| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Üstün Akmen Söyleşisi - Egemen Kültüre Karşı Yeni Bir Tiyatro Anlayışına Gereksinim Var Gamze Akdemir Üstün Akmen imzalı “Tiyatroda Ayna Var”, büyük bir ustaya, Genco erkal’a adanmış ve elbette tiyatroculara, operacılara, dansçılara… 2010-2011 sezonunda izlenmiş, eleştirilmiş, değerlendirilmiş, yorum eklenmiş opera, bale, tiyatro eserlerinden; tiyatro festivalleri izlenimlerinden ve biri Fazıl Say, diğeri Ute Lemper konserlerinden esinli duygulu satırlarla bezeli… Tiyatro, opera, bale sanatçıları, meraklıları, eğitim alanları için yepyeni bir kaynak niteliğinde… 50’inci sanat yılında Akmen’in yayımlanan bir diğer kitabı bir yeniden basım: “Kör Bakkalın Gözleri”… Okurla kanka olmayı becerebilen nevi şahsına münhasır, yazara “tatlı dille takık”, “anlatıcı”sı okurla hemhal, ezgi zengini senfonik öykü kitabı. Akmen’in günü yakalayan, yıllara yenilmeyen kitabının yeni basımında usta yazarların kitapla ilgili değerlendirmeleri de yer alıyor. Akmen’le “Tiyatroda Ayna Var” ve “Kör Bakkalın Gözleri” adlı kitapları üzerine söyleştik. - Tiyatroculara, operacılara, dansçılara ve en başta Genco Erkal'a adalı olduğunu ifade ediyorsunuz “Tiyatroda Ayna Var”ın. Neden? Gelin bu nedeni öğrenerek başlayalım söyleşimize. - Evet, 2010–2011 sezonunda sahne sanatları dalında toza bulanmış önemli oyunların eleştiri, yorum ve değerlendirmelerini kapsayan “Tiyatroda Ayna Var”ı, içimize ayna tutan o tiyatroculara, operacılara, dansçılara adadım. Onlara ve onların ustalarının en başında olanına, Genco Erkal’a… Çünkü onlar ve elbette Genco Erkal; çok şey bilen, çok şey bildiklerinden çok şeyi birden istemeyen sanatçılar. Ne istediklerini biliyorlar. Bilmelerinden kaynaklanan istek uğruna, bedel ödüyor, acı çekiyor; yüreklerini bedel ödemeye ve acı çekmeye her an hazır tutuyorlar. - “Tiyatroda Ayna Var” sahne sanatları dalında eleştiri, yorum ve değerlendirmelerinizi topladığınız 5. Kitap… - Evet, diğerleri “ …Veee Perdeee… / Cumhuriyet Kitapları (1999–2000 Sezonu), “Üçüncü Zil” / Broy Yayınevi (2000-2001 Sezonu, “Maskenin Öteki Yüzü” / Broy Yayınevi (2001-2002 Sezonu), “Yüzde100 Tiyatro” / Mitos-Boyut Yayınları (2010-2011 Sezonu). - Arada sezon boşlukları var… - O, yayınevi bulamamamdan kaynaklandı, yoksa ben hep yazdım ve yayınladım. Diğer tiyatro eleştiri kitaplarımın ve dolayısıyla “Tiyatroda Ayna Var”ın yapısının Türk tiyatrosunun divası Yıldız Kenter tarafından saptandığını iftiharla söyleyebilirim. Yazdığı bir mektupta, yazılarımı yayımlandığı dergi ya da gazetelerden sürekli okuduğunu söylüyor ve ekliyordu: “Kitaba girmek çok hoş olur”. Tiyatro eleştirilerimi kapsayan kitaplarımın ilkini böylece Sayın Kenter’in duyarlılığından yola çıkarak kitaplaştırmış oldum. Bin bir uğraşla yaratılan eleştiri yazılarımın gazete/dergi sayfalarında yok olup gitmesine gönlü razı değildi Yıldız Kenter’in. Ben de, yaratanlarının adlarına ve yarattıklarına yıllar sonra en kötü olasılıkla sahaflarda rastlanabilecekleri umudunu o tarihten itibaren taşımaya başladım. “Tiyatroda Ana Var” da bu umutla yayına hazırlandı. “ELEŞTİRMENLİĞİN ESASI YÜKSEK BİR OLGU DUYGUSUNA VE YARGI GÜCÜNE SAHİP OLMAKTIR” - Eleştirmenliğin esası nedir sizce? - Geçmiş yıllardan birinde ve de galiba 60’lı yılların ortalarında, T.S Eliot’un: “Okunmaya değer eleştirmenler, yazdıkları sanat türünde kendilerini yetiştirmiş, hem de çok iyi yetiştirmiş olmalıdırlar” kelâmına rastlamıştım. O günlerde bu sınırlamayı daha geniş tutmak gerektiğini savunduğumu anımsıyorum. İlerideki yıllarda da hep savundum. Savım bir eleştirmenin her şeyden önce çok gelişmiş bir olgu duygusuna gereksinimi olduğu yolundaydı. Çünkü eleştirmen olmak önemsenmeyecek bir yeti değildi. Kolayca