| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Bir Kadın.. Bir Yaşam ya da Ayşe Kökçü Pınar Çekirge - Yavuz Pak Gözlerindeki o sonsuz ışık çakımları... sarıların menevişlendiği uçsuz bucaksız kahverengilikte yanıp sönen binlerce ışık... gölgesiz, riyasız. Hüzne zincirli bir gülümseyiş var dudaklarında. Nasıl desem, bir hüzün sızıntısı kalmış göz pınarlarında sanki... kırıklıklar, düşbozumları, geçmişte yaşanmış mutsuzluklardan biriktirdiklerini Afife Reşat'ta gövdelendirdiğini, hatırlıyorum. Bir oyuncunun sayılı doruk noktalarında biri diye nitelendirdiğim Bayan Frola'da o güz çiğdemlerini hatırlatan, o içe dokunan tebessüm, kalmış belleğimde. Hepside kanaviçe gibi işlenmiş tüm o kimlikler. "Lüküs Hayat'ın Belkıs'ı mesela. Perşembenin Hanımları'nda Sonia. Tiyatronun tüm tonlarını, kıvrımlarını, nasıl desem tiyatro sanatının tüm inceliklerini cömertçe bir araya toplayan bir büyücü, o. Bir sahne dehası. "Shirley Valantine"i defalarca izlemiş biri olarak söylüyorum bunu, gerçek bir sahne dehası. Ah evet, Bayan Frola ile verdiği oyunculuk dersi. İlk izlediğimde, Pirandello o rolü belli ki, Ayşe Kökçü için yazmış, hissine kapılmıştım. Bir grande dame'ı dinlemek, bir Grande Dame'ı yazmaya çalışmak zor aslında. Nereden, nasıl başlamalı, bilmiyorum. Bizi asla terk etmeyecek bütün o ruh üflediği kadınlardan mı söz etmeliyim önce? Ayşe Kökçü, adeta şiddeti her an artan bir rüzgar, taşkın bir nehir, taa yüreğimize yerleşen bir sefoni sahnede. Farklı duyarlılıklara hayat veren bir usta. Yazar, yönetmen, izleyici ile ortak bir lisan yakalayan... sayılı iletişim uzmanlarından biri. Asla vedalaşılmamış bir şöhret. Yirmi kusur yıl devam eden bir televizyon dizisi... Evet, itiraf edebilirim, gözlerinde, bakışlarında, yüz ifadesinde, beden dilinde, sesinin tınısında o star ışığı da denilen, sihirin izleri mevcut. Kan, soluk verdiği her karakteri biyografisine katabilen, her defasında sahneye yüreğini getirip koyan, ilkeli, onurlu bir oyuncu... ve son itiraf, onun havarisi olduğum için mutluyum. Kolay ve anlık şöhretlerin yükselen değer sayıldığı bir düzende sanatıyla, duruşuyla yeni bir üslup yaratmasıyla mı girmeliyim söze... her defasında hayata dair bir şeyler fısıldayışıyla mı... yetenek, tekniğin alaşımladığı oyunculuğuyla sahnede var ettiği kimlik her neyi yaşıyor, duyumsuyorsa onu ete kemiğe dönüştüren Ayşe Kökçü'den mi bahsetmem gerekir daha çok? Bazen hırçın, bazen kendine suskunluğuyla duvarlar ören Afife Reşat mı olmalı çıkış notam ?Yoksa, "Gözyaşı dediğin nedir ki. Su işte" diye gülümseyen, bir vakitler büyüdüğünde ille de "Bale" olacağına inanan Soniaşko'mu... belki Nazan. " Hani şu " Bizimkiler"den Nazan. Kuralcı, otoriter, çağdaş bir kadın. Nazan ile bir toplumun kollektif bilinçaltına sızan ve adeta bir role modele dönüşen Ayşe Kökçü'yü mü anlatarak başlasam ilk satırlara... Acaba, hayır acaba değil, kesinlikle ve derhal kendi izleyicisini yaratan Ayşe Kökçü'den çıkmalıyım yola ? Bedensel anlatım gücündeki kusursuzluğu mu ön plana çıkarsam... tiyatro yapmaya başladığı günden beri gönlümüzdeki iyi oyuncu