 )
bu yazı neden yazılmıştır neye hizmet ediyor anlamış değilim.Yazının satır aralarında ki duygusal şiddet yazarın objektif olmadığına yönelik kuşkularuyandırdı bende.Yazıyı yazan zatın oyunu mu eleştiriyor başka bir şeymi yapıyor belki kendince sanat yapıyordur. Ancak oyun atölyesi oyun yazarı seçiminde sayın zatı belkidikkate mi almalımı filanmı falanmı gibi bir durum acaip

fırat tanış - ( 12/29/2008 )
"Yazı" nın (salt ve sadece -yazının-) şiddet yoksunu masumiyetine sığına sığına şiddet uygulama -hadinsiye- korkaklığınızdan
"Milyon-milyon ytl ler harcayıp,üç temsilde (ve bazen prömiyer yapmaksızın)oyun kaldırıp ödeneklerini hasır altı ediveren,emeğini ve umudunu sömürdüğü ve artık sözleşmeli mi-sözleşmemeli mi ne halt olduğu bile belli olamayan genç oyuncularının "sigortalarını" dahi kurumsal veznelerinde iç-ederekten hastane köşelerinde süründüren ve hatta vakti zamanında "Mehmet Ulusoy" gibi ( o tırrrnak içinde kalsın inşallah)"kültürel" değerlerini kanser pençelerinde ölüme bırakan ve enseye şaplak ilşkiler kulvarında harem-harem kadroları çiçek açan ve sanki hepimiz çook bi mutlu imişiz gibi bu kültürden bir de bakanlığına soyunan bir kurumun (kış geldi bacaları temizleyin) "hoş görüsüne ve özgürlük anlayışına saygı duyduğunuz" için -ki bu alıntıyı bile yaparken ," yanlış mı okuyorum ,dur bir daha okuyayım" dedirtecek kadar yazınızda -nerde ise m.i.t.-eleştirel bir havalar yaratmanız -çekirdeksiz, kuru entellektüelliğinizden
"Özel bir alanın içindeki hiç bir özel ilişkilenmeden haberdar olmaksızın,11 yaşında bir çocuğu , tiyatronun tuvaletinde kıstırıp (ki oyundaki +18 ibaresi sizin o pek bir babacan ,muhafazakar-yani muhafazadan-kar amaçlı- ruhunuzdaki gibi bir YASAK değil ,her biri birey olabilmiş ebeveynler için sadece bir ÖNERİ dir kanımca) "söle bakalım bebecan...kaç yaşındasın sen" ,diye sorabilme muhafaza-yazınıza-kar ,erişkin faşizminizden
"Sizin her nasılsa huzur bulabildiğiniz ve salondan seyirci henüz çıkmamış iken (o,11 yaşındaki çocuk dahil - bu yüzden yalancısınız da ayrıca) trübünlere bizden daha oyuncu dönerekten "Bizim alkışlarımız emeğinize, oyuna değil" diye bağırarak yaptığınız görgüsüz ve usul bilmezliğinizden (buna bizzat tanık oldum)
"Mesleğinin ve hayatının her ve her ve her alanında kendini paşalar gibi ortaya koymuş ben ve sahnedeki ve sahne arkasındaki tüm meslektaş ve emekçi arkadaşlarımın tüm mesleki heyecanlarını ve inisiyatiflerini hacamat etme vandallığı ile oynadığım-ız oyunun mesleğim-iz içindeki yerini yeniden düşünmemiz önerisi aymazlığınızla -sizin deyiminiz ile söylüyorum- soytarılaşamamış bile oluşunuzdan
" "...Gariptir ki salondan gelen kıkırdama ve kahkahaların çoğu kadınlardan .. Kadınlar kendilerini aşağılayan esprilere gülüyorlar!" şeklinde bir ibare ile her -18 in dahi basitçe ilk bakışta kavrayabileceği bir ironiyi (tiyatronun ve dahası asıl MİZAH ın yüzyıllardır yapageldiği İRONİYİ,YANSITMAYI -bkz:psikoloji-burada demek istediğimden muradımı meraklı seyircimize bırakıyorum) dahi anlamamış iken siz ,nerden ve hangi tektekçiden bulmuşta eleştirmen olabilmiş olmanız cesaretinizden
ötürü tarz ve yöntem duvarımı ne de güzel çatlatıvermiş bulunmaktasınız
Oyun ile ilgili akademik ve kuramsal karşılığı okuduğum kadarı ile tasarımcımız Bengi Günay elinden geldiği ve dilinden döndüğü kadarı ile cevaplamış.
Amma ve lakin bir eleştirmen bir entellektüel olamamış olmanın tüm hafifliği ile eklemek isterim ki:
"mavi boncuk tak da gel/gören maaşallah desin
"sevda dolu kalbimde/sevmek kadar güzelsin"
Fırat Tanış
oyuncu





ziya karaduman - ( 12/29/2008 )
Ben testesteron oyununu izledim. Biraz toplumsal sorunların komedisinimi seviyorum nedir bana çok sudan bir oyun gibi geldi.Bu her tiyatronun başına gelir.Kimi beğenir kimi beğenmez.Bu çok normaldir.Olumlu eleştiriler kadar olumsuzlukları da sineye çekmek gerekir.Go hom hacı şiirini görmesem ben de yazı yazmayacaktım.Bu şiire hiç bir anlam veremedim.Bu tam ya sev ya terket zihniyetidir.Bunu Bengi hanıma yakıştıramadım.Çağdaş oyunlar oynayan bir tiyatronun daha medeni bir tavır sergilemesi gerekir.Oyun atölyesinin sergilediği her oyunu biz beğenmek zorundamıyız.Oyuncuları eleştirilemezmi.Haluk Bilginerin dokunulmazlığımı var.Biraz hazım.Biraz hoşgörü.Biraz olgunluk.Cihangir cumhuriyetine karşı çıkarken bir oyun atölyesi cumhuriyetimi kuruluyor yani.Haluk Bilginer gibi büyük bir oyuncunun sahne üzerindeki büyüklüğünü şahsi olarakta göstermesi şart.Bengi hanımın da göstermesi şart.Hepimiz insanız.Kusurluyuz.Oyun Atölyesi bir eleştiriyle yıkılmaz yani.Oyunu beğenmeyenler kadar misliyle beğenenler var.Sakin olmak gerek.