ucuz övgüler düzmek demek de değildi eleştirmenlik. Yaşım ilerledikçe anladım ve iyice kavradım ki, olgu duygusu pek zor, çok ağır ve hayli yavaş gelişen bir duygu. Bunun nedenini kurcalayınca, kavranması gereken pek fazla olgu kürecikleri olduğunu anladım. Ha, bir de yargı gücü. - Çözümleme yöntemlerinizin tümünü elbette soramasam da ana hatlarıyla birkaç temel ilkeyi özetlemenizi rica edebilirim. Bir tiyatro oyununda en çok neye dikkat eder, neyi öne alırsınız? Ayrıca sizi en çok ne rahatsız eder? - Bir tiyatro eserini ya da metnini öncelikle düşünsel anlamda yorumlayarak anlamlı hale getirmek isterim. Önceliğim burada. Eserin içeriğinde yer alması gereken konular üzerinde (metinsel içerik, sahne dekoru, sahne tasarımı, kostüm, ışık, ses, görüntü vb. tüm olguları alarak) uyumlaştırma yaparım ve kendi kendime sanki karşımda o eserin yaratıcılarından biri varmış gibi yüksek sesle fikirsel katkı üretirim. Oyunu bulup buluşturup mutlaka okumaya çalışırım. Metni iyi incelerim. Oyun metnindeki karakterler ve olaylar üzerinde düşünür, kendimce çalışırım. Oyunu izlerken de bütün bunlara dikkat ederim. Diğer taraftan kötü bir dramaturgi, kötü oyunculuk, trafiği belirsiz bir mizansen, yanlış ışık tasarımı, zevksiz kostüm, “matluba” uymayan dekor beni çok rahatsız eder. “ADIM TASARIMI TİYATRODA DA GEREKLİ. AMA KİMSE İTİBAR ETMİYOR” -Kitabınızdaki eleştirilerinizden koreografide yetkinlik konusunda mesela pek iyimser olmadığınızı sezinliyoruz. - Koreografi bildiğiniz gibi adım tasarımcılığı, dans besteciliğidir. Baleyi saymazsam tiyatroda bu işi yapan pek az sanatçımız var. Cihan Yöntem, Selçuk Borak, İhsan Bengier ve bir iki kişi daha. Ben, günümüz tiyatrosunda hareket akışını anlatmak için de koreograf gereksinimi olduğuna inanıyorum. Adım tasarımı tiyatroda da gerekli, ama bu hususa bir iki rejisör dışında kimse itibar etmiyor. Kötümserliğimin kaynağı sadece bu… - Tiyatro seyircisiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? - Seyirci, tiyatroya yeni şeyler görmek, kendini başka düşünce ve duygu düzenlerinde duyumsamak, kendinden ötede olmak, kısacası haz duymak için gidiyor. Haz duymak duygusu ise, bazen güldürerek, bazen ağlatarak, bazen düşündürterek, bazen de duygulandırılarak sağlanmakta. Birbirlerinden yetişiş, çevre, zekâ, duygu açısından farklı bireylerden oluşan tiyatro seyircisi, oyun başladıktan sonra, bir süre için, aşağı yukarı aynı yaşantıyı paylaşmaya başlar. Bu bir “iki kere iki dört” olayıdır. Ama aynı yaşantı, çeşitli kişilere değişik açılardan etki edebilmekte. Komisarjevski’nin dediği gibi, böylece “tiyatro insanın acısıyla mutluluğuyla kendini anlamasını, kendini tanımasını” sağlıyor. Ancak bunu yaparken de, kesin sonuçlara gidilemiyor, çünkü bu sonuç, her insanın kişiliğine göre değişebilmekte. Bu da, her bireyi (aynı deneyimi yaşamalarına karşın) doğal olarak kendi kişisel dünyası içinde etkilemekte... Tiyatroda bulunan seyirci bir bütün olmakla birlikte, her biri aynı deneyime değişik tepkiler göstermekte. - Tiyatro ki günün aynası, gençler de öyle... Genç tiyatrocular neleri yansıtıyor, hayatı, duyguları, uzak/yakın tarihi günün gözüyle görerek ekolleri yerle bir eden de var, tutkuyla özümseyen de... - Günümüzde tiyatro, egemen kültüre karşı yeni bir tiyatro anlayışına gereksinim duymakta. Alternatif tiyatro dediğimiz deneme tiyatrosu, varolan tiyatro alışkanlıklarına, anlayışlarına, tarzına ve estetiğine bir anlamda başkaldırı anlamını taşıyor. Öteki olma kaygısı güden alternatif tiyatro, günümüzde yaşanan toplumsal sorunlara sessiz kalmıyor, politik tavrıyla tekdüze tiyatronun karşısında duruyor. Bunun için de, yeni teatral tavrını iletecek yeni çalışma yöntemlerini, tekniklerini, tarzını ve estetiğini, üretme