| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Tuncer Cücenoğlu’nun ‘Çığ’ı Azerbaycan’da alkışlanırken… Üstün Akmen Geçen hafta, Azerbaycan Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Ulusal Dram Tiyatrosu’nun (Akademik Milli Dram Teatrı) davetlisi olarak Bakü’deydim. Ünlü yazarımız Tuncay Cücenoğlu’nun “Çığ” başlıklı oyununun prömiyerinde de bulunacaktım. Bakü’ye ikinci gelişimdi, ama hava meydanından kent merkezine yol alırken, yolun sağında ve solunda ayçiçeği tarlası gibi yükselen petrol (oralarda “neft“ diyorlar) sondaj direkleri, bir kez daha ilgimi çekti. Her iki yönde ikişer, üçer hat halinde dizili petrol ve doğal gaz boruları, yeni görüyormuşumcasına bana gene ilginç geldi. Düşünceyle duygunun kaynaşması Tuncer Cücenoğlu ile aynı uçaktaydık, uçaktan birlikte indik. Bizi, havaalanında Azerbaycan’ın ünlü tiyatro yönetmeni Behram Osmanov ile tiyatronun idare müdürü Natiq Gülmemmedov karşıladı. Tiyatronun aracına bindik. Cücenoğlu ile Osmanov, “Çığ”ın sahneye konuluşuyla ilgili derin bir sohbete daldılar. Nedendir bilinmez, ben tam o sırada, düşünceyle duygunun ayrıştığı bir çağda yaşamakta olduğumuzu düşünmekteydim. 1900-1904 yılları arasında yapımı tamamlanan İ.V. Qoslavski’nin eseri Bakü belediye binasının önünde, akşamın alacakaranlığında iki genç, birbirlerine fena halde sarılmış, öpüşmekteydi. Düşünceyle duygunun ayrışması düşüncesini onlardan mı esinlendim bilemiyorum, ama onların dahi aşka böyle yaklaştıklarında karar kıldım. Olabildiğince kuru, ruhsuz ve duygusuz. Bakü’de ilk akşamımız Bakü’deki ilk akşamımızda, Bakü milletvekili ve oyun yazarı Hüseynbala Mirelemov’un “1001 Gece Restaurant”taki yemek davetine katıldık. Saatler ilerledikçe tiyatro üzerine söyleşiler koyulaştı. Tiyatronun genel sanat yönetmeni “Onursal Kültür Çalışanı” unvanlı Magbet Z. Bunyatov’la, Trabzon’daki “8. Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali”nden tanışıyorduk. Düşünceyle duygunun ayrışmaya uğradığı çağımızda, şayet duygusal değilsek, kendiliğinden duygusuzlukla hüküm giydiğimiz konusunu açtım. Hatta bir ara, belki de votkaların etkisiyle aşka gelip: “Ne biçim çağ bu çağ be!.. Duygulu olmayı duygusallıkla karıştırıyorlar, düşünceyi duygusuzluk olarak anlıyorlar” diye kendi kendime söylendim. Bunyatov ya anlamadı ya da anlamamazlıktan geldi, bilmiyorum. İkinci günümüzün sabahındaysa, Nizami Caddesi’nde aval aval gezinir, kitap pasajında kitaplarla oynaşır, 1890’lardan kalma Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi binasının önünde sızlayan belimi dinlendirir, Çeşmeler Meydanı olarak da anılan Nizami Meydanı’nda çay içerken de aynı düşünceler peşimi bırakmadı. Ne biçim bir çağdı bu çağ be!..