ünvanıını hak eden bu değerli aktistin giderek ikonlaşan ve vazgeçilmez olan duruşundan mı ? Belki hepsinden biraz... hepsinden birer parça. Tadımlık, derler yani hani. İşte öyle. Daldan dala sıçrayarak anlatmayı denesem, diyorum. Karşısındakinin taa en içine, kalbine bakan bir çift sarı menevişli kahverengi göz. Alıp götüren... etkisi altına alan. Bir yüzleşme anı... yıllar sonra cesaret edilen... o soru : " Biliyorsun sen çocukken tiyatro vardı, dizi, sonra upuzun, bitmek bilmeyen turneler... özler miydin beni, özlediğinde ne yapardın ? "Artık yetişkin bir adam olan oğlunun yanıtı içini eziyor o an. " Çok özlerdim... ve özlemim çoğaldığında odana gider parfümlerini koklardım... " Hüzün insanın içinde sürüp gider bazen, boyuna tomurcuk verir. Bir sabaha yapayalnız uyansam, yeniden başlasam, başlayabilsem deriz bazen. "Yalnızlık insanın kendi sesini unutmasıdır", diye fısıldıyor Tülay Bilginer. Ürperiyorum. Ayşe Kökçü o zamanki soyadıyla Ayşe Sarıkaya'yı 1980 lerin hemen başında "Susuz Yaz"da izlemiştim. Garip bir esintisi, farklı bir edası, sahiciliği vardı seyirciye geçen. Ama öncesi var tabii. 1977 yılında henüz konservatuarda öğrenciyken "Kurtuluştan Belgeler"ile yevmiyeli kadroda yer alıyor. Ardından "Babamın Gorilleri", "Yollar Tükendi" de küçük roller... O kadar genç ki henüz. Savaş Dinçel'in önerisiyle henüz yirmli yaşlarını sürerken çok yaşlı bir kadını canlandırıyor sahnede. İzleyenlerden tam not alıyor. Fakat, oyun bittiğinde, "Bekle "deniliyor. " Yeni projeler için, yeni oyunlar için, açılacak kadro için... sadece bekle. "Omuz silkiyor, "Bekleyemem, "diyor. Yeni evli... paraya ihtiyaçları var. İşte tam da o günlerde, Mete İnselel'in tiyatrosundan bir teklif geliyor. Kabare tarzı bir oyunda rol alacak. Kabare bilmediği, daha önce hiç denemediği bir tür. Neden olmasın, diyor. Zamana karşı bir yarışta buluyor kendini. Hemen ezberlemesi için verilen teksti çok kısa bir sürede çalışıp, çıkarıyor. Ve büyük gün. Karşında Nefrin Tokyay, Ercan Yazgan, Bülent Kayabaş, Kamuran - Mete İnselel... meraklı bakışlar. Bütün acabaları gideren, o duru, o gerçekçi, o abartıdan uzak oyunculuğuyla büyülüyor herkesi Ayşe Kökçü. Alkışını alıyor. Sözünü söylüyor. Bir sezon boyunca sahne aldığı İnselel Tiyatrosu'ndan kopma zamanı geliyor. Şehir Tiyatrosu'na dönme vakti, diyelim buna. Stajyer kadro için müracatta bulunuyor. Uzun, yorucu bir prova sürecinin ardından " Marat / Sade". Salkım saçak yazıyorum ya, atlamam gereken " Babamın Gorilleri"nde yaşar kıldığı, Ermeni kadın tiplemesi. O ufacık rolle büyük ilgi görüyor. Ve "bu kadına dikkat" dedirtiyor, gelecek vaad eden oyunculuğunun altı çiziliyor... 1980 yılı. Uluslararası İstanbul Festivali kapsamında, Rumeli Hisarı'nda yirmi akşam sergilenecek olan "Kanlı Nigar" oyununda Gül Gülgün'un son anda rolü bırakmasıyla, cihan yandı "Kanlı Nigar"da buluyor kendini. Karşısında Münir Özkul. İşte meslek hayatında bir başka doruk, diye tanımlıyorum "Kanlı Nigar"ı. Belki de ilk kez ismi belleklere kazınıyor... bir daha hiç silinmemecesine. "Bahar Noktası" var sırada. "Susuz Yaz" var. "Kuzguncuk'da oturuyoruz o sıra. Vapurla geçiyorum oyun sonrası. Kış... soğuk yerinde. İyice sarıp sarmalanmışım. Manavdan alışveriş yapıyorum. 