ve aktarma çabasında. Alternatif tiyatronun kendini ifade etmesinde en etkin araç sahnelemede oyuncunun ön planda olduğu, Brecht’in dediği gibi “Tiyatroya girişte paltosuyla birlikte beynini de bırakan seyirci istemiyorum” sözünün mantığıyla, seyircinin oyunun bir parçası olduğunun duyumsattırıldığı bir görsellik. Bu görsellik de alternatif tiyatroyu alışılageldik, söze boğulmuş, aldatmacı tiyatrodan kendini ayırıyor. Bu tür tiyatrolara örnek olarak EKİP’i, Tiyatro 02’yi, Serbest Bölge’yi, Tiyatro Artı’yı, Tiyatro Öteki Hayatlar’ı, İkinci Kat’ı, Altıdan Sonra Tiyatro’yu, DOT’u, Halt Tiyatro’yu, Tiyatro Boyalı Kuş’u ve şu anda aklıma gelmeyen benzeri grupları gösterebilirim. “SENFONİDEKİ DÜZEN, ÖYKÜDE DE YAŞAMA GEÇİRİLMELİDİR” - Okurla kanka olmayı becerebilen nevi şahsına münhasır, yazara “tatlı dille takık”, “anlatıcı”sı okurla hemhal, ezgi zengini senfonik öykü kitabınız “Kör Bakkalın Gözleri” yıllar sonra yeniden basımıyla raflarda. Yeni basımda usta yazarların kitapla ilgili değerlendirmelerini de okuyoruz. Sizin için de hayli özel bir kitap bu. Hem bunu, hem de kaleminizi kâğıda o senfonik yapıdaki değdirişinizi anlatır mısınız son soruda - “Kör Bakkalın Gözleri”ni ayrıca ‘senfonik bir öykü’ nitelemesiyle, ışıklar içinde yatsın Sevgili Muzaffer Buyrukçu’nun saptadığı gibi insanı bulunduğu yerden uzaklaştırmayı, başka bir kimlikle donatmayı düşünerek yazdım. “50. Yazarlık Yılı”mı kutladığım günlerde 3. Baskısının Arshop tarafından okura kavuşturulması benim için bir anlamda sürpriz oldu. Uzun öyküde anlatıcı, örneğin: “Bu öyküyü Beethoven’in bir senfonisini dinliyormuş gibi okuyun” der Okur, bu uyarıyla koşullanarak öyküye öyle yaklaşır ve okumasını içeriği zenginleştiren olayları, serüvenleri kucaklayarak sürdürürken, kimi olguların sert yapılarını kırmaya uğraşır. Kendisine verileni anlamaya, anladıklarının tadını çıkarıp varlığının her yanına yaymaya çabalarken, ansızın “anlatıcı” gene girer araya ve öykünün doğal akışını “şıp” diye keser, durdurur. Neden? Çünkü öyküdeki devinimlerin, düğüm ve serimlerin, sergilemelerin bir senfonide olması gerektiği gibi algılanmasını, öyle yorumlanmasını, okunma temposunun ona göre ayarlanmasını ister. Okurla, öyküde olup bitenlerin arasındaki dengeyi belirtmek niyetiyle akışı durdurur. Senfonideki düzen, öyküde de yaşama geçirilmelidir: Olaylar, hızlı akmaları istenilen noktada yavaşlamamalı, yavaşlamaları gereken noktada da hızlanmamalıdır. Bir de (Muzaffer Buyrukçu’nun tanımıyla şunun için): “Öykünün, şimdiye kadar yazılan öykülerin hiçbirine benzemediğini, onun ancak Beethoven’in bir senfonisiyle boy ölçüşebileceğini göstermek için durdurur”. “Kör Bakkalın Gözleri”nde şarkılar, şiirler, opera librettoları, fragmanlar, tablolar, masallar, söylenceler var ve bunların hepsi birbirine bağlanarak öykü bir bütün olarak ortaya konuluyor. Eleştirmenler anlatımının dokusunda ciddiyetle, ağırbaşlılıkla, soylulukla birlikte ironi, güldürü öğeleri, ince bir mizah, ince bir eleştiri buldular. “Kimi satırlar, kaşları çattırırken, kimi satırlar bıyık altından gülümsetiyor” dediler. İyi dediler, çünkü ben de onların söyledikleri noktalara odaklanarak yazmıştım. “Önem bakışımızda mı, bakılanda mı, anlatılan mı önemli, anlatan mı, gidilen yer mi güzel, giden mi, düşünen beyin mi, yoksa düşünülen mi” sorularına yanıt aradım. Anlattıklarımdan çok, anlatımımın öne çıkmasını istedim. Sürükleyiciliği konuya yaslamadım. Hem alışılagelmiş öykü anlayışını çimdikledim, hem de senaryoyu ilk kez bir öyküye “malzeme” yaptım. Öyküde ne anlatıldığıysa okurdan başka kimseyi ilgilendirmiyor. “Kör Bakkalın Gözleri” işte böyle ilginç bir kitap... Gamze Akdemir Cumhuriyet gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|