| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Alacakaranlık Kuşağı ve Özerk Tiyatro Nedim Saban 29 Mayıs Cuma günü, İstanbul halkı, İstanbul’un fethini kutladığı sıralarda, tiyatroseverler İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda 17 aylık alacakaranlık kuşağı sona ererek, kurumun yeni bir kadın genel sanat yönetmenine kavuşmasını kutluyorlardı! Üstelik bu genel sanat yönetmeni bu kez okuma yazma bilen, bu kez yüksek öğrenim sahibi, bu kez iki yabancı dil bilen, bu kez konservatuar mezunu, bu kez sanatsal yeterliliği salt sanat dünyasında değil, idari makamlarda da tartışılmayacak, reji alanında ödüller almış Ayşenil Şamlıoğlu’ydu! 31 Mayıs günü de tiyatroseverler, bu kez Tiyatro Oyuncuları Derneği Başkanı Ulvi Alacakaptan’ın alaşağı edilmesi üzerine havalara uçtular, İstanbul’u yeniden fethettiler. Gerek Al acakaptan, gerek Al kaya, aslında vizyonları geniş kişilerdi. Çok kritik bir dönemde, çok önemli koltuklarda oturdular. Ancak bilgilerini, donanımlarını sanat ve sanatçı için değil, koltuklarını sağlamlaştırmak için kullandılar. “İktidar için her yol mübahtır” diye düşündüler ancak iktidarlarını sağlamlaştırmak uğruna kullandıkları silahlar, onlara geri döndüğünde “demokrasi havariliğine” soyundular. Türk Tiyatrosu’nun sorunlarını, ülkenin sorunlarından ayrıştırmak tabi ki, düşünülemez. Demokrasinin değerini ona sahip olduğumuz bilmek gerekir. Demokrasiyi yitirdiğimiz zaman, demokrasi özlemi çekeceğimiz aşikardır. Alkaya’nın deyimiyle keskin bir virajdan döndüğümüz günlerde, bu stratejik noktalarda oturan kişilere mercek tutmak her aydının vicdan borcu, her tiyatrocunun sorumluluğudur. Bu sorumluluk duygumla, onlara demokrasinin verdiği hakları, baskıcı bir rejime çeviren alacakaranlık kuşağı karakterlerinin zamanında bulundukları makamlarda demokrasi kültürü, sanatın özerkliği, sanatçının özgürlüğü, özgür üretimine hiçbir katkıda bulunmadıklarının altını kalın çizgilerle çizmek isterim. Alkaya, Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun yıktırıldığı , ülkenin üzerinde sansür tehlikesinin hortladığı (Darwin yasak, karikatür çizmek problem, üniversitelerde düşünce özgürlüğü darbe almış, medyada yazarlar taraflandırılmış), tayinlerin, atamaların, kadrolaşmaların her alanda politize edildiği bir dönemde Şehir Tiyatroları gibi köklü bir kuruma, Alacakaptan ise oyuncuların setlerde 24 saat köle gibi çalıştırıldığı, set çıkışlarında işçilerin yorgunluktan trafik kazalarına kurban gittiği , oyuncuların sendikal haklar için örgütlenmeye çalıştıkları, politizasyon ve örgütlenme ihtiyacı duydukları, Yaman Tarcan’ların işsizlikten intihar ettiği bir dönemde Tiyatro Oyuncuları Derneği gibi önemli bir sivil toplum örgütünün başına geçmişti. Soyadlarındaki al takısını, kısa zamanda al acakaranlık kuşağına çeviren ve koltuk kavgası uğruna, sanatla politikayı birbirine karıştıran, politik ilişkileri mübah sayan alacakaranlık kuşağının iki kadim dostu, alaşağı edildi, ancak bu kez her nedense, herkese, her keseye gerekli olan demokrasinin cilvelerine başvurmaya çalıştılar. Alacakaptan soluğu noterde alarak, kendisinin alaşağı edildiği görev değişiminin yasal olmadığını , Amerikanın parmağının (!) işe karıştığını ve alaşağı edildiği günde elektriklerin kesildiğini (!) söyledi.Alkaya ise, tiyatroda özerklik söylemlerine başvurarak, demokrat tiyatro eleştirmenlerine bile arkasından ağıt söyletmeyi başardı. 2006 yılından bu yana özerklik söyleminin içinde olan ve bu konuda parmağını kıpırdatmayan Alkaya’nın, koltuğu kaybettikten sonra özerklik havariliği yapmasını samimi bulmuyorum! Koltuğu işgal etmek için İstanbul Belediye Başkanı ile bir Ramazan Günü, Sultanahmet’te gizli gizli buluşan, o zamanın çiçeği burnundaki sadrazamı, bugünün devrik sultanlığını bir antidemokratik sürgün hikayesine dönüştürerek, yeni bir öykü kahramanına dönüşmek istiyor olabilir! Ancak, bu yazıyı okuyanlar, tarihte alacakaranlık kuşağından aydınlığa geçmenin pek kolay olmadığını bilmelidirler. Alkaya, belki Cumhuriyet ya da Birgün gibi saygın gazeteler aracılığıyla bilgi kirliliği yaratmak peşinde olabilir, ancak kendisi tarihe karşı sorumludur. Kaldı ki, Şehir Tiyatroları üzerinde oyunlar oynadığını iddia ettiği Kenan Işık’ın, ışık saçıp saçmadığı tabi ki tartışılır. Ama Kenan Işık’ı, alacakaranlık kuşağına çeken, başkana sanat danışmanı olarak öneren kişi Orhan Alkaya’nın kendisidir! Başkası değil! Şehir