'Abla, ' dedi manav. 'Geçen akşam seni izledik tiyatroda... bir mektup okudun ki, olmaz böyle şey... " İşte, tiyatronun büyüsü. İşte ilk ödül. Tamam, sırada televizyon dalında en iyi kadın oyuncu seçildiği Altın Kelebek ödülü var, İsmet Küntay, Ankara Sanat Kurumu yılın en iyi kadın oyuncu ödülleri var, sayısını hatırlamadığı Lions en iyi kadın oyuncu ödülleri de... ama o manavın sözleri. Ve 1984. "Büyük Jüstinyen" de ölü yıkayıcısı Ayşe Kökçü. Küçük bir rol. Hatta küçücük bir rol. Ah, evet... gizli bir el ya da ellerin hazırladığı o memnu listeden haberi yok tabii. Kimler hep başrollerde, kimler daimi olarak figüran kadroda kalacak o listede adlar tek tek belirtilmiş bir kez. Öncesi, sonrası yok bu işin. Dedim ya, biri, birileri oturup kaleme almış bu listeyi. Alın yazısı değil, biri veya birilerinin el yazısı sadece. Ayşe Kökçü'nün de ismi var... hüküm verilmiş. Figüranlıktan çıkış yok. Şimdilik! Karar zamanı... bir şeyleri denemenin zamanı. Tıpkı Antigone gibi yazgısını değiştirme zamanı. Neden olmasın ? Gencay Gürün'ün odasına giriyor Ayşe Kökçü. " Efendim, kendimi anlatmam... ben şöyle oyuncuyum, demem hem yakışık almaz, hem nesel olmaz... sadece bugüne kadar yaptıklarıma bir bakın, diyeceğim... " "Büyük Jüstinyen"deki ölü yıkayıcı rolü kaldırılıyor bir akşam. O artık Lüküs Hayat'ın ışıltısına kapılmış Belkıs Hanım. Belkıs Hanımefendi. "Gayrı kabil mümkün değil" cümlesi dillere pelesenk oluyor bir anda. Suna Peksuysal, Alev Gürzap, Zihni Göktay, Birsen Kaplangı, Fatoş Balkır, Necdet Yakın, Sezai Altekin, Melike Zobu, Atacan Arseven, Ersun Kazançel... kimler yok ki kadroda. Tam on yedi sene Belkıs Hanım olarak fırtınalar estiriyor sahnede. Laf aramızda, "Lüküs Hayat"'ın Lüküs Hayat olduğu günler. Lüküs Hayat'ın henüz şirazesinden çıkmadığı en su katılmamış hali... Sonra, sonra... Sonra diğer oyunlar, başroller... ödüller. Reklam filmleri. Sinemaya ilk merhaba. Şener Şen' ile "Çıplak Vatandaş", "Aşık Oldum filimleri". "Yengeç Oyunları ve son olarak "Gelmeyen Bahar". Bir çabukluk... bir yaşam yoğunluğu. Provalar, yeni oyunlar... İşini seviyordu. Ötesinde safkan bir oyuncuydu. Yetenekliydi. Sahne tılsımına sahipti. Hayattan yedeklediği "an"ları paylaşmaya hazırdı. Hem de hiç olmadığı kadar hazırdı. Paylaştı da. Bu bağlamda;Tiyatro sanatına, tiyatromuza oyuncu olarak yaptığı katkı, getirdiği soylu çizgide alçak gönüllüğe yer yok, diyorum. "İki Efendinin Uşağı", "Vişne Bahçesi"... derken Çetin İpekkaya arıyor bir gün. " Bak Ayşe, harika bir oyun geçti elime... tek kişilik ve sana çok uygun. " Okuyor Ayşe Kökçü. " İşte böyle oynayacaksın , " diyor İpekkaya. " Şuan okuduğun gibi... düz, yalın. " "Shirley Valantine" ile zirvenin de zirvesine çıkıyor bir anda. O artık Shirley... o artık bir kadın, bir hayat. Bir oyunculuk şahikası diye tanımlayabileceğimiz, tiyatro tarihimize geçen, Ayşe Kökçü'yü yarınlara taşıyan bir başarı. Seneler sonra "Shirley Valantine" yeniden