| Tiyatro Kursu | Şirket Tiyatrosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| Ana Sayfa | Hakkımızda | Yazılar | Haberler | Yazarlar | Tiyatro Oyunları | Tiyatro Grupları | Sanatçılar | Kaynak | Duyuru Panosu | | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Aşk: Suç, Cezası: Sonsuz Ayrılık (Mı Olmalı?) Deniz Zengin Uzun zaman oldu görüşmeyeli; hoşgeldim... İstedim ki; bu kadar uzun zaman ara verdikten sonra, yeniden yazmak için şöyle beni heyecanlandıracak güzel bir oyun olsun. Sanırım en son bu heyecanımı; "Bozuk Düzen" adlı oyunda Gün KOPER'i izlediğimde hissetmiştim. Aslında tüm kadro muhteşemdi; hatta dekor bile tek başına yeterince büyüleyiciydi. Tekrar aynı heyecanı yaşadığım oyunun kitabı bana hediye edildiğinde; sanıyorum gençliğin de verdiği aklı bir karış havada halimle, fazlasıyla ağır geldiğinden elimde bayağı bir süründükten sonra bitirebilmiştim. Hikayenin, esasen hayatın ta kendisi olduğunu anlamam ise pek de uzun sürmedi... Dostoyevski'nin en önemli romanlarından biri; "Suç ve Ceza".. Sanat Yönetmenliği'ni Sevgili Murat ŞEN'in yaptığı Yabancı Sahne oyuncuları tarafından sahneye konulan oyun; tek perde olarak, Moda'daki Duru Tiyatro'nun müdavimleri tarafından "Picasso" sahnesi olarak bilinen alt salonunda, 24 Kasım'dan itibaren her Cumartesi akşamı saat 20.30'da sahnelenmekte.. Ortam, tam anlamıyla hikaye ile örtüşmüş; karanlık denilebilecek kadar loş ve kasvetli... Müzik; oyuna gizem ve heyecan katıyor. Ömür KAYAKIRILMAZ; sefalet içindeki asil hukuk öğrencisi Raskolnikov karakterini canlandırmakta... Oldukça da başarılı ve kesinlikle hakkını vererek... Aynı zamanda oyunu sahneye uyarlayıp yöneten Deniz Şen HAMZAOĞLU, Polis memuru karakterinde... Salona ve oyuna hakim, yücelen ve izleyeni oyuna çeken ses tonuyla göz ve kulaklara bayram yaşatıyor. Ama ille de o Sevgili Sonya; nazlı, kırılgan, sevgi ve merhamet dolu Sonya... İşte beni heyecanlandıran bu kız... Gülay SAY... Karakteri canlandırmaktan öte birşey yaşadığına bahse bile girerim; en azından bana hissettirdiği bu... Günahı, aşkı, kirlenmiş de olsa içindeki saflığın su yüzüne çıkmış halini yaşayan bir kız vardı karşımda ve yükseldikçe yükseldi, devleşti sahnede... Oyun bittiğinde selam verirken bile hala titreyip ağlayarak büründüğü karakterin kimliğinden ayrılamayan bir kız... Gözyaşları ve hıçkırıklarla izledim performansını... Ayakta alkışlıyorum seni Gülay… Oyundan bir diyalog geliyor aklıma; "İnsanlar, seçimlerini ve seçtikleri hayatı yaşarlar..." "Diyelim ki biri iki aç kurdun önüne zayıf bir kuzu atıyor... Kurtlardan güçlü olan, güçsüz olanı parçalayıp, kuzuyu da yiyor... Buradaki seçim kime ait? Kurtlara mı, yoksa kuzuya mı?" Hayatımızın seçimlerden ibaret olduğu karşı konulmaz bir gerçek.. Ve değerimizi seçimlerimizle belirlediğimiz... Peki; doğruyu, güzeli nasıl ve neye göre seçmemiz gerek? Hayat; ancak yaşandıkça, o gizemli yüzünü ufaktan ufaktan gösteren değil midir? Her yaşadığımız yanlışta, hatada; kendimizi ya da hayatımızdaki birini cezalandırmamız mı gerek..?? Ya suç?.. Kime göre ya da neye göre belirlenmekte... Kimi kesime göre, diğer kesimin günlük rutin yaptığı şeyler bile suçken, kimine göre sadece yasaların ön görmediği şeyler “suç” olarak adlandırılmakta... Gerçi şu zamanda neredeyse tiyatro yapmak bile başlı başına bir suç ve cezası da yetkili dudaklar arasından çıkacak olan bir çift söze bakıyorken; “kapan susam kapan”... Adil (!) bir düzende yaşıyor olmasaydık; neler olurdu düşünsenize… Bir anlık mesela... Sokaktaki herkesin bir diğerinde suç olarak gördüğü herhangi bir şeyi yargılayıp cezasını kendi yargı yöntemiyle kestiğini… Yasalar ve yasalara göre suç olarak tespit edilenlerin adalet ve yargı önündeki ceza sistemi olmasaydı; elbette ortalıkta adalet savaşçısı sıfatıyla dolaşan, o filmlerdeki siyah elbiseli, maskeli, gizemli, fantastik yaratıklar olmazdı da ne olurdu, nelere