Geçenlerde, Roma’ya gitmeden önce, yarım asırlık ve 1500 koltuklu Teatro Sistina’nın 2012-2013 programına göz attığımda gösteri tarihi, “Roma tarihime” denk düşen “My Fair Lady”nin üstüne parmağımı bastım. Müzikali ünlü yönetmen Massimo Romeo Piparo yönetiyor, Alfred Doolittle rolünü kıdemli tiyatrocu Aldo Ralli (1935) üstleniyor, Enrico Baroni, Albay Pickering’e can veriyor, Profesör Henry Higgins’i Luga Ward (1960) oynuyor veee ünlü mü ünlü İtalyan sinema ve televizyon yıldızı, kenarından tiyatrocu Vittoria Belvedere (1972) başrole, Eliza Doolittle rolüne soyunuyordu.
Tam da “Körün isteği tek göz, tanrı verdi iki göz” örneğiydi, müzikale gittim.
IŞIK BERBAT
Perde açıldığında ve oyun aktığında öncelikle Aldo de Lorenzo’nun seyircinin anlayışına ve kavrayışına yardım eden, estetik duygusunu uyandıran bir sahne düzeni tasarlamış olmasına pek sevindim, diğer taraftan çevre düzeniyle fevkalade uyumsuz ışık tasarımının kusurunu kimse üstlenmediğinden olsa gerek, tasarımcının adının program kitapçığında anılmamış olmasına gülümseyerek hak verdim. Bir sokak ortamını algılamamı turuncu, mavi, sarı ışıklarla yumuşatmaya hakkı var mıydı “adı saklı” ışık tasarımcısının?
Yoktu elbette!
Gene de ışığa fazla takmadım.
Doğrudan Roberto Croce’nin koreografisine odaklandım.
KOREOGRAFİ
Croce, çalışmasında yapıttaki sosyal eleştirileri metaforik anlatılarla süslemeyi yeğlememişti. Hatta bana sorarsanız hiçbir şey anlatmak istememişti. Eliza Doolittle’ın hırçın ve kaba davranışlarını iyiden iyiye kısırlaştırmış, olması gereken vurguları ve eleştirel bakış açısını son derece zayıf çizmişti. Çok iyi bilinen, neredeyse belleklere kazınmış bir metni sahneye koymanın beraberinde getireceği riskleri göz önünde tutmamış, olabilecek riski koreografiyle bertaraf etmeyi düşünmemişti. Topluluğun performans ve vizyonunda özgünlük ve yenilikçiliğe hiç yer vermemişti.
DANSÇILAR
Sahnenin orkestra çukuru olmasına karşın, Playback’den gelen müziği stüdyoda yönetmiş olan Emanuele Friello, bestenin alışılagelmiş biçimdeki formunu, gelişimini neredeyse modülasyonu bile bulunmayan hale getirmiş, son derece saf ritimli bölümlerde bile sahne üzerinde dramatik imge yaratımını engellemişti.
İyi sayılabilecek kostümler, sanırım elbirliğiyle elde edilmişti.
Dansçılar belki kötü değildi, ama açık söylemek gerekirse hiç de iyi değillerdi.
YÖNETİM
Massimo Romeo Piparo’nun oyunu çok tabloya bölerek seyirciyi “bekletmeme” prensibini bozmuş olmasına pek aldırmadım da, şarkıcı/dansçıların konuşma/bağırma tonlarını belirleyememe beceriksizliklerine aklımı taktım. Piparo, bıktırıcı koreografik tekrarlarla dansçıların “eylem içinde eylem”e geçişlerinin olanaksız kılınmasını engelleyememiş, “kişiselleştirme” tekniklerinin yok edilmiş olmasını göz ardı etmişti. Konunun içindeki satiriği dramatik açıdan örememiş, senkronizasyonu pek çok bölümde elden yitirmişti. Gösterinin ve müziğin düş benzeri atmosferi içinde esprinin yansıtılmasını sağlayamamış, dolayısıyla, seyircinin algılama ve anlayış kurallarının altını üstüne getirmişti.
OYUNCULUKLAR
Enrico Baroni’nin yeteneksizliğine; Aldo Ralli’nin bir anlayışa, görüşe, ayırt etme gücüne sahip olamayışına; Luca Ward’ın kas gerginliğinden kendini kurtaramamışlığına, giderek oyun sırasında sahnedeki arkadaşlarını görüyormuş gibi görünmek yerine, gerçekten görme olgunluğuna erişememişliğine sadece üzüldüm. Üzüldüm de, öyle bir role soyundurulan Vittoria Belvedere’nin sesinin alt rejisteri ya da üst rejisteri arasında hiç mi hiç renk değişikliği bulunmamasına doğrusu ciddi anlamda sinirlendim.
Yazar olmak ister misiniz?
Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...