Beyoğlu’ndaki birinci, ikinci, hatta beşinci el kitapları satan sahafları bilirsiniz… Sonra Beyazıt’takini…
Issız Adam’dan önce de vardı benim hayatımda… Yani filme özümsenip sonradan gidenlerden değilim… Zaten özümde olan bir ilgiydi anlayacağınız. Zaman zaman uğrak yerimdir oralar… Bayramın 3. günü oradaydım… Beyazıt’ta… Meydana konulmuş ikinci, dördüncü el eşyalar, kitaplar ve hatta plâklar… Oldukça kalabalıktı…
Yere doğru eğildim, sergilenen eşyalara baktım, bazıları antika değerindeydi.
Sayfaları koyu sarı renge bürünmüş, tavan arası kokan ve sanki bu tavan arasında unutulmuş ve sayfa kenarları yırtılmış ve sonradan tesadüfen bulunup kütüphanede tekrar yerini bulmuş. Ağustos 1936 yılında çevrilmiş ve basılmış bir kitap… Bernardin De Saint Pierre’nin Pol et Virginie isimli romanı… Dile kolay tam 73 yıllık, düşünün Atatürk hâlâ hayatta…
Geçmişin tozuna dokunmayı severim, iğrenç gelmez bana… Tiksinmem yaşanmışlıklardan…
Ne kadar tuhaf.. bir konağın ya da yalının köşesinden, bir apartman dairesinin köşesine yolculukta denilebilir. Bence hayatın bana yaptığı bir cilve...
Fransa’nın sömürge topraklarının birinde geçen iki kadının ve çocuklarının hikâyesi… Asilzadeler, sömürgelerden alınan zenci köleler, çiftlik hikâyeleri, tarım işleri, yaşam mücadelesi ve içinde aşk, sevgi, ihtiras...vs. Romanda anlatılanlar resimlerle de şekillendirilmiş… Kitap dönemin Türkçesiyle yazılmış yani kelime zulama yeni kelimler de eklenecek…
Birinci sayfayı okudum, ikinci sayfaya geçtim, sayfalarda ilerlerken arada birkaç beyaz ince saç teli çıktı. Bir kadına mı aitti yoksa bir erkeğe mi? Epey yaşlı olduğu zaten belli, tıpkı kitap gibi…
Sonra ablamın serzenişi “aman mikrop kaparsın eldivenle oku bence!”
“Yoo kesinlikle olmaz gelecekse mikrop Cumhuriyetin o aydınlık döneminden gelsin razıyım hasta etmez ya…”
Ve başka bir sahaftan da Edith Piaf’ın sanırım 1961 yılına ait belki daha da eski plâğını buldum… Paris’te Radio Columbia Lugano’da kayıt edilmiş… İçinde mükemmel şarkılar var. Charles Dumont’la beraber çalışmış… Non, je ne regrette rien ve İspanyolcasını severek dinlediğim Les mots d’amor şarkısı da mükemmel…
Non, rien de rien,
Non, je ne regrette rien,
Hiçbir şeye pişman değilim…
Neyse…
Bir an kendimi Champs Elysees (Şanzelize) de hissettim...
Zamanda kaybolmak böyle olsa gerek…
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...