Tiyatrolarının 2005 yılında Belediye’nin katma bütçesinden çıkartılarak, genel bütçeye geçirilmesi sonucunda, tiyatro yönetiminin eli kolu her anlamda bağlanmıştı. Belediyenin genel bütçesiyle hiç uyuşamayan niteliklere sahip olan sanat kurumunda, sözgelimi bir peruk alımı, oje alımı, şampanya alımı gibi kalemler genel bütçede tanımlanmadığı için, bir oyuna aksesuar almak, belediyeye 300 tane çöp kamyonu almaktan daha zor hale gelmişti. Öyle ya, belediyeye bağlı başka hangi kuruma oje ya da şampanya alınırdı? Bu dönemde Mazlum Kiper genel sanat yönetmeniydi. Gala davetiyelerinde bile sanatçılar mazlum olmuştu! Artık oyunların galalarında, çok gerekliymiş gibi, tiyatro müdürünün de imzası vardı. Kiper’den Nurullah Tuncer’e geçen genel sanat yönetmenliği sırasında, sıkı muhalif Alkaya, yönetim kuruluna oy çokluğuyla tiyatroyu özerkleştirmek üzere görevlendirilmişti. Üç adet farklı yönetmelik üzerine çalışmalar yapıldı. Ancak belediye, (d) hiçbiri maddesini seçti. Belli ki, özerk tiyatro istenmiyordu. Yönetim kurulu kararları alındı, tiyatronun içinden yetkin ve duyarlı isimler toplantılar yaptılar. İçişleri Bakanlığı ve Başbakanlığa, özerk tiyatroyla ilgili talepler iletildi. Özerk bir tiyatroyu kim istemez? Ancak Alkaya’yı atarken başkana bağlı, görevden alırken özerk bir kurum henüz yaratılmadı! Bir ülke düşünün ki, genel sanat yönetmenleri, mezarlıklar müdürleri gibi, tayinle göreve geliyor, birkaç ay sonra belediyenin danışmanıyla bozuşuyorlar, görevden alınıyorlar. Bu durumu kim ister? Özerk tiyatro çalışmaları sırasında arkadaşlarının haklarına sahip çıkması beklenen demokrat Alkaya, belki de Şehir Tiyatrosu’nu kurtarabilirdi. Ancak, muhalefette direnerek çözüm üretmek yerine, iktidarın çarkına elendi. Belediye Başkanı’na, Şehir Tiyatroları’nda özerklik için yürütülen onurlu mücadeleyi aktarmak yerine, sanırım ki, yanlışlıkla Sultanahmet Meydanı’nın özelliklerini anlattı. Şehir Tiyatroları gibi bir kalabalık bir kurumda oy farkıyla yönetici olmak ne demek? Aklaya, arkadaşlarının bu güvenini, onurlu bir biçimde taşımak yerine, iktidara oynadı. Ardından Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun yıkılması gündeme geldi. Tiyatroda yine saygın sanatçılardan oluşan 35 kişilik bir komisyon sadece iki toplantı yapmıştı ki, tiyatronun yıkılması durumunda buldozerlerin altına yatacağını söyleyen Alkaya, belediye tarafından (!) genel sanat yönetmeni olarak atandı. Ustalarının adını taşıyan tiyatro yıkılırken özerkliği filan unutan, en son 27 Mart 2008 Atatürk Kültür Merkezi’nde görülüp, o günden bu yana ortadan kaybolan, setlerde işçiler ölürken, 18 Mayıs’ta farklı düşüncelere ait yüzlerce kişi yürürken telefonları kapalı olan İSTİŞAN ( İstanbul Şehir Tiyatroları sanatçıları Derneği) ‘nın sesi soluğu çıkmadı. Orhan Alkaya, asaleten atanmış genel sanat yönetmeni Nurullah Tuncer’i koltuğundan indirirken ve 17 aylık genel sanat yönetmenliğinin 16.5 ayını halen geri dönme süreci mahkemede devam eden Nurullah Tuncer’in kadrosuyla uğraşmakla geçirirken, İŞTİSAN özerk tiyatroyu unutmuştu. En son, 15 yıl önce Gencay Gürün’ü koltuktan indirme konusunda faal olan İŞTİSAN’ın özerklikle ilgili yayınladığı son bildiriyi bu nedenle inandırıcı bulmadım. Bu derneğin genel kurulunda yedek üye seçecek kadar bile sayıda üyesi olmadığını biliyorum, ancak ben niceliği değil, tiyatro alanındaki saygın adlarını yani niteliklerini önemsediğim için, İŞTİSAN üyelerini, acilen gerçekçi memleket meseleleriyle uğraşmaya davet ediyorum. Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu kuşkusuz daha iyisinin yapılması için yıkılmıştır. Ancak iyiniyetli başkan Kadir Topbaş, “tiyatrolar sadece alkıştan yıkılsın” rozeti taktığı halde, sihirli bir rantiyenin eli, tiyatroyu talan etti. Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun tarihi aksesuarları çöpe atıldı, Türk Tiyatrosu’nun tarihi gözler önünde yok edildi. Şehir Tiyatrosu’nun genel belediye bütçesine geçmesiyle bir perukanın ne kadar zor alındığını bilenler, Bedia Muvahhit’in elbiseleri, perukları yok edilirken neredeydiler? Başkanı bile aşan o sihirli güç, 9300 metrekarelik bir tiyatro sözü vermişti ve fakat amma ve lakin, bugüne kadar hiç kimse, birkaç ay sonra açılacağı iddia edilen tiyatronun nasıl bir şey olacağını bilmiyor, hayal bile edemiyor, hayal ne demek efendim, tasavvur bile edemiyor. 