defne deniz - ( 12/29/2008 )
ben de testosteron oyununu izledim ... tabiiki de oyunu beğenen ve beğenmeyenler de olacaktır ben beğenen büyük pastanın içindeyim ... bana burada garip gelen durum sayın! melih anık’ın zanlediyorum oyunu güdümlü seyretmiş olması çünkü pek anlayamamış sadece yoruma değil yazara da dil uzatan bu beyefendi ! zanlediyorum ki seyrettiği oyunları yazmadan önce 2 kere daha seyretmeli çünkü bilimsel olarak insanlar yaşlandıkça tabiiki de algıda zorluk olur ve bu saç uzatmakla da geri gelmez neyazık ki ..... üzgünüm ancak herkes sevdiği bişeylere saldırılınca sinirlenir ben de sanırım şu anda bu durumdayım ...tiyatro ülkemizde seyircilerin kulaktan kulağa konuşmaları sonucu izleyici buluyor ben de bu oyuna böyle gittim ve bir çok arkadaşımı da bu şekilde gönderdim , oyuna,yazara,oyun atölyesine,oyuncuya,tasarımcıya,sahne arkasına saygınız olmayabilir ancak bir eleştirmen olarak sizin için üzülerek söylüyorum ancak seyirciye saygı duymak zorundasınız biz çoğunluk olarak bu oyunu affınıza sığınarak! beğendik ....

ziya karaduman - ( 12/29/2008 )
Bengi hanım ne desek şiirle karşılık veriyorsunuz.Kostümleri can yücel mi yaptı.Siz şimdi buna da cevaben sevgi duvarını yazarsınız...Şaka bir yana duygularınızı anlıyorum..Eleştirilmekte güzeldir bazen.Sıkmayın canınızı

Ahmet Cemal - ( 12/29/2008 )
Sayın Melih Anık’ın "Testosteron: Soytarılar Panayırı" başlıklı yazısını, büyük bir ilgi ve zevkle okudum.
Her şeyden önce, kendilerinin emlak işlerinin yanı sıra, sanata, özellikle de tiyatro sanatına ne kadar ’vakıf’ olduklarını bu yazı ile öğrenmenin benim için çok aydınlatıcı olduğunu özellikle vurgulamayı, ülkemin tiyatrosu adına soylu ve gerekli bir görev sayıyorum. Her ne kadar yazının bütünü için ’bütünlük taşıdığı’ yolunda bir yargıya varabilmek kolay değil ise de, bu dağınıklığın emlak piyasası ile tiyatronun kavramlarının birbirinden farklı olmasından ötürü, okuyucularca hoşgörüyle karşılanacağından eminim. Ayrıca, sayın yazarın bir "Soytarılar Panayırı" üzerine düşünülebilecek en soytarıca satırları kaleme almış olması, kanımca ülkemizin tek kişilik oyunlar literatürüne yeni ve çok değerli bir katkı anlamını taşımaktadır.
Sayın yazarın satırları, değerli film yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan’ın artık haklı bir üne kavuşmuş olan "güzel ve yalnız ülkem" söylemindeki "yalnız" sözcüğünü tam anlamıyla yerine oturtabilecek bir ağırlık taşımaktadır. Çünkü, Uğur Mumcu’nun deyişiyle, "bilgisi olmayanların fikir sahibi" sıfatıyla her alanda at oynatabildikleri bir ülkeden daha da yalnızı, kesinlikle düşünülemez. Az sayıdaki sıradışı ve dünyaya, alışılmışın dışında, farklı da bakabilen insanlarını alaşağı etmek için sığlığı ve sıradanlığı yaygınlaştırmak için hiçbir fırsatın kaçırılmadığı bir ortamın yargılı olduğu yalnızlıktan daha korkunç bir yalnızlık düşünebilmek ise, gerçekten imkânsızdır.
Sayın yazar hiç merak etmesin: Türk tiyatrosunun geleceğini, tiyatro adı takılan anlaşılmayan, aslında kendi kendini de kavramaktan aciz iğreti soyutluk denemeleri değil, fakat kendilerinin bugün "soytarılar" diye aşağıladıkları, ne yaptıklarını çok iyi bilen, dünyaya farklı bakmaktan da korkmayan gençler belirleyeceklerdir!


Hasan Bekir Yılmaz - ( 12/29/2008 )
Pes doğrusu! Melih Anık, bu oyunu izlerken uyanık mıydı? Bunlar gündeme gelebilmek için uydurulmuş eleştiriler! Bu oyun sezonun en iyi oyunu ve de en iyi gösterimi. Yaşam KAYA’ yı okumuştum Oyun Atolyesi’nin panosunda... Hasan ANAMUR’u da... bunları okuyun derim...

Barış Yaman - ( 12/29/2008 )
Melih Anık seni çok seviyorum.....
Duyuyor musun?


Barış Yaman - ( 12/29/2008 )
Melih Anık aslında iyi de çevresi kötü...

