| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Her türlü insan davranışı suç olabilir: İstanbul’da Bir Dava Üstün Akmen Hep düşünmüşümdür 1960’lı yıllarda tanıştığım Kafka kimdir diye. Bir yazar mıdır, bir deha mıdır, geleceği gören bir kahin midir, sorunlu mudur, psikolojik bozuklukları mı vardır, sıra dışı mıdır, sağcı mıdır, küçük burjuva mıdır? Kimdir, nedir? Soruma kimi kez yanıt bulmuşumdur, o yıllardan bu yıllara. Sınırsız düş gücü, insanın dudaklarına yerleştirdiği o acı gülümseme, kendisinin ve okuyucusunun yüreğine hiç acımaksızın soktuğu bıçaklar, olaylara kendisinden kuşku duyulacak “mertebede” yabancılaşması, ilişkilerin yapaylığı konusunda tokat gibi patlayan gözlemleri… “Dava”yı ilk okuduğumda çarpılmıştım. Konu diyebileceğimiz oldukça basit bir olay örgüsüydü. Joseph K. sebebi bilinmeyen bir suç yüzünden ve kimin açtığının belli olmadığı bir soruşturma yüzünden tutuklanır. İlk bakışta garip gibi görünen bu tutuklamanın kendisi değil de, her nedense aslında tutuklu olduğu halde günlük yaşamına normal bir şekilde devam ediyor oluşudur. Sonrasında olay örgüsü K.’nın tutuklanmasına neden olan suçun ne olduğunu araştırmasıyla gelişir. Mantık tersine işler. Cezalandırılan, cezanın nedenini bilmez. Cezanın saçmalığı öylesine katlanılmazdır ki, suçlanan kişi huzura kavuşabilmek için cezasına bir doğrulama bulmayı ister. Ceza, suçu arar. Roman boyunca bu araştırmasından sonuç alabilmek için çeşitli makamlardan insanlarla ilişkiye geçilecek, bu insan ilişkileri ve karşılaşmalarda ortaya çıkan çeşitli çatışmalar sergilenecektir. Temelde insanların bağlı bulundukları toplumsal kurumlara göre tavır alışları çok göze batan bir biçimde okurun sanki gözünün dibine sokulur. Joseph K.’nın başından geçen olaylar, ilk bakışta adaletsiz bir sistemin, toplumda statü sahibi bir insanı yok yere öğütmesidir. Sistem bunu yaparken çevresindeki tüm insanları bu sistemin parçası haline getirecektir. Aynı insanları, mahkum ettiği Joseph K.’nın karşısında kendisine alet etmesi son derece trajiktir. Ama Kafka bu trajediyi gerçekliğin bir parodisi olarak sunar. Romandaki hepsi son kertede basit ve her bir şeye boyun eğen, her davranışını mazur göstermeye çalışan, erdemsiz, aciz grotesk kişiler ve bu kişilerle Joseph K. arasındaki komik, akla aykırı, abartılı durumlardır esas olan. Kerem Kurdoğlu (1964) “Kafka’nın ‘Dava’ romanındaki öykü fikri, bugünün İstanbul’unda yaşamakta olan bir oyun yazarının aklına gelmiş olsaydı, acaba nasıl bir oyun yazardı” diye aklından geçirmiş ve bu sorunun peşine takılarak “Dava”yı “kafkaesk” olarak değil “Kurdoğluca” yeniden yazmış. Sonuçta ortaya (kendi deyimiyle) pırıl pırıl, cilalı bir eğlence dünyası tarafından sarılıp sarmalanmış, renkli mi renkli bir yükseklerden dibe yuvarlanma öyküsü çıkmış. Romanı okumuş, ama “uyarlamacı” boyutunda sadık kalmamış. Öyle belgeydi melgeydi takmamış, yararlanmamış. Genel olay örgüsüne çok yakın bir olay örgüsü örmüş, ama ayrıntıları yeniden düzenlemiş, bazı karakterleri birleştirip tek bir oyun kişisi haline getirmiş. Sonrasında İstanbul’un kasvetli mi kasvetli hukuk sistemine karşı dururken, İmre Hadi’nin İstanbul ikliminin en şıkıdım atmosferinden derleyerek ürettiği özgün müziği yanına yardımcı almış. İmre Hadi ile birlikte İstanbul’u “sound” ve “icra” açısından temsil edebilecek özgün, kesinlikle taklitten uzak bir tavır yakalamaya çalışmışlar. Candan Baş, İstanbul’un yedi tepesinde çalınan poptan kabareye, varyeteden sanat müziğine her türlü müziğin ritmini iç içe geçirerek “İstanbul’da Bir Dava”ya koreografi yazmış. Yazdığı koreografi, izleyenlere sanki “dış göz”ü duyumsatmış. Sistemin