29 Ekim’de Muhsin Ertuğrul’da prömiyer olacaksa, herhalde o oyunun dekoratörüne, en azından sahnenin ölçülerini 28 Ekim gecesine kadar vermeyi akıl ederler. Dekoratörün yeni tiyatro projesini bilmesi önemli olmayabilir ama beni prömiyere çağıracaksanız, en azından 10 gün öncesinden haber verin, smokin diktireceğim! Tiyatro dünyasının son şövalyeleri 27 Mart 2008’de yas tutarken, Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu önünde İstanbul halkı Alkaya’yı yuhalıyordu. Tiyatrolarının yıkılmaması için mum yakan, sessiz eylem yapan Şehir Tiyatrosu oyuncuları o gün her nedense yoktular.( Sayıları azdı diyelim, zaten Haldun Dormen’den Mücap Ofluoğlu’na kadar herkesin destek verdiği eylemleri yavaş yavaş pasif ve sessiz protestolara, bilgilendirme toplantılarına filan dönüştürerek kaygan zemini hazırlamışlardı. ) Alacakaranlık kuşağının başrol oyuncuları Ulvi Alacakaptan, aynı saatlerde Beyoğlu Belediyesi ile kol kola bir kutlama yaparken, Orhan Alkaya sözümona yeni açılan bir tiyatronun basın kahvaltısını aynı saatlere denk getirerek, hedef şaşırtmayı başarmıştı. Görevden alındıktan sonra tiyatronun özerk olması için mücadele veren Alkaya’nın bu basın toplantısında başkanla ve belediye üyeleriyle çektirdiği fotoğraflar, uzun süre makamında baş köşeyi süslemişti. Özerk bir tiyatroyu kim istemez? Ancak gerçekçi olalım! Türk Tiyatrosu, Muhsin Ertuğrul gibi, şapkasını alıp giden prensip sahibi bir genel sanat yönetmeni yetiştirdi mi ki? Alkaya, görevden alındıktan sonra düzenlediği basın toplantısında, Yeditepeli Aşk sansürünü, Kenan Işık’a yükleyerek, o günden bu yana, danışmanla görüşmediğini ve görevden bu yüzden alındığını ima etmiş. Bu oyunla ilgili ilk yazıyı utana sıkıla yazmış ve hem Kenan Işık’ın, hem Alkaya’nın sansürdeki payını gayet net biçimde tanımlamıştım. Alkaya’nın sansüre kılıf uydurmak için bir oyuncuyu makamına çağırarak, “rapor al ya da dizi çek, ortadan yok ol, oyun kalksın” dediğini de belirtmiştim. Hadi hepsinin yanlış olduğunu farz edin. Alkaya’ya, o tarihte, Muhsin Ertuğrul gibi şapkasını alıp gitmek yaraşmaz mıydı? O tarihte böyle onurlu bir davranışa imza atsaydı, özerk tiyatro söylemleri tabi ki inandırıcı olacaktı. Kaldı ki, üç ay boyunca emek verdiğim ve devletin bütçesiyle hem cep tiyatrosu, hem geniş sahne için iki dekor yaptırtılan “Geçmişten Gelen Kadın” adlı oyunu, galası bile yapılmadan, 11 temsilde salt şahsi nedenlerden dolayı kaldırdığı halde, kendisinin görevden alınmasına ilk ben isyan edecektim. Ama Alkaya, şapkasını almak yerine, şapkanın arkasında gizlenmeyi seçti. Yahya Kemal gibi bir büyük ozanın 10 yıldır sahnelerde okunan dizelerini yasaklattı. Yeni genel sanat yönetmeni Şamlıoğlu, Habertürk Gazetesine verdiği röportajda, Yahya Kemal ya da Yeditepeli Aşk sansürüyle ilgili bilgi sahibi olmadığını söylemiş. Şamlıoğlu, akıllı ve politik bir kişidir. Sadece tiyatroyu düşünür. Akşam tiyatroya yenilik getirmek için yatar, sabah bu düşünceyle uyanır. Bu açıklamasının polemikten uzak durmak için yapılmış olduğuna inanmak istiyorum. Eğer sokaktaki simitçinin bile üzüldüğü sansürü takip etmemişse ve bu görevi de kurumun gerçeklerini bilmeyerek kabul etmişse , Allah kolaylık versin! O zaman yenilik yapmak yerine, o da pek yakında alacakaranlık kuşağına katılacaktır. Peki neydi alacakaranlık kuşağının karanlık öğeleri? Tiyatronun yıktırılması, oyunların sansürlenmesini sağır sultan duydu. Alacakaranlık kuşağının diğer öğesi ise belediye ile kol kola vererek, sanatçılara aşı kampanyasının başlatılmasıydı! Bir sanatçının bir diğerine cız yapması ne acı bir şeydir değil mi? Hele hele iğneci tutarak? Bu aşı kampanyasında ilk önce arkadaşım Hülya Karakaş yaralandı. Ancak o kadar çetin cevizdir ki, kendisini nasıl koruyacağını çok iyi bilir. Hülya, kendisine yakıştırılanın aksine (!) internet polemiklerine filan girmedi, yasal yollara başvurdu. Sanırım olumlu sonuçları pek yakında kamuoyuyla paylaşacaktır. Hülya, salt muhalefet yaptığı için, hakkında soruşturma açıldı. Bunun yasal olmadığını söyleyince, disiplin kuruluna verildi. Oysa Orhan Alkaya bir dönem muhalefet yaptığı ve basına bu yönde demeç verdiği için Kültür İşleri Daire Başkanlığı, kendisi hakkında soruşturma açmış ve sanat camiası olarak hepimiz bu yakışıksız davranışı ayıplamıştık. Hülya, tiyatronun işleyişiyle ilgili bir yazı yazdı, basına demeç verdi ya, bu kez Alkaya tarafından disiplin kuruluna sevk edildi!. “Vay sen nasıl üstlerine hakaret edersin” diyerek meslektaşını