sergilendiğinde, yine Ayşe Kökçü ile anılacak, eminim. Her kim Shirley olursa, hep Ayşe Kökçü yorumuyla kıyaslanacak, biliyorum. Derken, "Polisin Müşterileri", "Meraki" ve yeniden, yepyeni bir "Kanlı Nigar". Ayşe Kökçü'nün bilenmiş oyunculuğuyla büyük beğeni toplayan, kapalı gişe oynayan tüm o eserler. Daha önce dediğim gibi, Pirandello'nun, izlerken adeta Ayşe Kökçü için yazılmış, hissine sürükleyen "Size Öyle Geliyorsa Öyledir" de unutulmaz Bayan Frola kompozisyonu... o yakamoz ıslağı gözlerin tılsımıyla, izleyen herkesi efsunlayan Bayan Frola. " Yaşlı bir kadındı Frola. Acılı, yıkık. Evet, farklı bir biçimde ele aldım rolü. O günkü yaşımla oynadım. Sadece makyajımı azalttım o kadar... benzer acıları her kadın, her yaşta yaşayabilirdi çünkü... yaşıyordu. Hem ben de... " Hatırlıyorum, "Dört Kişilik Bahçe" bitmişti... ağlıyordum. Ersin Umulu'ya sarılmış ağlıyordum. Ama öyle böyle değil hıçkırarak. Kendi " Dört Kişilik Bahçe"mden çıkıp gelmiş olduğum için mi, Fatma Reşat'ı, Lamia'yı, ille de Afife Reşat'ı tanıdığım, onlarla bir kanbağım olduğu için mi ? ( Cevap:Hepsi. )Neyse uzatmayayım, sSalon tümüyle boşalmış. Ben hala Ersin'e sarılmış ağlamaktayım. Biraz sakinleşince kulise geçiyoruz. Tek tek tanışıyorum oyuncularla. İşte Ayşe Kökçü ile ilk karşılaşmam o güne denk gelmişti. Ağlamaktan kızarmış gözlerle kimbilir nasıl gözüküyordum ? Sonrasında "Perşembenin Hanımları"nı her izlemeye gittiğimde oyun öncesi kuliste merhabalaşmamız vardı. ama asıl, geçtiğimiz yaz bir davette aynı masada oturduk. Ve konuşurken söz döndü dolaştı bir anıya geldi... göz pınarlarında birken yaşlar... diyorum ya, sarı harelerin oynaştığı kahve tonların bir göze bu kadar yakışabileceğini daha önce hiç fark etmemiştim. "Mersin'de turnedeyiz. "Lüküs Hayat"ı oynuyoruz. Oğlumun anaokulunda müsameresi var. İki günlük boşluktan yararlanıp, izin aldım. Telaşla İstanbul'a geldim. Eve vardığımda müsamere için çıkmak üzereydiler. Babası, annem, babam, bakıcı kadın... karşıladılar beni kapıda. Oğlumla kucaklaştım... birden gözüme çarptı yeleğinin bir düğmesi kopuktu... ya kimse ayrımsamamıştı... ya o an kopmuştu, bilemiyorum... bir anne gözü yakalamıştı o düğmenin yokluğunu... . hemen orada iğne iplik bulup dikivermiştim... sanatçı olmak, hele ki anne ve sanatçı olmak ödenecek nice bedeli de beraberinde getiriyor... bu kaçınılmaz. " Sözden söze geçiyoruz. Konudan konuya. " Şuna inanıyorum, bizim yaşımıza uygun roller mevcut. Belki kimi büyük, kimi daha ufak kompozisyonlar... asıl olan bunları bulup çıkartmak sanırım. Sahnede ne kadar uzun kaldığın değil bana göre önemli olan... sahnede ne yaptığın, ne kadar sahici olabildiğin... yaşar kıldığın karakteri nasıl ele alıp, yorumladığın... yoksa rolün küçüğü, büyüğü olmuyor. Dahası, bizim meslek gönül işidir, sevgi, tutku işidir. An gelir kendiden bile vazgeçmeni mecbur kılar. Zordur. Yeteneğin yanında, çalışmayı gerektirir, öyle parmağının ucuyla yapamazsın bu mesleği... yaparsan tökezler, bitersin. Sahne bağışlamaz çünkü... sahne hiç bağışlamaz. Özveri, disiplinle harmanlanmış bilgiye, birikime, düş