Barış Yaman
Gişe Sorumlusu





gözde kırgız - ( 12/29/2008 )
Ah tasarımcı Bengi Hanım,ah ah oyuncu Fırat Bey!Nedir bu şiir,şarkı, nedir bu kelime oyunu merakı!İroniyi beceremediğinizi, yansıtmayı başaramadığınızı göremediniz mi hala?Derdinizi sahnede göstererek bile anlatamamışken, yazıyla devam ettirdiğiniz bu inat niye?Ah Ulaş Bey, bu ne hırs!ah oyun atölyesi!Bu ne faşizm,bu ne ucuzluk ,basitlik böyle!
Ayşe Teyze’ye, Ahmet Amca’ ya anlattık da, siz neden anlamak istemiyorsunuz Melih bey?Biz sizin için biraz basit kaçtık galiba?Tabakta suyumuz buharlı,kusura bakmayın Melih bey.Balladyna’ nın musluğundan akıtsaydık oysa, buz gibi olacaktı ama beceremedik Melih bey.Size layık olamadık.Bula bula, Lady Macbeth’ in musluğunu bulabiliyoruz,onun kanlı ellerini anabiliyoruz.Öncelikle bir senarist ve sinemacı olan Saramonowicz anmıyor- o olsaydı anan, siz bilirdiniz çünkü.Çünkü siz ne de olsa, internette kısa ve kolay yolculuklar yapabiliyorsunuz herkes gibi- biz ancak Lady Macbeth’ in musluğunu bulabiliyoruz.Biz Miller demiyoruz.Ah, biz yok muyuz biz.Mller deyince Polonya başbakanından bahsetiğimizi herkesin bileceğini düşünemiyoruz.Sadece başbakan demekle yetiniyoruz.Mann ile Materna’ nın talk showunun Türkiye’ de ne kadar popüler olduğunu unutup, şu cüretimize bakın ki onu da değiştiriyoruz.Wilcy Szaniec deyince, elbette ki Hitler’ in sığınağından bahsedildiğinin gözden kaçmayacağını düşünemiyoruz.Polonya toplumunun Hitler’ le ilişkisinin, biz Türklerle aynı düzlemde olduğunu neden anlamak istemiyoruz?Ama siz de haklısınız anlamamakta Melih Bey.Biz ayakkabılarımızı boyamak yerine,anlaşılmamak adına eimizden geleni yapıyor, kendi cumhuriyetimizde, çeşitli şaklabanlıklar ve komikliklerle bir soytarılar panayırıişletiyoruz. Tiyatro olmaktan çok uzak, ancak bir "gösteri"nin eşinden koşuyoruz.Bakın şu yaptığımız işe Melih Bey!Bununla da yetinmiyoruz,7 tane koca koca adamın pantolonlarını indirip, seyircinin beklentisini arttırıyoruz.Terbiyesizliğimize doymuyoruz.Buna fallustu,savaştı,erkti,erkekti diye,dar ufkumuzla kılıf uydurmaya kalkıyoruz.Bu sahne saçmalığına -ufkumuzun darlığından, genç(!) tiyatro yöneticimizin(!!) yüzeyselliğinden olsa gerek, ancak sözde bir Tarantino vahşetiyle felsefi derinlik katmayı planlıyoruz.O, en çok kadınların güldüğü, kadınları aşağılayan esprilerin amacını,aslında ne demek istediğimizi, siz anlamadığınıza göre, anlatmayı beceremiyoruz.Biz anlatamadığımız için, seyirci de anlamıyor.Onca kahkaha,alkış ve övgü dolu cümlelerini bonkörce savuruyor;çünkü aşağılanmaktan zevk alıyor.Çünkü ortada ne oyun var, ne oyunculuk,ne dekor var,ne kostüm,ne reji var,ne anlam Melih Bey.Sadece soytarılar,uyumsuz ve tekdüze bir şarlatanlar orkestrası.Zaten pantolonlarını indirmiş 7 adamdan, başka ne gibi bir anlam çıkarabiliriz değil mi Melih Bey?Özür dileriz.Siz çok iyi anlamışsınız da,ah işte ,biz yok muyuz biz..biz hiç bir şey anlayamamışız Melih Bey.
Biraz hazım..evet Ziya Bey.Kimsenin dokunulmazlığı yok elbette.Oyun atölyesi hiç bir eleştiriyle yıkılmaz.Evet,evet Ziya Bey.Oyuncular,oyunculuklar,dekor,kostüm,reji elbette eleştirilebilir Ziya Bey.Siz hiç merak etmeyin,biz sıkmıyoruz canımızı.Mesele ne eleştirilmek, ne de alışık olunmayan bir olumsuzlukla karşılaşılınca saldırganlaşmaktır Ziya Bey. Ama Melih Bey’ in satır aralarında söylediğio "pek çok doğru şeyler" nedir acaba?Evet Mert Güven Bey? Biz aslında susup,edepli edepli oturmalı, örtüyü hiç kaldırmamalıydık değil mi Mert Bey? Bizim ayaklarımız yere basmıyor, özür dileriz Mert Bey.
Söyleyecek daha çok şey var da, sevgi duvarına duvarına başımı vurmak istiyorum Ziya Bey.


Eylem YAPAR - ( 12/30/2008 )
Testosteron adlı oyunu izledim ve Melih Bey’in hoşgörüsüne sığınarak çok beğendim .
Eleştirici oyunu izlerken nasıl tepki verip vermeyeceğimi yazmakla kalmamış, hem seyircinin algısının kapasitesiyle ilgili yorum yapmış hem de oyunun, Ayşe Teyzeler’in algısına hakaret ettiğini iddia etmiş. O zaman ben de, Kadınların kendini aşağılayan esprilere güldüğünü zanneden kişinin zaten ironi anlama yeteneğinin olmadığını, anlayanları anlamasını bekleyemeyeceğimizi (benim için gerek de yok), oyunu anlamamış olma ihtimalinin yüksek olduğunu, bu anlamama halinin kendisini oyun sırasında, arasında ve sonrasında çok kızdırdığını, herkes gülerken kendini yalnız hissettiğini, oyunculara sataşarak bir oh çektiğini, kafa yorup Oyun Atölyesi, Oyun Yazarı, hakkında “aleyhte” delil topladığını,”farklı bir eleştirmen” olduğuna kendini inandırarak içini rahatlattığını söyleyebilir ve ben de ancak bu şekilde hoş görebilirim onu (!)
Mert Bey de sıradan bir seyirci olduğumdan notumu kıramayacak. O halde sussam olmuyor; kişinin biri bir tiyatroyu toplumun zaaflarını kullanmakla, pazarlama yapmakla itham edecek, seyirciyi defalarca aşağılayacak, oyun yazarına verip veriştirecek, oyuna dair yalandan iki satır karalayacak ve namusuyla oyun çıkaran, eleştirilerin tamamını sitesinde yayınlayan insanlar susacak. Olur mu hiç!
Seyircilerin seyrettiklerinden ertesi güne bir şey kalmayacağını söylemiş eleştirici, bu kadar yazıyı niye yazmış, neye hizmet etmek için? Tek cümle yazsaydı adaplı davranmış olurdu. Bir şey bulamadım şuradan saldırayım demiş. Burnuma kötü kokular geliyor Melih Bey..


Mert Güven - ( 12/30/2008 )
Ben çok çok şaşkınım oyun atölyesini şu tavrından ötürü. hayatında ilk kez bir eleştiri almış amatör tiyatrocular gibi davranıyorsunuz. Hele bir de kenetlenmişler, bu kötü yazıdan bile daha kötü usluplarla melih anık’a haddini bildirmeye çalışıyorlar.
yahu, iyi güzel de oyun ne yenilikçi, ne de özel bir oyun. rica ediyorum ayaklarınız yere bassın arkadaşlar. oyunu insanlar beğeniyor, ben de beğendim ama görmediğimiz, duymadığımız hiçbirşey de yok içinde. nedir bu tuhaf yorumlar. bu oyunun yılın oyunu sanıyor olmanız kendinize dürüst olmadığınızı gösteriyor. melih anık’ın yazısı kesinlikle kötü niyetli ama yineliyorum tiyatro dünyasına sizi tanıttığı için çok teşekkür ediyorum


M. Şükrü Üçpınar - ( 12/30/2008 )
Bu "eleştiri" yazısında eksik kalan bir kaç noktaya değinip Bay Anık’a katkıda bulunmak istedim.