disipline verdi ve özerk olmasını istediği kurumda bir ilki başlattı! Sen demokrat adamsın. Ne demiş Hipokrat? “Meslektaşlarım kardeşlerimdir”. Hadi o kadar ileri gitmeye gerek yok, meslektaşın, düşmanın da olsa, al karşına bir konuş. Üstelik altında koltuk da var. Tadını çıkarta çıkarta işkenceci polis, iğneci baba rolü oyna. Ancak, görevden alındığı zaman özerk tiyatro isteyen Alkaya, Karakaş’la, belediye temsilcilerinin önünde hesaplaşmayı yeğledi. Hülya’yı öyle bir disiplin kuruluna sevk etti ki, içinde sadece, metrobüs şoförü yok. Tiyatronun iki sanatçı temsilcisi dışındaki herkes belediyeden gelmiş! Yahu sevgili Alkaya, zaten Hülya’ya cezayı dayamışsın. Galası yapılmadığı halde saygın eleştirmenlerden güzel eleştiriler alan oyunu, Hülya ile husumetin uğruna Muhsin Hoca’nın aksesuarları, Bedia Hanım’ın peruklarıyla birlikte çöpe atmışsın! Meslektaşını hedef göstermek” sana yaraşır mı? Bunu ben Hipokrata nasıl açıklarım? Kaldı ki, disiplin kurulunda “suç yoktur” diye karar çıkıyor, sen karara güvenmediğini söyleyerek, ara kararları istiyorsun, yani bağımsız yargıyı (!) da etkiliyorsun, ortalığı Ergenekona çeviriyorsun. Yahya Kemal sansüründe beni şerefsizlikle suçluyorsun. Bunun üzerine Toron Hoca ve Engin Uludağ Hoca’dan özürler dileyerek, belgelendiriyorum. Bu kez de kulise sızan “bir fare var” diyorsun! Tasarımcı Rıfkı Demirelli, “fare filan yok, tiyatroya sıçanlara karşı ben varım” diyor, Rıfkı Demirelli’yi yine belediye yetkililerinin bulunduğu bir yönetim kuruluna çağırtıyorsun! İğnenin ucunu gösteriyorsun. Nerede kaldı özerklik? Hanimiş benim özgür tiyatrom? Rusya’da Muhsin Hoca’nın tiyatrosunu temsil edeceksin. Köklü bir kurumun yöneticisisin. Senin yöneticilik yaptığın tiyatro oralara davetler alıyorsa, Muhsin Hoca’nın zamanında ısrarla ve inatla Shakespeare oynamasındandır. İngilizlerin Türkler Shakespeare oynuyor diye çizdiği ırkçı karikatürü hatırlasana. Ardından hem Kenan Işık, hem Nurullah Tuncer, tiyatronun uluslararası diyaloglarını geliştirdi. Ben Moskova’yı görmedim, Çehov’un Üç Kızkardeş’inden dinledim ama muhtemelen onlar da yalancıdır! Moskova’nın tarihi yerleri zengin, barları, restoranları şahaneymiş! Ama Moskova ne kadar güzel olursa olsun, senin tiyatron oyun oynarken, tiyatronun genel sanat yönetmeni olarak ortada olmak yaraşmaz mı sana? Sen yoksun, yerine belediyenin atadığı kişiyi gönderiyorsun. Hadi yerine bir sanatçıyı göndersen neyse ama hani özerk olup, belediyeyi sanat ve zanaat işlerine bulaştırtmayacaktık? Turne dönüşü ilk iş olarak, bu durumu sorgulayan Melahat Abbasova’yı alacakaranlık kuşağına kurban ediyorsun.Tiyatro zor bir virajdan geçerken, sen, seni seven ya da sevmeyen, her sanatçıyı korumak zorundayken, bir sanatçını daha belediyeyle karşı karşıya getiriyorsun! Genel sanat yönetmenliğine projelerinle gelmiştin. Sanatsal vizyon ve estetiği tartışmak, bana yaraşmaz. Her sanatçının gönlünde farklı bir aslan, farkı bir repertuar anlayışı, farklı bir estetik yaklaşım yatar. Kaldı ki, bu kadar sorunlu bir yapıda 17 ay gibi kısacık bir dönemde koca bir repertuarı tartışmak hiç gerçekçi olmaz. Orhan Alkaya, halkın vergilerini son derece güzel biçimde değerlendirdi, her hafta yeni bir oyun çıkartmayı, gala yapmayı başardı, Doğal olarak bu kadar seçenek arasından , birkaç tane iyi de çıktı. Kurum “Maskeliler” ile ödül almanın onurunu yaşarken, maskesi düşmeden şapkasını alıp gitseydi, Türk Tiyatro tarihine tiyatro yıkan, oyun makaslayan, meslektaşlarını cezalandıran kişi olarak değil, özerk tiyatronun özel insanı olarak geçecekti. Umarım bu özelliğini ve güzelliğini basın toplantısında söylediği gibi, reji masasında kullanır. Benim korkum, özerk olmayan kuruma tekrar genel sanat yönetmeni olmaya çalışması ya da karşımıza belediyenin sanat danışmanı olarak çıkıvermesidir! Nedim Saban 8 Haziran 2009 Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet M. Ergün Işıldar - ( 6/9/2009 ) Orada bir adam var uzakta.... ... o adam sanki içimizde... Yahu Nedim Saban denen bu kişi bu kadar uzaktan muhatabı olmadığı konularda nasıl bu kadar emin yazı yazabiliyor? Bu adama herkes hayır o öyle değil böyle demek zorunda mı? Bu adam asıl ayıbın bu kadar uzaktan o kadar iç konuları yorumlama hakkını nereden buluyor? Yoksa bu adm GSYlermizin peşine dedektif mi takıyor? Şimdi... Bu adama cevap versen bir türlü, vermesen olmaz. Demek ki bu adama selam vermeme cezası uygulayacağım. Onun