zenginliğine bağlı bir yaratıcıktır esas olan. Tuku, sevgi, içgüdüyle kotarılan roller böyle çıkar ortaya... odakta, nasıl desem en derininde sanatçı duyarlılığı, sanatçı kimliği, sorumluluğu olmalıdır... " Yıldızlar düşüyor gözlerine..o içinde sarı ışık çakımları olan eşsiz güzellikteki gözlerine. Ayşe Kökçü, tiyatromuzun yakın tarihine tanıklık eden önemli isimlerden biri.Tiyatro yolculuğuna Türkiye tarihinin politize olduğu 1970’li yılların ikinci yarısında başlıyor.O yılları “ülkenin en çalkantılı yılları” olarak tanımlıyor ve ekliyor:” Ödenekli bir kurumun bundan etkilenmemesi elbette mümkün değildi, siyasi hizipler oluştu giderek ,hatta fraksiyonlar arası çatışmalar yaşandı tiyatro içinde de”. O dönemi Tiyatro Yazıları kitabında anlatan Dikmen Gürün’ün de belirttiği gibi,tiyatro politik gelişmelerden doğrudan etkileniyor ve 1975 yılında Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu, savcılıklara gönderdiği genelgede bazı tiyatroların tuluat yoluyla güncel siyasi olaylara gönderme yaparak “suç işlediklerini” iddia edebiliyordu. Kökçü dönemi anlatmaya devam ediyor:“1970’li yıllarda, Zengin Mutfağı oyununun sahnelendiği Fatih Sahnesi’ne bomba konuldu.1980 sonrasında ise ordu tarafından yönetime el konulduğu gibi, adeta tiyatroya da el konuldu, pek çok arkadaşımız işlerinden atıldılar politik gerekçelerle”. Darbe ile birlikte, özellikle devlet tiyatroları, şehir tiyatroları, siyasal rejimin sansürcü anlayışına bırakılır. Bu kurumların görece özerklikleri askıya alınmış, özellikle şehir tiyatrolarında İ.B.B.’ne bağlı oldukları için, sıkıyönetimin atadığı bir belediye başkanı tarafından terör estirilmiş ve ilk kez 1402 sayılı yasa uygulanarak, antidemokratik yöntemle, tiyatrolardan ve belediyelerden, sanatçılar ve çalışanlar işlerinden atılmışlardır. Türkiye’de politika ile tiyatronun diyalektik etkileşiminin ayyuka çıktığı dönemin canlı tanığı adeta Kökçü… 1984 yılında Şehir Tiyatroları’nın başına getirilen Gencay Gürün dönemiyle başlayan sivilleşmeden, sağ eğilimli iktidarlar döneminde tiyatronun da ister istemez muhafazakar rüzgarlardan etkilendiğini anlatıyor. Tam bu noktada, Kökçü’nün isyanı başlıyor: “Sanat empoze edilemez, sanat siyasetten soyutlanamasa da “ille budur” dercesine de katı, yanlı olmamalı. ‘Kör parmağım gözüne’ şeklinde anlatıp, aktarmayacaksın sanatını asla…” O dönem, tarih boyu söylenegelen "tiyatro eğlencedir, ama eğlencelerin en faydalısıdır" özdeyişine karşı ileri sürülen "tiyatro kitlenin kültür silahlarından biridir" savı, kimi zaman "tiyatro ile devrim yapılır" abartmasına dönüşmüştür Türkiye’de de. Kökçü bu duruma itiraz ediyor. Belki de O’nun itirazını en iyi Brecht özetliyor tiyatroyu tanımlarken: "Tat vermek… Tiyatroya bundan soylu bir işlev bulamadık". Kökçü’nün yaklaşımı, bir bakıma absürd tiyatronun önde gelen yazarlarından Ionesco’yu akla getiriyor. Ionesco, sanatta güdümlülüğün her türüne karşı çıkar. Bir siyasal doktrine hizmet eden toplumcu gerçekçi sanat anlayışını da bilim çağının tiyatrosu olma savındaki epik tiyatroyu da eleştirir. Ionesco, “İnsanlığa