Bir kere girişteki pas pas çok kirliydi. Tuvalet kağıtları çok sertti. Koltuklar rahatsızdı. Fuaye de çalışanlardan biri şaşı biri de peltekti. Daha neler neler. Gerisini de "tiyatro eleştirmeni" Bay Anık bulsun.

Bu "eleştiri" yazısını yazan Bay Anık’ın en kısa zamanda "tiyatro eleştirmenliği" ni bırakıp çok daha başarılı performanslar sergileyebileceği Yemekteyiz tarzı yarışmalara katılması dileğiyle...
Hoşçakal Bay Anık...

Not: Burada tırnak işareti içine aldığım eleştiri ve tiyatro eleştirmeni sıfatları tamamen ironidir!...

Not içinde Not: Yazımı da oyunu anladığınız kadar anlarsınız diye not yazma ihtiyacı duydum.


Asude Savaş - ( 12/30/2008 )
Yorumunuzu ilgiyle ve biraz da hayretle okudum.Oyunu İzledim.Affınıza sığınarak söylüyorum ki çok da beğendim.Yazınızda yönetmen,oyuncu dışında oyunu beğenen biz zavallı kullarınızı da eleştirmişsiniz.
Yazınızı okurken benim yoğunlukla hissettiğim duygu,bariz bir çekememezlik biraz kıskançlık özellikle de Oyun Atolyesi’nin tüm ekibiyle toplumda edindiği saygınlığa verilen bir tepki gibiydi.

Ya da oyunda anlatılan erkek dünyasının sizin duygularınıza çok fazla dokunmuş olması.Kimbilir....

Ben oyunu keyifle izledim,çok da güldüm,oyunculukları ve özellikle yönetmeni çok başarılı buldum.Sizin dediğiniz gibi abartılı bir oyunculuk değil tam tersine çok doğal oyunculuklar izledim.

Beğenmeyebilirdim de ama hiçbir zaman tiyatro da kalkıp "benim alkışlarım oyuna değil emeğe" diye bağıracak kadar da görgüden muzdarip biri olmadım.Ne kadar sizin değiminizle algıdan yoksun olsak da ....
Ama önemli olan şu dünyada algılama kapasitemiz değil İNSAN olabilmemiz değilmi!......


Cüneyt Uzunlar - ( 12/30/2008 )
Mert Güven, sayın Anık’a verilen tepki yazıların içeriğine bakın çokluğuna değil...

Ve hükmünüzü gözden geçirin...

Bir yanlışlık yapmış olabilirsiniz....

İnsanlık hali...

Ayrıca Oyun Atölyesi’ni Tiyatro Dünyası’na tanıtmaya ne hacet...



Selin Arutan - ( 12/30/2008 )
"Bizim alkışlarımız emeğinize, oyuna değil" diyebilmiş olmanın huzuru içindeyiz.’’
Bir ’’YAZAR’’ ki ülkemizde yazarlığın geldiği son noktalarda belli, bu sözü söylememeliydi..
Oyunda bir emek var,oyun olmasa idi o emeklerde olmayacaktı..
Aslında bir nevi verilen emeğe çok sağolun ki(!) saygı göstermişsiniz bu oyuncular ve tiyatroseverler için çok büyük bir lütuf emin olun ki,oyuna da aynı saygıyı göstermeniz gerekirdi bir YAZAR olarak.
Ama ne yazık ki siz toplumdaki çoğu insan gibi kötüleme yolunda,sanki oyun bir faciaymışcasına korkunç olarak nitelendirmeniz ve aşağılamak derecesinde bahsetmeniz..Aslında kendinizi küçük düşürdünüz.Oyunun başarısı ve beğenileri ortada.
Sizsiz de olur sayın MELİH ANIK.

Testosteron ve oyun atolyesi ekibine de buradan başarılarının devamlarını diliyorum!


Tuna Kırlı - ( 12/30/2008 )
saldırgan yazıyı yazanı ilk olarak oyun finalinde selam verirken ayakta alkışlayan seyirciler arasından çıkış kapısına giden yolu bulmaya çalışırken ense olarak gördüm , daha sonra arkadaşlarım oyuna değil emeğinize dediğini öğrendim daha sonra da bu yazıyı okudum ... yazıyı okuduktan sonra da internetten bir araştırma yaptım ki bileyim kim bu ense ... çünkü nitelikli niteliksiz bu camiada herhangi bir işi senelerdir yapıyorsanız isim olarak herkese tanıdık gelme ihtimaliniz yüksektir ben de bu tanıdık ismi araştırdıktan sonra anladım neden sadece ismi tanıdık ve sadece ensesini gördüm ...

11 yaşındaki çocuğun bütün oyunu seyrettiği(itina ile uzaklaştırılmadığı) gibi saldırgan yazıyı yazanın da pek oyunu seyretmediği ’Gösteri , nikahta reddedilen bir damadın çevresinde yapılan "Erkekçe geyik muhabbeti". Gariptir ki salondan gelen kıkırdama ve kahkahaların çoğu kadınlardan .. Kadınlar kendilerini aşağılayan esprilere gülüyorlar! ’ cümlesinden açık bir şekilde anlaşılıyor .... bu şekilde seyredersek bu oyun sığ bir komedi olacaktır illaki , bu oyunu seyrederken zekayı kapıda bırakmayan Ayşe teyze ve Ahmet amca ikilisinde de Ayşe teyze gülerken Ahmet amca bazen biraz bozuluyor ...

’Alkış,kahkaha ve de övgü cümlelerini gereksiz bir bonkörlükle armağan eden seyirci ,gösterideki baba-oğul dialoglarının onda biri kendi başına gelse ne yapacağını algılamıyor’ ’’GÜLME’’ adlı kitabı okursanız şayet trajediden doğan komedi ile ilgili fikir sahibi olabilirsiniz herhangi birimiz oyunun herhangi bir kişisi olsaydık gülemezdik elbette e zaten oyun kişileri de gülmüyor ...

7 adamın aynı oynaması ile ilgili ilk eleştri 33 oyun sonra ilk defa duyduğum bir şey , bunun böyle olduğunu düşünmediğim kadar en bilgisiz seyircinin fikrine de saygılıyım gelip görmek lazım ...

koca yazıda başka oyun eleştirisi hatırlamıyorum ancak yazıdaki; sanırım temeli olan bu sinirin faturasının oyuna çıkarılmasının bir eleştirmenin ahlakına sığmaması gerektiği düşüncesindeyim ...