umurunda değildir belki, ama benim umurumda. Polemik üstüne Polemik. GSYin veya Yönetim Kurulu seçilmiş üyesinin Sultanahmetteki görüşmesinin içeriğini bile meşum bir ifadeye büründürmüş, neredeyse bir romana dönüştürecek. Kendisinin muhatap alınarak cevap verilmemesini başkalarının aleyhine kullandığıı sanan, aslında küçük burjuva dedikodu kirliliğinde mesleğimizin yozlaşmasına neden olan bu adamı kınıyorum... mert güven - ( 6/9/2009 ) kınamanız gereken mesleğinizin ve kurumunuzun yozluklarını anlatan kişi değil, bizzat bu yozlaşmayı gerçekleştiren kişilerdir. neden şehir tiyatrolarında yapmak değil yapılanı söylemek suç! bir gün biri maddi yolsuzlukların da üzerine gitmeye kalkarsa eminim cezayı yarım milyona dekor mal edenler değil bu tuhaflığı ortaya çıkaranlar çekecektir.... m.ergün - ( 6/9/2009 ) bilmediği şeyleri nereden bilebiliyor buluş adam? Buluş ne haset, buluş ne nefret, buluş ne öfke? Pes! Bu kurumda hiç kimse bu duyguları barındıranlar kadar bu mesleğe zarar vermedi... Nedim Saban - ( 6/9/2009 ) Öncelikle, bir meslektaşımın bana selam vermesini son derece önemsediğimi ve tiyatrocuların kenetlenmesi gerektiği bir dönemde Işıldarın bana selam vermeyeceğini beyan etmesini önemsediğimi belirtmek istiyorum. Ancak şunu da çok iyi biliyorum ki, ne yazık ki, sözü edilen kurumda, selam verip almak bile yönetimlere, gruplaşmalara ve çıkarlara endekslidir. Bugün selam verdiğiniz kişiden çıkarlarınız olduğu için selam verirsiniz, yarın selamı çıkarlarınız bittiği için kesersiniz. Şehir Tiyatrosu köklü bir kurumdur. Bu kurumun yöneticileri şeffaf politikalar uygulamak zorundadırlar. Özellikle demokrasi, özerklik havariliğine soyundukları zaman, gerek sanat, gerek sanatçı politikalarında da güdümsüz olmak zorundadırlar.Bu nedenle gizlileri saklıları olamaz, olmamalıdır. Burjuva dedikodu kirliliğinden söz eden yazı sahibi, dedektif takma gibi burjuva ahlaksızlıkları önererek, meslektaşlarına ve tiyatro dünyası okuyucularına kötü örnek olmaktadır. Bana ise, bilmeden övgüler yağdırmaktadır. Dersimi çok iyi çalıştığımı söylüyor! Bir yazı yazıyorsam, binlerce, onbinlerce kişiye karşı sorumluyum. Araştırma yapmadan ortaya iddia atmak benim sanatçı kişiliğime ve meslek etiğime yaraşmaz. Hangi konuda yazarsam yazayım, araştırırım. Yalnızca yazı yazarken değil, bir oyun sahneye koyarken, bir rol çalışırken de, tercih ettiğim bir yoldur bu. Ancak Şehir Tiyatrosu ile ilgili yazılmaması gereken konular varsa, basın yasağı getirilir, biz de biliriz, o zaman ona göre davranırız. Yanlış yazılmış birşey varsa, birileri yanlış der, yalan der, sen "şerefsizsin" der, Yahya Kemal olayında olduğu gibi, ben susarım, belgeler konuşur. Ancak, işine geldiği zaman "içe dönük", işine geldiği zaman "özerk" olan bir kurumun gerçekçiliği ve inandırıcılığı sorgulanır, işte o zaman mesleğimiz yozlaşır, tiyatronun yokoluşu başlar. Gerçekleri örtbas ederek değil, onların üzerine giderek mesleğimize sahip çıkabiliriz. Son yazımda, pekçok konuyu teğet geçtim. Bunların bazıları fazla teknik, bazıları fazla özel, bazıları fazla uzun olduğu içindi. Teğet geçtiğim cümlelerden biri de: Özelde Tiyatro Dünyası Com, genelde internetteki yazılarımı artık sıklaştıracağım, yazı yazma sayımı azaltacağımdı. Bu konuda gerekçeleri yazılı basında ve bu sitede yayınlayacağım. Ancak aile içinde pislikler yaşayarak mesleğimizi kirletme hakkını kendilerinde görenlere karşı gerekirse meydanlarda sonuna kadar mücadele vermeye devam edeceğim. m. ergün Işıldar - ( 6/10/2009 ) Bütün bunlar, yapıldığı iddia edilen şeyler hangi bant kaydına dayanıyor? Bu kurumda çalışan biri olarak ben,m bile bilmediğim şeyler yakıştırmalar süslemeler yapılarak dedikodu mahiyetinin ötesinde somut gerçeklermiş gibi sunuluyor. Bu ayıp değil mi? m. ergün Işıldar - ( 6/10/2009 ) Orhan alkayaya Tekzip yollamasını, yazarınıza da iftira yoluyla kişilik haklarına saldırıdan dava açmasını önerdim. Umarım yapar... Okan Günaldı - ( 6/10/2009 ) İbretlik bir durum.... İBŞT de değerli gördüğümüz bir çok sanatçı arkadaş siyasetin kirli oyunlarına alet oluyor... ne için???? Tabiki koltuk için... Kapalı kapılar ardında gizli koltuk pazarlıkları yaparak kendini var edenleri satıyor!!! sanatına ve kurumuna ihanetin bedeli olsa gerek....Herkes payına düşeni alıyor????Birer birer... Dün mitinglerde boy gösteren,sahneler sadece alkıştan yıkılsın diyenler,bizleri bu eylemlere yöneltenler Taksimde,AKMde