Mülkiyet-emek ilişkisi
Gün içinde, petrol ve doğal gaz zenginliğinden sonra, bu kere de görülmeye değer eski taş binalara dalıp gittim. Natiq Gülmemmedov bir yandan otomobili kullanırken, bir yandan da binaları, heykelleri anlattı bize. Önce İçeri Şehir, sonrasında Kız Kalesi ilk duraklarımız oldu. Azerbaycan Ulusal Bankası’nı, hükümet binasını da gördük. Yeryüzünün kendisinden ilk kez petrol çıkartılan denizi Hazar’ın kıyısında, salt duygu, coşku, heyecan yerine “aklı, düşünceyi, bilimsel” olanı savlarken, mülkiyet-emek ilişkisini sorgulamayı denedim. Keyif verici bir rüzgâr ve getirdiği soğuk vardı. Emeği, belirleyici değer olarak ortaya koydum. Mülkiyet, üstünde sahiplik, doğuştan ya da toplumsal statüyle değil emekle biçilmeliydi. Adaletin, mülkiyet-emek ilişkisini ortaya doğru koymaktan geçtiğine inanıyordum. Emeksiz mülkiyetin adaletsizlik olduğunu yıllardır vurgulamış; bu durumda da, emeğin ürettiğini gasp ettiğinin/edeceğinin altını çizmiş bir yazardım ben. Karadeniz’den büyük bir iç deniz Bir ara: “Bakü’deyim, keyfim de yerinde. Neden bunları düşünüyorum” diye geçirdim içimden. Kim emek verirse o hak eder, tamam da, şimdi bu durum onun duyguları reddettiği anlamına mı gelmekte? Haydi canım, olur mu öyle şey! Aksine, duyguların bilincin süzgecinden geçmesi gerekiyor. Azerbaycan dilindeki pek çok sözcüğü kolayca anlayabilmem hoşuma gidiyordu. Natiq Gülmemmedov’un ve Behram M. Osmanov’un söylediklerinin çoğunu, Maqbet Bunyatov’un ince esprilerini kapıyordum. Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi birbirlerine yakındı, rahatlığım belki de buradan kaynaklandı, bilemem. Hazar Denizi’nin çok sığ olduğunu, en derin noktasının 200 metreyi aşmadığını onlardan öğrendim. Hoppalaaa! Ayol, bir iç deniz olan Hazar, Karadeniz’den neredeyse daha büyük değil miymiş meğer?.. Oluyormuş demek. Şaşırdım! ‘Çığ’ Azerbaycan’da Devrisi akşam, erkenden tiyatro salonuna vardık. Tuncer Cücenoğlu’nun Dilsuz tarafından Azericeye “Uçgun” başlığıyla çevrilen “Çığ”ını izleyeceğiz. Oyunun yönetmeni olan Behram M. Osmanov, bizi oyuncularla tanıştırdı, birlikte anı fotoğrafı çektirmemizi sağladı. Salona geçtik, yerlerimizi aldık, üçüncü zil çaldı, oyun başladı. Tuncer Cücenoğlu heyecanlı… Eee, Nazım Hikmet’in “Kafatası”ndan sonra Azerbaycan’da oynanacak ilk Türk oyunu Cücenoğlu’nun “Çığ”ı. Otuz yılı aşkın bir süre oyun üretmek, ürettiği oyunlarda sağlam bir içerik sağlamak, özü-sözü olan tavrı temel almak, “ilk” olmak ve heyecanlanmamak… Mümkün mü? Değil elbette. Ama ben rahatım. “Çığ”ın karakterlerindeki yalınlık, yaratılan son derece sade ortam, Azerbaycanlı izleyicinin de önce düşünmesini sonra kesin yargıya varmasını sağlayacak, eminim. Osmanov’un yorumu Merkezle ulaşım bağı kesilmiş küçük bir dağ köyünde, insanlar çığ düşecek korkusuyla giderek işkenceye dönüşen yaşamlarını sürdürmekte. Yaşamlarını sürdürmekteler diyorum, ama sadece doğa koşullarına direnç gösterenlerdir yaşamlarını sürdürenler. Yoksa herkes, bir silah sesinin, bir çığlığın, küçük bir gürültünün topluca yaşamlarının sonu olacağının bilincinde. “Çığ”ın konusu bu, konusu bu bu olmasına da, Behram M. Osmanov, Cücenoğlu’nu iyi anlamış, usta işi bir manevrayla dikkatleri birden bambaşka bir yöne, baskıcı yönetimlere çekmiş. Çığ gibi büyüyen insanlık dışı eylemlere karşın, toplumsal yaşamın her katmanında suskun kalınmasını Cücenoğlu’nun acıtıcı diliyle eleştiriyor. Düşünmek suç. O halde, yuvarlandıkça büyüyecek kar yığınını bağrında barındıran dağ da suçlu. Yazgıya kimse karşı çıkmayacak mı? 8. Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali’nde sıradan altı konulu, ilkel dekorlu, ışık tasarımı olmayan “Keşke Araba Devrilmeseydi” başlıklı oyunu sahneye taşımasındaki eksik yanları acımasızca eleştirdiğim Osmanov, Cücenoğlu’nun çizdiği çizgi üzerinde tepkisiz toplumları sorguluyor. İzleyici tetikte, sürekli tepki veriyor. Sahnede haksızlıklar, yanlış kararlar, enayi politikalar tepkisiz toplumlar iğneleniyor. Tepkiler birdenbire ve etkileyici biçimde genişlese, toplum katmanlarında yankılansa, güçlü bir sese dönüşse, hani handiyse kamuoyu haline gelse neler değişmez ki! Öyle değil mi ama?
Neler değişmez? Çok şey değişir. Zaten, oyun bittiğinde izleyici de “Artık değişmeli” diyor.
Tuncer Cücenoğlu Bakü’de ayakta alkışlanıyor.
Üstün Akmen
Evrensel Gazetesi Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet derya - ( 5/6/2008 ) çığ yı izleme fırsatı elde etmiştim gecenlerde...tek kelimeyle muhteşemdi.. |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|