Tüm dünyada tutan bu çok beğenileni aşağıla ki bişey bildiğin zanledilsin veya oradan prim yap anlayışı güdülebilir ancak bunun için bile oturup oyunu daha baştan hafife alarak izlememek gerekir çünkü bu şekiilde izlerseniz çıkarımlarınız da görüldüğü gibi hafif olmaktan öteye geçmez ....

belki bu yazıyı yazanlar hocamız olsa yazının sonuna saldırgan yazıdan veya daha önceki yazılardan cımbızla arayıp bularak bir iki doğru saptamasını da ayıp olmasın diye yazardık ancak böyle bir durumda kalan bir öğrenci olmadığımız için şükrediyoruz ...



Aysel Öztekin - ( 12/29/2008 )
Edep ile edepsizliği birbirinden ayırmak gerekir. Oyun Atölyesi’ndeki şahısların tepkisi Testosteron oyununa yapılan olumsuz eleştiri değil kanımca. Öyle olsaydı Can Törtop’un aynı yerde yazdığı yazıya da tepki duyarlardı. Edebiyle yapılan eleştirilere özellikle Oyun Atölyesi’nin ses çıkaracağını sanmıyorum. Çünkü geçen sene sitelerinde yorum kısmında oyunlarıyla ilgili olumsuz eleştirilere de yer vermişlerdi. Bu cesareti gösteren başka tiyatroya rastlamadım. Yine geçen sene yanlış hatırlamıyor isem oyunlarıyla ilgili yapılan olumsuz eleştirileri gazete ilanlarına koymuşlardı. Bu kadar demokrat bir yapıya sahip bir yere saldırıldığında ben de sessiz kalmazdım. Hatta yazıları nezaketli buldum. Bu edepsizlik bana yapılsa ben bu kadarla kalmazdım. Oyun Atölyesi’ne yapılan bu çirkinliği kınıyorum. Oyun Atölyesi’ne yapılan şey oyunu eleştirmek değil bir tiyatro faaliyetini karalamaktır. Oyunu ben de seyrettim, ve çok beğendim. Melih Anık benim adıma cümle kurmasın. O zaman ben de onun adına cümle kurup şöyle mi demeliyim: Salak, oyunu anlamamış. Biz tiyatro izleyicileri eleştirmenlerin yazılarını okuduktan sonra bir oyuna gitmeye karar veriyoruz. Melih Bey’in yazısını iyi ki okumadan oyuna gitmişim. Yoksa güzel bir oyun seyretmekten mahrum kalacaktım. Bundan sonra eleştirmenlerin yazısını okumayacağım. Umarım eleştirmenler de bir özeleştiri yaparlar. oyun Atölyesi’ne de bir tiyatro salonu yapıp güzel oyunlar seyrettirdiği, başka tiyatrolara salonunu açtığı ve güzel konserler dinlettirdiği için özür dilemek düşüyor.(!)

ebru turgut - ( 12/30/2008 )
Shakespeare der ki; "soytarılar kralların efendileridir!" Sayın yazar bence çok da önemsenmemeli çünkü yazdığı eleştiri metninden oyundan hiçbir şey almamış, oyunu algılayamamış olduğu çok belli...
Oyundan bir replikle konuyu bağlıyayım
Tretyn- Tamam, hadi kontrol edelim kimin taşakları daha büyükmüş!?


Neslihan Kolaylı - ( 12/30/2008 )
Melih Anık...Şu kısacık hayatta bir Oyun Atölyesidir tutturmuşsnuz gidiyor.Meyva veren ağaç taşlanır hadi onu hepimiz biliyoruz.Peki bu çirkin benzetmeler,bayağı aşağılamalar neden acaba??Tabi eleştrin ama sanırım eleştrinin Türkçe de ki karşılığını benden daha iyi biliyorsunuzdur.Malesef soytarıları yanlış yerde arıyorsunuz:)Bu çirkin saldırıdan dolayı dilerim özür dilerseniz..Ne kadar zor ve yıldırıcı şartlara rağmen tiyatro yaptığımızı bilseydiniz sanırım keyiflerinin o kadar da yerinde olmadğını anlardınız.Sahne de ki 7 arkadaşımızı da kutluyorum.Ve hayatımda izlediğim en iyi oyunların çıktığı bu ’Atölye’ iyi ki var diyorum.Bir de aşağıladığınız Türk kadını olaral cevap vermek istiyorum:)Evet en çok bizler gülüyoruz oyunda...Kadınlar kendilerini aşağılayan espirilere değil aşağılamaya çalışan erkek zihniyetine gülüyor....Oyunda zaten bunun üstüne kurulu.Bize bizi dışardan gösteriyor:)Bilmem tiyatronun amacının bu olduğunu belki sizde biliyorsunuzdur...Son olarak Tiyatro Yöneticisi diye bahsettiğiniz hayatını tiyatroya adamış,bu uğurda çok seyden vazgeçmiş,onlarca genç oyuncuya tiyatronun kapılarının açmış;bu işi ticari amaçla en son yapacak ve belki de asla yapmyacak bir insanı böylesine karalamak size yakısmadı...Keşke tanıma fırastı bulsaydınız eminim çok utanırdınız...Saygılar....

a.kadir b. - ( 12/30/2008 )
Melih Bey,
Oyun Atölyesi’ne birkaç laf sokabilmek için kendinizi bu kadar kasmanızın nedenini gerçekten merak ettim...

Çok komik olmuşsunuz. Kim olduğunuzu, hangi işlerle uğraştığınızı, tiyatroyla ilginizin nereye kadar olduğunu bilmiyorum. Umarım tiyatronun otorite olarak kabullendiği birilerinden değilsinizdir. Eğer öyleyseniz; zaten yerlerde sürünen Türk Tiyatrosu’nun vay haline...

Biraz da Melih Bey empatisi yapmalıyım; yazınızı okurken, kendimi sizin yerinize koyarak oyun sırasında aklınızdan neleri geçirdiğinizi algılamaya çalıştım...

* Belli ki, oyunu gülerek izleyenlerden kıl kapmışsınız; bu gülenlerin erkeklerden çok kadınlar oluşu sizi daha da kıllandırmış...

* Size komik gelenlere gülmemek için Polonya tiyatrosunun devrimci hareketlerin içindeki sanatsal duruşunu sorguladığınıza kuşku yok...