Tiyatro için sanat için söylemlerde bulunan bu arkadaşlar anlaşılıyor ki sadece koltuk pazalığında imiş...Bir anda unutuluyor her şey,tüm söylemler..... Ve iktidarın emrine giriyor ve koltuğun diyetini ödüyor.kendi sanatına ve kendini var eden kurumuna ve sanatçı arkadaşlarına karşı...Dozerlerin önüne gerekirse yatarım diyenler kendi elleriyle yıkıyor sahneleri birer birer!!! Koltuk elden gidince başlıyor kaldığı yerden tiyatroya özerklik demeye!!! İnandırıcı ve samimi gelmiyor doğrusu... İŞTİSAN denen kurum sanatçılar ve işçilerin haklarını koruyacağı yerde siyaset yapıyor...Daha dün Tiyatro yıkılırken sessiz kalan bu kurum birilerine koltuk sağlamak için başlıyor faaliyetlerine... Her halde kuruluş amacı bu olsa gerek...Koltukçuluk!!! yandaş iktidarlar yaratmak vs.vs. koltuk ne koltuk ama!!! koltuğa oturan kendinden geçiyor... hikmet ve kudret kendindeymiş gibi??? sonra başlıyor siyasete ve kendini o göreve getirenlere diyet ödemeye??? gazetelere sosyalist demeçler veren özerklik isteyenler birden koltuk sahibi olunca hafızasını yitiri veriyor...projelerim kabul gördü onun için geldim diyenler ve bunun için pazarlık ettiğini söyleyenler zafer sarhoşluğuyla iktidarlarını ilan edenler şimdi de mağduru oynuyor??? ve başlıyor eylemlerine!!! tabiki eylemlerde arkasında duracak koyun bulursa!!!.... Hakan - ( 6/10/2009 ) Ergün bey dava açılsa ne olur açılmasa ne olur! ne diyecekler yani mahkemede, biz söylediklerimizin arkasında durmadık, belediyenin istekleriyle oyunlar sansürledik, açıklamalarımızla saçmalayıp kendimizi küçük duruma düşürdük, bize muhalifleri sindirmeye çalıştık, bir internet sitesinde de bir tiyatrocu bunları yazdı. bu adam bunu yazmasaydı bizim kurumumuzu küçük düşürdüğümüz ortaya çıkmazdı! asın bunu yazan adamı! muhtemelen mahkemeden olumsuz karar çıkacaktır, bu kez de iştisan mahkeme ve kenan ışık ilişkisini avam bir şekilde inceleyen bir bildiri kaleme alacak mıdır dersiniz? acaba bu kez bildirileri ciddiye alınır mı? son açıklamaları kamuoyu, medya ve tiyatrocular tarafından gülünüp geçildi de! mine - ( 6/10/2009 ) görevinden alınan GSYnin yaptıkları yapmadıkları değil de, benim merak ettiğim, bir buçuk yıldır koltukta oturan adamın neden oturduğu süre içinde "özerklik" dedikleri konu hakkında neden tek bir atılımı olmaması, vardıysa da neden hiç sözünün edilmemiş olmasıdır. zira, sayın Orhan Alkaya, her zaman için muhalif görüşleriyle ve söylemleriyle gündem yaratmıştır, ta ki GSY koltuğuna oturana kadar. sonrasında cevaplanmayan ya da geçiştirilen sorular ve arkasından yazılan ama gerçek ama değil onlarca söylenti. atalarımız hep bilir de söyler ki, ateş olmayan yerden duman çıkmaz. yazılanlardan çizilenlerden biliyoruz ki bu kurum habire GSY değiştiriyor, neden Orhan Alkaya görevden alınınca hortladı bütün bu İŞTİSAN bildirileri, bu özerklik meseleleri vesaireler??? bu zamana kadar neredeydi şehir tiyatrosu sanatçıları, ya da çalışanları? başka bir şey daha var merak ettiğim, GSY olmadan önce bütün eylemlerde, Hrant Dink cenazelerinde, AKM protestolarında başı çeken, zehir zemberek açıklamalar yapan Orhan Alkaya, allahaşkına GSY olduktan sonra Beyoğlundaki tiyatrocular eyleminde ya da Türkan Saylan cenazesinde boy göstermiş midir? Mezarı başındaki anma gününde, Hrant Dinki ziyaret etmiş midir? Nerededir açıklamaları, muhalif söylemleri, zehir zemberek eleştirileri? Koparılan bunca tantana bu Orhan Alkaya için midir? Ayrıca, Orhan Alkayanın kendi aklı yok mudur ki hakkında yazılanlar konusunda bir tekzip yayınlama ya da kişilik haklarına saldırıdan dava açma konusunda bir başkasının lafıyla davranacaktır??? Merak ediyorum... Bir şey daha var merak ettiğim. Sahi, bu kopan "özerklik" tantanası nedir ki? Allahaşkına, "özerklik" ne demektir??? ergün - ( 6/10/2009 ) Bütün bu söylediklerinizin gerçeklere dayanmayan yorumlar olduğunu. İzafi yaklaşımla basında insanı karalamanın suç olduğunu.... Özgürlük her istediğini söyleyebilmek değildir. Özgürlükler başakalarının özgürlükleriyle sınırlıdır. mert güven - ( 6/10/2009 ) görünen o ki iştisanın istediği özeklik kurum için değil orhan alkaya içindir. o yapacağını yapabilir, kimse karışamayacağı gibi eleştiremeyecektir bile! ben bu bildiri ile orhan alkayanın yeni bir tartışma ortamı açıp muhalif kimliğine yeniden bürünmeye çalışacağını tahmin ediyorum. ama artık yandaşları bile çok önemsemeyeceklerdir onu. bir de yukarıdaki yazı ima edildiği gibi