çürümüşlüğü… Bir banka genel müdür yardımcısının tutuklanması, sorgulanması… Değer yargılarına ve ahlak anlayışına “püf” denilişi… “Günümüzde sisteme ayak uydurmazsan, sorgulamaya kalkarsan toplumum seni acımasızca ham eder ha” örfelemesi… Bütün bunlar elbirliğiyle sahneye saçılmış. Kerem Kurdoğlu, yazdığı eseri sahnelerken eksiksiz organik bir dizge olarak, her öğeyi bütün içerisinde kaynaştırıp, hiçbir şeyin rastlantıya bırakılmadan bütünün kavranışı kapsamında işlev üstleneceği yapıya dönüştürmüş. Sadece dramatik bir eylemin fotoğrafı değil Kerem Kurdoğlu’nun sahneleme anlayışı. Dolayısıyla devinimlerin, jestlerin ve tavırların bütününü; fizyonomilerin, seslerin ve sessizliklerin uyumu olarak ele almış. Böylece düzenleyen, armonize eden tek bir düşünceden kaynağını alan gösterim bütünlüğünü elde etmiş. Tüm oyun Naz Erayda’nın tasarladığı dört hareketli platform üzerindeki ortamda geçiyor ve yaşıyor. Evet, evet… Dekor yaşıyor, çünkü sürekli değişiyor. Dekor karakterlerle bütünleşiyor. Naz Erayda imzalı kostümlere de sözüm yok. Özellikle bayan oyuncularınınkine… Ama erkek oyuncuların lastik ayakkabılarını anlayamadığımı, anlayamadığım gibi sevmediğimi, hiç de estetik bulmadığımı itiraf etmeliyim. Usta ışık tasarımcısı Yüksel Aymaz, “show dünyası”nı çağrıştıran ışık kullanmayı yeğlemiş. Oyuncuları ve sahneleri doğrudan aydınlatmak yerine, yansıyan ışıklardan yararlanarak ve gölgeleri de kullanarak ışık düzeni yaratmış. Oyunun geçtiği alanlara ve sahnenin seyirciye gösterilmek istenilen bölümlerine ışığını sanki dengeli dağıtamamış ya da tasarım bana bunu anlatamamış, orasını bilemem. Yani bölümleme yaparak ışık tasarımını gerçekleştirmemiş. Neden? Karışmak ne haddime! Yoksaaa… Acaba oyuncu mu ışık kümesinin dışına düşüyor? Bilemem! Oyuncuları değerlendirmeye sıra geldiğinde, işe elbette Derya Alabora’dan başlamalıyım. Alabora, Anlatıcı’nın eylemlerinin oyun metninin basılı olduğu sayfalara değil, salonda bulunan, aynı zamanda oyunun yazarı da olan oyun yönetmenine bile değil, yaratıcı olarak kendisine ait olduğunu duyumsuyor, duyumsatıyor. Cüneyt Yalaz’ı seyretmeyi gerçekten özlemişim, “İstanbul’da Bir Dava”yı izlerken özlem giderdim. Yeşerttiği tüm karakterlerde içsel, ruhsal imgelerini hakkıyla veriyor, her üç karaktere tutkular ürettiriyor. Hiç kuşkum yok ki, bireysel malzemesi çok bol bir oyuncu Yalaz. Yiğit Özşener, coşku paleti insanı resmedecek kadar zengin ve renkli bir oyuncu. Bay K’nın tutkularını değil, onun bileşimini oluşturan duygularını başarıyla öne çıkarıyor. Bariton Güvenç Dağüstün şarkıları ve oyunculuk yeteneğiyle oyuna renk katmakta. Gözde Çetiner, yönetmenin istekleri doğrultusunda özellikle Ev Sahibi Leman Hanım’a başarıyla can veriyor. Metin Göksel istek, kesintisiz aksiyon, yani çabalama ve elde etme üçlüsünü birlikte ele alarak ve de kotararak, rollerini (özellikle Avukat’ta) coşkusal olarak yaşamanın yaratıcı sürecini oluşturmayı başarıyor. Gözbebeklerimden biri olan Roza Erdem, oyuncunun en yoğun anlatım aracının hareket olduğunun bu kere de bilincinde. Tepeden tırnağa bütün vücudunun canlandırdığı karakterin bir parçası olduğunu; eylemin belirli anlarında, ellerinin, sırtının, ayaklarının herhangi bir sözlü anlatımdan daha verimli ve etkili olabileceğini bildiğini de ortaya koyuyor. Hele Yiğit Özşener ile olan düeti “Bu dünyada kime güvenir/kime inanır insan” şarkısında daha bir parlıyor, yükseliyor. “İstanbul’da Bir Dava”yı (hele İstanbul’da yaşıyorsanız) mutlaka görmeniz gerekiyor. “İstanbul’da Bir Dava” ekibi, alkışlarınızı bekliyor. Üstün Akmen Evrensel Gazetesi Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|