* Oyun Atölyesi’nin tiyatroya bakışını saptamaya çalışırken Haluk Bilginer’den alıntıyları yazınıza eklediğiniz halde oyunları yöneten kişinin, yani Kemal Aydoğan’ın adını yazmaktan çekinmişsiniz; çarpılmaktan mı korktunuz; korkmayın, çarpılmazsınız; hiçbir şey olmaz...

* Bir eleştirmen gözüyle oyun yazarının Polonya tiyatrosunun köşe taşlarından birisi olmadığını kanıtlamak için elinizden geleni yapmışsınız; o yazar 18 yaşında olsa, o oyun da ilk yazdığı oyun olsa ne fark eder. Bu çokbilmişlerin marka merakı beni kahrediyor; marka değeri olan bir yazarı sahnede gördüklerinde ise fütursuz bir cüretle "takla attırmakla" suçluyorlar; ne yapsan yaranılmaz; tü kaka, dokunma çarpılırsın edebiyatı; ne kendileri dokunur, ne de başkalarının dokunmasına izin verirler...

* Tanzimat tiyatrosundan kalan uygulamaların bugün için de geçerli olduğu düşünüyor olmalısınız ki; yaratıcı zekanın oyun afişine ya da sahne üstündeki yansımalarından tedirginlik duymuşsunuz...

* Kapalı gişe oyunların istatistik verilerini değerlendirme uzmanı olmak kolay mıdır? Yeteknek gerekir mi? Eğitim şart mıdır? Bu gelişiminizi hangi tiyatrolarda elde ettiğinizi düşünmeden edemiyorum...

* Dost başa düşman ayağa bakar misali, ayakkabılara takılmış, hangi mahcubiyetinizden dolayı başınızı biraz daha yukarı kaldırıp oyunu gerektiği gibi izleyemediğinizi bilmek isterdim...

* Bir de çocuklara tiyatro eğitimi verme...

* Bir de "alkışlarımız emeğinize" gibilerinden sözler...

* Bir de eleştri yazısı "Biz" ifadesiyle tamamlanarak, yazının yalnızca Melih Bey tarafından değil de, bir grup tarafından kaleme alındığını gösteren son satırlar...

SON NOT: Her izlediğim tiyatro oyununda olduğu gibi, Kemal Aydoğan’ın yönettiği "Testosteron" adlı oyunda, benim de beğendiğim, beğenmediğim, çok güldüğüm ya da dudak büktüğüm yerler oldu. Bunları sizlerle paylaşmak yerine, Melih Beyin eğitimiyle uğraştığım için kusura bakmayın...

A.Kadir B.


Habibe Merih Atalay - ( 12/30/2008 )
Baştan sona görünen bu vücutta, her birimiz, kendi içinde olağan üstü tutarlılık örneği adledebileceğim, amacının ötesinde müthiş bir sıçramaya gebeyiz.
Yazan, yöneten, oynayan, tasarlayan, izleyen, beğenen, alkışlayan, reddeden, olumlu ve olumsuz eleştiren, ilgi duyan, duymayan, bakan, gören, okuyan, anlayan, bilen, bilmeyen, seviyeli, cüretkar, arsız, kibar, eli kalem tutan, bilgisayar başına geçen hepimiz, bizler, şimdi beni de okuyanlar:
Tiyatro Sanatı adına doğmak ve doğurmak üzereyiz.
Neyi?
Şahane izlenceleri.
Şahane bir izleyiciyi.
Şahane bir anlayışı.
Şahane bir algılayışı.
Şahane bir duruşu ve bakışı.
Sanatın Şahaser Oluşumunu.
Sancılarımız sıklaştı.
Bu yüzden her birimiz işe el atmalıyız. Güzel, sağlıklı bir doğum sürecindeyiz. Türkiye kendi tiyatrosuna işte böyle cesaretle katılımcı olmalı. Herkes ne düşünüyorsa paylaşmalı. Çok ama çok önemsiyorum bunu. Bu yazılanların hepsi son derece kayda değerdir. Çünkü : K I Ş K I R T I C I !
İşte sanatta bunun için yapılır zaten.
Buradaki tüm katılımcıları tebrik ediyorum. Harika bir enerji içine soktular beni. KIŞKIRTILDIM!


Cüneyt Uzunlar - ( 12/30/2008 )


0.
Neden sanat/sanatçı var?
Sürüyle cevaptan biri:
Konuşamadığımız (anlaşamadığımız) için.

1.
Şu çok açık, birine, bir şeye yardımcı olmak istiyorsanız konuşurken sesinizin tonu incelir, ses yüksekliği hafiften alçalır, dik dik bakmazsınız, karşınızdakinin alışkanlıklarını, zaaflarını gözetirsiniz vs. -yazarken de bu geçerli- Ve bunu kimse öğretmez, hayat öğretir!.. Böylece konuşma imkanı/umudu doğar. Konuşursunuz ve bir şeylerin değişiminde dahliniz olur. Fakat! Siz ne kadar ince olsanız da karşınızdaki yontulmamış tip, anlamayabilir. Sabredersiniz. Başka yollar denersiniz. Ama olmaz. Öyleyse iki seçenek var. Ya onun gibi kabalaşırsınız ya da sanat yaparsınız. Mecbursunuzdur çünkü anlatmazsanız içinizdeki anlatma arzusu sizi boğar. Veee başlarsınız, “Bak kardeşim şu adam çükünü, bıyığını, yumruğunu salladıkça; yeniyetmeler gibi küfürler edip, avaz avaz zırladıkça bak her şey karman çorman oluyor, hayat bir farsa, vodvile dönüşüyor.” O yontulmamışa sahnede kendini gösterirsiniz yani. Onu/ona gülümsetmek, güldürmek istersiniz. Öyle ya en yontulmaz ve kaba tiplere karşı tek silahımızdır gülmek/güldürmek. Ama yok. Yok yok yok! O kişi gene de uslanmaz. Huyundan vazgeçmez. Boşluğa yumruk savurmaya devam eder. Ve bâzen de bir ‘eleştirmen’ tipi olarak belirir. Ağzından köpükler saçarak bağırır, “Ben o sahnede gösterdiğiniz tiplerden değilim. Ben seçkinim! Siz beni yanlış gösteriyorsunuz! Çünkü siz yeteneksiz, kötü, kaba, yalancı, üç kaatçısınız. Ben bi taneyim. Aslında ben şöyleyim… ” Çook üzücü. Çoook kalp kırıcı bunlar. Fakat kabalaşmak istemiyorum.

2.
[“Testosteron (rejisörü,metni,dekoru,kostümü,oyuncusu,rol dağılımı olduğuna bakmayın) "tiyatro"ya "uzak" bir gösteridir”]

Soru: Hangi tiyatroya? Bir tek tiyatro olmadığını bilmiyor muyuz?