gözünü kenan ışığın koltuğuna dikmiş olma ihtimali de var herhalde. ergün - ( 6/10/2009 ) Amaç ta bu: "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz! Çamur at izi kalsın!" atmosferi yaratmak. Sayısız sorun ve sahneyle boğuşma ortamında veya Belediye yönetimiyle yapılan mülakatlarda neler olduğunu bilmiyoruz...Sadece yorum yapıyoruz... ergün - ( 6/10/2009 ) İBBŞT GSYne soyunmuş biri sorumludur, ama bu inanmadığı bir yürüyüşe, inanmadığı kişilerle katılmama hakkını elinden almaz. Neye, ne zaman, hangi nedenle katılıp katılmadığı konusunda benim şu yaptığım bile bir yorum. Belki sorulsa bunlara açık yanıtlar verecekken herkes kendi yorumunu yazıyor.... ergün - ( 6/10/2009 ) Eleştiri ihtiyaç duyulan bir şeydir, karalama ise yok edici... mine - ( 6/10/2009 ) ergün beyin m. ergün ışıldar ile aynı insan olduğu düşüncesinden yola çıkarak (yanlış ise ikisinden de ayrı ayrı özür dilerim) sormak istiyorum, kendisine bu kadar, sizin tabirinizle "çamur" atılmakta iken, affedersiniz ama neden orhan alkaya çıkıp bunları yalanlayamıyor da, siz mütemadiyen bir "avukatlık" gözterisi içindesiniz acaba? okan Günaldi - ( 6/10/2009 ) Sayın Ergun Işıldar, Hiç kimseye ve hiç kimsenin düşüncelerine baskı koyamazsınız.Sizin zihniyetiniz 1882 de kaldı.Siz Orhan Alkaya ,Volkan Sağırosmanoğlu,Macit Koper için olumlu düşünebilirsiniz bunu normal görüyorum.Çünkü iktidar tarafında duruyorsunuz. Ancak bizler dün arksasında birlikte yürüdüğümüz,eylemlere katıldığımız söylemlerde bulunduğumuz bu sanatçıların bizi bir koltuk uğruna nasıl sattığını hepimiz görmedik mi?? Tiyatrolar yıkılmasın diyenler iktidardayken törenlerle kendileri yıkmadı mı tiyatroyu??? İktidar da oturdukları dönemde neden hiç ses çıkartmadılar... O zamanlar Tiyatrom sitesinin değerli yayıncısı Ertuğrul Timur bile tiyatrocu olmadığı halde tiyatroculardan sizlerden vede bir çok sanatçılardan daha duyarlı çıkarak sitesinde gündeme taşımadımı bunları,Sonunda o bile pes etti.Çünkü toplumun bir adım önünde gördüğümüz sanatçılar daha kendi kurumlarına sahip çıkamadığını görünce,Koltuk uğruna bir anda dünkü söylemlerinin tam tersi söylem ve harekete geçtiğini görünce o bile büyük hayal kırıklığına uğradı ve sitesinde bunları yazmadı mı???Yapılan tüm eylemlerin meğer bir koltuk pazalığı için olduğunu.... Sonunda adam sitesini bile kapattı..... Daha neyi savunuyorsunuz allahaşkına....Savunulacak bir şey kaldı mı??? Bu zat lar iktidardayken neden hiç bir eyleme katılmadı,Neden eylemlere destek vermedi,Sizin hafızanız unutmuş olabilir size tafsiyem eski basındaki açıklamalarını bir açın ve okuyun sonra iktidara geldiğinde yaptıklarına bakın sizce halen normal diyorsanız o zaman size söylenecek bir söz olmasa gerek!!!... Bir hatırlayın ilk geldiği dönemde basının karşısına fotojenik fotoğraflar çektirip projelerinden ve tiyatrocuların yasal haklarını koruyacak bir yapı için çalışacağını söyledi!!! Üstelik te bu yasa için belediyenin destek verdiğini söyledi.... Hani nerde bu yasa...gören bilen varmı....Niçin o dönem tiyatroyu siyesetin kirli ellerinden kurtarmadı...Projeler sadece halkın vergileriyle bir kaç oyun repertuara koymakla olmaz... o oyun tutmadı kaldır yerine yenisini koy... Sizce bu mudur??? Ayrıca sansürden hiç bahsetmiyorum... Sizce yakıştımı??? Göz göre göre sansürlenen oyun "Kendi Gök Kubbemiz" için toplumu yanlış bilgilendirmek,yanıltmak bir sanatçıya yakışır mı??? belgeleriyle allahtan birileri ortaya çıkarak cesurca şiiri yayınladı... Ne oldu sizce??? insanlar artık bu zihniyete nasıl saygı duysun??? Nasıl İnansın??? Şimdi koltuktan istemeyerek te olsa indirilince bu arkadaşlar başladı gizli gizli eylemler yapmaya,etrafa mayın döşemeye bırakın allahaşkına bu toplum bunları görüyor... Tarih hiç bir yapılanı affetmeyecek... Tarih önünde hep bu yapılanlar hatırlanacak... Sizce değdi mi??? Siz geçmiş halen toz pembe bir dünya yaratmaya çalışıyorsunuz... Sanki o tiyatronun sanatçısı yönetmeni değilsiniz.O tiyatroda çalışmıyor ve yapılanları görmüyorsunuz.. Sahi siz hangi dünyada yaşıyorsunuz!!! Son olarak ta mahkemeden bahsetmişsiniz... Ayıptır... insanları tehdit etmek bir yönetmene yakışmaz... Mahkemeye gitmek isteyen varsa gidebilir... Yolu bellidir..Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam ki hukuk eğitimi aldığını Orhan Alkayanın basından okumuştum.. istediği zaman yapabilir... Bunun için sizin buradan insanları susturmak için söylemenize gerek yok... Aybike Sonsöz - ( 6/11/2009 ) Birşey merak ettim. M.ErgünIşıldar Orhan Alkayanın yardımcısı mıydı? Neden sürekli Orhan Alkayayı koruyor da tiyatrosunu korumuyor? Artık biz bile öğrendik Orhan Alkayanın tiyatrosuna zarar verdiğini.. Baksanıza başka kimsenin sesi çıkmıyor:) Bi de hakkı yenen bir sürü sanatçı varmış anladığım kadarıyla. Onlar hakkında neden yazmıyor M. Ergün Işıldar? Acaba sanatçıların hakkı yendiği de mi yalan? Ergün bey bu konuya da bir açıklama getirirse sevinirim. Hakkı yenen sanatçıların arasında çok beğendiklerim de var. Mesela Mert Turak gibi, Arda Aydın gibi.. Nedim bey daha önce yazmıştı. Onlara hakları olan kadroyu bile vermemiş Orhan Alkaya. Evet, açıklama bekliyoruz. M. Ergün Işıldar - ( 6/11/2009 ) ÖZERKLİK Demokrasiyi geliştiren, ona güç veren 3Y sacayağı (Yasama, Yürütme, Yargı) olarak tanımlanan güçler ayrılığı prensibidir. Birbirlerini denetledikleri için olaylar kişiselleşme boyutundan öte nesnel, herkesin yararına sonuçlar oluşur. Toplumsal yaşamın da karşılıklı güç aktörleri vardır. Kararlar alınırken ihtiyaç duyulan esnek yaklaşım gösterebilme yeteneği toplumun etkinlikleri içinde gelişir. Tiyatro sadece „bulunsun zihniyetiyle varlığı açıklanacak bir sosyal etkinlik değildir. Topluma kattıkları -en azından birlikte ağlayıp gülebilmeyi, birlikte varolma duygusunu besleyen yanı bile önemlidir- gözden uzak tutulamaz. Tiyatro politik bir araçtır aynı zamanda, ama politikacıların kullanabileceği türden değil. Ülkemizde sanatı bu denli yoğun denetleme ihtiyacı belli bir dönemde anlaşılabilir bir şey olmasına rağmen günümüzde gelişen demokratik kurumlar ve tiyatro bilinci göz önüne alındığında bu denetleme arzusu dayanışma, hoşgörü ve insan sevgisini yayan bu mesleğin tümden yok olması arzusunu yansıtıyor. Heiner Müller bir şiirinde: „İnsanlar sorunlarını kendi aralarında çözemediklerinde rampın ters tarafında oyuncuların gölgesine dönüşen ölüler, dirilere kendi öykülerini anlatır der. Tiyatro hiç bir zaman ve hiç bir koşulda, yıkılmış sosyalist devletler döneminde bile tek partinin borazanı olacak yapıda olmamıştır. Tiyatroda politika hiç bir zaman belli türden seyirciyi salondan uzak tutmayı hedeflemez. Seyirci bir bütündür, amaçlanan bütünleşmeyi yaymaktır. Düşünsel ve imajiner derinlik katkısı da cabası... Belediyeler ise sosyal fonksiyonları gereği taraftır. Hesap vermesi gereken bir tabanı, seçmeni vardır, bu açıdan tiyatro düşmanlarının veya tiyatroyu kavarayamamış, bunun önemini anlayamamış kişiler tarafından etkilenmeye açıktır. Bu yönüyle belediyenin lutfuyla ayakta duran bir tiyatro mucizedir. Çünki bu durum politik baskıları oldukça ağırlaştırmaktadır. Ancak tiyatro yine de halkın parası ile ayakta durduğuna göre hesap vermekten uzak kalsın denilmek istenmemektedir. Halkın adına kültürel etkinlikleri, halkına dağıtmayı hedefleyen belediye kendini bu sosyal baskıdan kurtaracak yapıyı oluşturmanın yolunu aramalıdır. Özerklik, tiyatro sanatının emekçileri yaptıklarının hesabı belediye yönetiminden değil, kendilerinden sorulsun istiyor demektir. Özerk yapı kendi sorumluluğunu taşıyan yapı demektir. Halkın vergilerini beldeyenin kendine ayıracağı bütçe yoluyla kullanan tiyatronun ve onun yönetiminin yasalar çerçevesinde hesabını verecek durumda olmasıdır. Özerklik - seçilmiş olan asal olduğuna göre-, seçilmişlerin temsilcisinin mesleğin emekçileri tarafından kendi önüne çıkarılan adaylardan birini belli bir süre için ataması, personel ve mali denetimi de yaparak tiyatronun önünü açmasıdır. Burada hiç kimse başıboş, otorite yoksunu kamusal bir yapı yanlısı olamaz. Hesap verebilirlik kamusal yapıda ana kuraldır. İşte özerklik böyle bir şeydir... Sevgiler M.Ergün Işıldar Hakan - ( 6/12/2009 ) yazılara bir başlık atılıyor ya buradan site yönetimine sesleniyorum, bence yorum bölümü için de bir başlık atılsın. bu yazının yorum bölümü için başlık da benden gelsin: ergün ışıldar gerçeklerin konuşulmasına karşı ! Biriz - ( 6/12/2009 ) Ergün arkadaşımız kurum içinde hakkaniyetli bilinir. Ancak bu kez haksızdan, haksızlık yapandan yana bir tutum sergiliyor. Üstelik onca haksızlığa uğrayan olduğunu bildiği halde onlar adına tek söz etmemesi ilginç... Yeni GSYmiz sadece başarıları ve doğru karakteriyle tanınan biri. Lütfen onu yıpratmaktan kaçınalım... Değerli ile değersiz olana gösterdiğimiz tepki aynı olmasın... |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|