bir bildiri vermek, insanlığın gidişatını yönetmek ya da dünyayı kurtarmaya çalışmak sadece din kurucularının, ahlakçıların ya da politikacıların işi olabilir”, der. “Bir oyun yazarının, oyunlarında öğretici bir bildiri sunmaması gerektiğini, kendi acılarına ve başkalarının acılarına ya da sevinçlerine tanıklık ederek trajik ve komik duyguları ifade edebileceğini” belirtir. Ionesco, tiyatronun siyasal bir doktrini öğretmeye kalktığı zaman o doktrinin altına düştüğünü, doktrini kaba, basit çizgilere indirgediğini söyler ve “tiyatronun siyasal propaganda görevi üstlenmesi, hem tiyatro sanatına hem insanoğluna zararlıdır” diyerek adeta Kökçü’nün tercümanlığını yapmaktadır. Kökçü, yaşadığı dönemin deneyimleriyle harmanladığı, tiyatro/politika ilişkisine dair düşünceleriyle sanki biraz da Alain Badiou’ya gönderme yapıyor gibidir: “Tiyatro kendi fikrini düşünmelidir. Bize bugün her zamankinden de çok kılavuzluk edebilecek tek bir inanç vardır; o da düşündüğü sürece tiyatronun bir kültür verisi değil, bir sanat olduğudur. İzleyici tiyatroya kültür edinmek için gitmez. İzleyici yeniyetme bir sevgili de değildir; ana kuzusu da. İzleyici tiyatroya çarpılmaya gelir, tiyatro-fikirler karşısında çarpılmaya. Ve tiyatrodan kültür edinmiş olarak değil, dalgın, yorgun (düşünmek yorar), hayallere dalmış olarak çıkar. En şuh kahkahada bile, kendisini tatmin edecek bir şeyle değil, varlığını aklına bile getirmediği fikirlerle karşılaşmıştır.” Tiyatronun ne bugünü ne de geleceği için umutsuz değil Kökçü. Dionysos’tan bu yana, asırlardır sanat tarihinin vazgeçilmezi olmuş tiyatro için, hiç de karanlık bir tablo çizmiyor: “Bir yığın özel tiyatro var gençlerin yer aldığı; çağdaş, cesur ve hoş şeylerle çıkıyorlar izleyicilerinin karşısına… Boğulmaya çalışılsa da, tiyatronun bugün onu sahiplenen gençler tarafından daha da geliştirileceği kanısındayım. Tiyatro konusunda hiçbir karamsarlığım yok. Asla!!! Tiyatro bitti diyenlere katılmıyorum!” Bunları söylerken gözlerinden tiyatronun geleceğine dair sarsılmaz bir inancın kıvılcımları saçılıyor adeta. Nitekim, tiyatro, doğuşundan itibaren diğer sanatların dışında, çok daha özgün bir yere sahip. Bu ayrımı yapmak elbette diğer sanat dallarını küçümsemek değil. Her sanat eseri kendi çapında ayrı bir akıl sentezi ve estetiği gözler önüne serer. Ancak tiyatro bunları da içinde barındırmakla birlikte, topluma öncülük eder, farkındalık yaratır. Ne kadar zor süreçlerden geçse de tüm baskılara karşı durur, boyun eğmez, yılmadan, yorulmadan gerçekleri halkla buluşturmaktan vazgeçmez. Bunu yaparken de sanatın “inceliğinden” asla ödün vermez. Kökçü’nün gözlerindeki umut ışığının anlattıkları da sanırım bu satırlarda gizlidir… Son olarak, Ayşe Kökçü’nün, 8 Mart 2013 Kadınlar Günü’nde gösterime girecek olan Gelmeyen Bahar filminde canlandırdığı Neslihan karakteriyle, bir kez daha gelmiş geçmiş en önemli oyunculardan biri olduğunu belgeleyişinin ve yepyeni bir kimliğe daha imza atışının tanığı olmak heyecan verici … Pınar Çekirge - Yavuz Pak Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|