3.
[Oyun Atölyesi’ndeki gösteride zaman zaman yapılan tuluat ile "zararsız" dokundurmalar yapılmıyor değil. Ancak Shakespeare oyunlarına fütursuz bir cüretle "takla attırmakta" kendini "özgür" gören "Tiyatro Yöneticisi"nin nedense bu gösteride "nutku tutulmuş".]

Bunun ispatını rica ediyorum. Boş at dolu tutsun. Yok öyle yağma.

4.
[Abartılı oyunculukları birbirlerini o kadar etkilemiş olmalı ki sahnede "ayni" olan 7 erkek var.]

“Ya sayı saymayı bilmiyorsun ya hiç dayak yemedin.” deyimini incitmek için değil körlüğe panzehir olarak yazıyorum. Abartılı oyunculuk nedir? Cevap veriyorum: “Gereğinden fazla ve gereğinden büyük oyunculuk.” Şimdi soruyorum gereği nedir bunun? Bir cetveliniz var mı abartısız oyunculuk için? Yoksa eğer…

5.
["Soytarılar Panayırı" çıkıyor.(Keşke gerçekten "soytarı" olabilselerdi diye de geçiriyoruz içimizden!)]

Hiç soytarı gördünüz mü? Kral Lear’ın soytarısından çok mu etkilendiniz? Bilge soytarılıktan yani? İtalyan Halk Tiyatrosu’nu ve Orta Oyunu’nu incelediniz mi? Tip nedir biliyor musunuz? Ya da karakter?

6.
[Bu tür muhabbetlerde,erkeklerin askerlik anıları,kadınlar ve futbol ile sınırlandırılan "kültür" düzeyi, bu gösteride inceliksiz,kaba ve zaman zaman sözde Tarantino’vari(?) sert bir sahne cambazlığı ile verilmek istenmiş.]

Hiç mi yakın gelmiyor? Bu kadar mı yabancı? Hiç görmediniz mi bunlardan? Hiç kendinizi bu tür kabalıkların içindeyken yakalamadınız mı? Ben yakaladım azizim.

7.
[Alkış,kahkaha ve de övgü cümlelerini gereksiz bir bonkörlükle armağan eden seyirci ,gösterideki baba-oğul dialoglarının onda biri kendi başına gelse ne yapacağını algılamıyor.]

Vayy alçak seyirci gitti neyi beğendi!!! Kaba, aşağılık seyirci!!! Çok ayıp. Bir tek siz akıllı değilsiniz. Bir tek ben akıllı değilim. Büyüklenmeyiniz lütfen!

8.
[Alıntıyı "fallus" ile ilişkilendirip politik söylem olarak işkence,dayak,savaş kelimelerine bağlama çabası havada kalmaktadır.]

Neden? İdrak edemediğiniz için mi?

9.
["Adamlar kavgadan geliyor" diyenleri duyar gibiyiz. İyi de kavgaya seyirci olanlar da "düğünden" geliyor.]

Ama önce şunu soracağım “gibiyiz” derken siz kaç kişisiniz. Ekip misiniz? Bize zarar verir misiniz? Burda korkalım mı? Korkup pusalım mı? Niye tek tek gelmiyorsunuz? Böyle hepiniz birden saldırıyorsunuz? Güç eşitsizliği var ya da imâsı.

10.
[Belki biz gösteriye "katkıda" bulunanlardan bazılarının hocası olsak , her zaman yaptığımız "klasik" değerlendirmemiz ile "Zekice kotarılmış özenli bir sahneleme ve yaman bir oyunculuk gösterisi izliyoruz" diyerek bu yazıyı bitirirdik. Öyle bir durumda kalan bir hoca olmadığımıza ve ayni pelesengi tekrar etmek zorunda kalmadığımıza şükrediyoruz.]

Acaba dinleme cihazı falan mı yerleştirdiniz sağa sola. Kimin ne dediğini nerden biliyorsunuz? Gerçekten bunlar çoook üzücü. Çoook kalp kırıcı.

Elimden geldiğince sesimi alçaltmaya, edepli olmaya çalıştım. Sürçü lisân ettiysem affola… Ya da ne oluyosa o ola. Üfff! Hep üzül büzül. Nereye kadar canım kardeşim ya…

11.
[Bizim seyrettiğimiz gece salonda kendi sözleri ile "Selçuk Abisi"nin kanatları altında gösteriyi seyreden (kapı görevlisi kızlar tarafından "zaten her gösteriye geldiği" söylenen)]

Siz hayatınızda hiç Çelebi veya Derviş görmediyseniz “Selçuk Abi”yle tanışın bence. Ama teberin ne olduğunu da öğrenin önce.

12.
Bu madde yorumculardan birine…

Haluk Bilginer’in dokunulmaz değil aksine çok dokunulabilir bir konumda olduğu açık. Buna rağmen ona dokunamayanlar otursun derdine yansın. Melih Anık’ın bir tetikçi gibi çalıştığını lütfen görünüz. Ayrıca benim derdim onunla değil. Bu zihniyetin diliyle, üslubuyla.

13.
Elimden geldiğince sesimi alçaltmaya, edepli olmaya çalıştım. Sürçü lisân ettiysem affola… Ya da ne oluyosa o ola. Üfff! Hep üzül büzül. Nereye kadar canım kardeşim ya… Bak son anda ele verdik kendi-‘mizi’ ya…











Timur Acar - ( 12/30/2008 )
’’ bu ne biçim yorumlar, bu nasıl bir cevap aman allahım inanamıyorum... lise zamanındaki gibi ülkücü-solcu çatışması gibi’’...... bu neee yaaaaa...ne bekliyodunuz acaba biz soytarılardan ... özlü sözlü laflar mı acaba... soytarı da olsak eleştiriye acığız ama böylesine, kusura bakmayın da bengi hanım az bile yazmış.... şu yazının başlıkları ne alllahaşkına .. ticari başarı,takmışsınız bi +18 zaten... bi eleştiri olarak kostüm yazılmış,bi de arada bir oyunculukdan bir cümle.bu kadar basit diiilll.... tiyatro sanatı bu kadar basit diiill anlıyomusunuz acabaa... 30 kişinin emeğine saygı duyularak bırak alkışlamayı,adam gibi yazıcaksınız ilk önce... öyle en önden bilet alıp bir erkek bi baaayyaaaannn(recep ivedik tabiri ile)-soytarıyız napalım-- oyun biter bitmez kuyruğu bacak arasına sıkıştırıp kacmak yok... emeğe saygın varsa, bekler,beğenmesende sonuna kadar alkışlar öyle giderdin.maca gelmiş futbolculara laf atar gibi takılmaya hakkın yok hele bi eleştirmen isen hiç yok...

Bu Oyun Hakkındaki Görüşlerinizi Paylaşın !

İsim
Mail  (Yayınlanmayacak)
Yorum
Güvenlik Kodu= 618
Lütfen bu kodu yandaki kutuya yazınız
 

    Son Eklenen Yazılar     En Çok Okunan Güncel Yazılar
27 MART… UMUDUNU ARAYAN BİR GÜN (Ahmet Yapar)
YOKLAMA LİSTESİ (Skeç)
    Tüm Tiyatro Yazıları

    Bu Tarihte Yayınlanan Diğer Yazılar
    Bu yazının yayınlandığı tarihte gündemdeki diğer yazılar aşağıda listelenmiştir...

  • Hülya Karakaş'ın disipline verildiği Şehir Tiyatroları'nda despot zihniyeti -altın dönemini- yaşıyor (Feridun Çetinkaya) - 1/4/2009
  • 2008'in son saatlerindeki önlenemez düşüncelerim (Üstün Akmen) - 1/3/2009
  • Tanrı Şehir Tiyatrosu'nu 90'lı Yılların -Ruh-suzluğundan Korusun (Can Doğan) - 1/3/2009
  • Testosteron Üzerine Zorunlu Bir Açıklama (Melih Anık) - 1/1/2009
  • Hülya Karakaş'tan Orhan Alkaya'ya Açık Mektup (Hülya Karakaş) - 12/30/2008
  • Tiyatronun Kuru Fasulye ile Bağlantısı (Nihat Keleş) - 12/30/2008
  • Yanmak… Kül Olmaktır Sivas Ellerinde... (Yurdagül Yurtseven) - 12/29/2008
  • Marx’a susadığımız kadar Brecht’e de susamışız! (Cansu Fırıncı) - 12/29/2008
  • SÜRMANŞET: Her türlü eyleme hazır mısınız? (Rengin Uz) - 12/29/2008
  • Oyun Atölyesi - Testosteron: Soytarılar Panayırı (Melih Anık) - 12/28/2008
  • İBŞT'nde Hareketli Öykü (Okuma) Tiyatrosu: Yedi Tepeli Aşk (Üstün Akmen) - 12/27/2008
  • Sümerde Yeni Yıl (Akitu) Şenliği ve Tiyatronun Etimolojisi ve Hatta Sümerolojisi ! (Savaş Aykılıç) - 12/27/2008
  • Kanlı Nigar - Ankara Devlet Tiyatrosu (Ahmet Olcay) - 12/26/2008
  • -Aristosal Sunumla- Bertolt Brecht Gecesi (Kemal Oruç) - 12/25/2008
  • Testosteron – Oyun Atölyesi (İsmail Can Törtop) - 12/23/2008
  • Elim Sende ve Araf Ne Taraf (Üstün Akmen) - 12/23/2008
  • Onların diz boyu, bir çocuğun baş hizasıdır: Maskeliler (Üstün Akmen) - 12/23/2008
  • Tekrar Çal Sam; Başarılı Bir Ekip Çalışması (Rengin Uz) - 12/21/2008
  • Geleneksel'den Halk Tiyatrosu'na, tiyatromuz. (Adnan Tönel) - 12/20/2008
  • Yıldız Kenter'in Yıldız Kenter Bayramı'ndaki zaferi: Victoria (Üstün Akmen) - 12/19/2008
  • Deri Ceket – İstanbul Şehir Tiyatroları (İsmail Can Törtop) - 12/17/2008
  • Daha Nice Yıllara, Tiyatromuzun Onur Abidesi... Daha Nice Yıllara (Üstün Akmen) - 12/17/2008
  • Üniversite Tiyatrosu Kavramı ve Muğla Üniversitesi Tiyatro Topluluğu (Öznur Çetin) - 12/17/2008
  • Seyirciye Saygı (Engin Alkan) - 12/15/2008
  • Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nden Uyduruk Bir Eleştiri Seçkisi (Feridun Çetinkaya) - 12/15/2008
  • Yorumun Yorumu (Arda Aydın) - 12/15/2008
  • Meraklısı İçin Öyle Bir Hikaye Oyun Eleştirisi ve Naşit Özcan Röportajı (Selçuk Soğukçay) - 12/15/2008
  • Bana Benden Bahset - Evlilikte ufak tefek CİNAYETLER (Rengin Uz) - 12/14/2008
  • Orhan Alkaya, İBŞT'de gene bir ilke imza atmış: Canavar Sofrası (Üstün Akmen) - 12/14/2008
  • Canavar Sofrası - İstanbul Şehir Tiyatroları (Ayşe Müge Gerdan) - 12/14/2008
  • Gripli Tavuklar (Hüseyin Manto) - 12/14/2008
  • Zorunlu Hedefler - Ankara Devlet Tiyatroları (İhsan Ata) - 12/13/2008
  • Çınar Polis Karakolu (Mustafa Firuz Bozkurt) - 12/11/2008
  • Tiyatroadam'ın mutlaka izlemeniz gereken oyunu: Albay Kuş (Üstün Akmen) - 12/11/2008
  • İKSV ve SANAT (Cüneyt İngiz) - 12/10/2008
  • Van Devlet Tiyatrosu'nda Bir Lope De Vega Oyunu: Çılgın Dünya (Üstün Akmen) - 12/10/2008
  • Ferhanca felsefe dersleri - Boşgezen ve Kalfası (Rengin Uz) - 12/9/2008
  • Barış - Adana Devlet Tiyatrosu (Ahmet Olcay) - 12/9/2008
  • Deri Ceket - İstanbul Şehir Tiyatroları (Ayşe Müge Gerdan) - 12/9/2008


  • Tiyatro Kursu Başlıyor!
    19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de!
    Çalışanlara yönelik hobi sınıfı!



    Duyuru Panosu!



    Son Eklenen Tiyatro Oyunları

         Güncel Yazılar

    Yazar olmak ister misiniz?
    Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...

    Mail Listemize Üye Olun

         Güncel Haberler
    Tiyatro Maydanoz, Nazım’ın Kadınları ile Sahnede
    Tekin Deniz: Dümbüllü kavuğunu kimseye devretmedi

    Tiyatro Dünyası'nı takip Edin
     
     |  ..