dönüşürdük bir düşünsenize... Şaka yapmıyorum, cidden… Hadi birazcık masumca düşünün bu konuyu; hiç aklınızdan geçmedi mi? Yanınızdan hızla geçerken; sanki siz orada yokmuşcasına size çarpıp üzerinizden geçmeye çalışan ve bu durumda hiçbir anormallik yokmuş gibi gayet rahat davranan biri olduğunda, şöyle çantayı kafasına geçirerek varlığınızı dibine kadar hissettirmek, mesela… Ya da normal hayatımızda da yok mu; sözde işlenen suçlar ve karşılığında kestiğimiz cezaları… Kuralları çiğneyen çocuklara verilen “odandan çıkmak yok” benzeri cezalar, bize göre hata olan bir davranışta bulunduğunu düşündüğümüz birini hayatımızdan çıkartarak cezalandırmak, aldatan sevgiliyi ayrılarak ya da daha kötü bir şekilde cezalandırmak, öğretmenin ödevini yapmamış ya da haylazlık yapan bir öğrenciyi cezalandırması, vs. vs. hayatımızın içindeki gerçeklerden birkaçı aslında.. Bazen de vicdani cezalandırmalara başvurulur. Size ne istediğinizi sormayan, hatta buna değer bile vermeyen insanlara her istediklerini vererek ve “hayır!” demeyerek ceza verirsiniz; ya da öyle zannedersiniz. Bilinçli ya da bilinçsiz, onları vicdanlarına teslim ederek cezalandırmak ve bu şekilde borçlu bırakmak istersiniz kimi zaman… Kimi zaman da çıkarcı gördüğünüz; gerçek olmayanları, hayatınızdan uzaklaştırarak cezalandırırsınız. Mesela … Lise bitince kazandığım okul şehirdışında diye ailem karşı çıkmıştı, gidememiştim. Onları; istemediğim bir bölümde okuyup, bir yandan da çalışarak ve puanımın yettiği şehiriçinde olan o çok istedikleri okula gitmemekle cezalandırdığımı sanıyordum. Ah, ne toymuşum… Sonra gençlikten kalma bir anı daha geldi aklıma; çok gülüyorum hatırladıkça… İlk aylığımla; hatta sanırım üç ay kadar biriktirdiğim maaşımla, ilk marka kotumu almıştım ve galiba birkaç seferden fazla giy(e)memiştim. Kemer yerindeki küçük bir aşınma ve yırtık annemin gözüne çarpmış olacak ki; gözümün dönmesine sebep olan o suçu(?) işledi. Pantolonuma ait olduğunu sonradan farkettiğim bir parçanın anneannemin bahçe kapısındaki paspasın üzerinde olması içimdeki canavarı uyandırmış, bir ay boyunca annemi onunla konuşmayarak cezalandırmama sebep olmuştu. Hala hatırladıkça güleyim mi, üzüleyim mi bilemiyorum. Tabii bu örnekler biraz fazla masum kaldı.. Daha acımasızları, korkunçları da var; dillendirmekten yana olmadığım.. Her gün gazetelerde okuduğumuz, her akşam haberlerde izlediğimiz; adalet ve yargı sistemine rağmen hala işlenmeye devam eden korkunç olaylar... Her neyse... Kadıköy Süreyya Operası’nda galasını izlediğim dinsel temalı bir opera olan “Yusuf ile Züleyha” ya döneceğim biraz da… İzlediğim ilk Türk opera idi.. Bestecisi; halen orkestra şefliği yapmakta olan, Dr. Okan DEMİRİŞ… Burada Suç; karşılık bulamayan Aşk, Cezası ise; ömür boyu Ayrılık… Züleyha; Eski Mısır’da yaşayan bir firavunun eşi ve köle olan Yusuf’un güzelliğine aşık güzel bir kadın… Yusuf; “ailesi tarafından fazla sevilen” olma suçunu işleyerek, küçük yaşta kardeşleri tarafından kuyuya atılıp ölüme mahkum edilerek cezalandırılan.. Hem sahibine, hem de inançlarına ihanet etmek istemediğinden, Züleyha'nın aşkını reddeden asil adam… Sen misin reddeden; adama etmediğini bırakmıyor, Züleyha.. Hem kendi yanıyor, hem de adamın başını yakıyor. 3 perde boyunca en çok duyduğum söz şu idi; “Reddedilen kadın affetmez!” Çıkışta sanki bütün erkekler, kadınlara tuhaf tuhaf bakıyormuş gibi geldi bana; ya da benim paranoyam bu, bilemedim. Bir de tarih ve din kokan bir hikayede kadının bu kadar kötü anlatılmış olmasına çok içerledim açıkçası; böyle miyiz biz gerçekten? Yok valla... Ne kadın böyle zavallı bir yaratık, ne de Aşk böyle basit bir duygu... Ne Raskolnikov'un daha görmeden vicdanına ve merhametine hayran kaldığı Sonya'ya duyduğu his, ne de Züleyha'nın kendisiyle ilgilenmediği ve uzaklaştırdığı için yaptığı yersiz hırsla Yusuf'u cezalandırma girişimi... Bu duygular Aşk değil; AŞK böyle bir şey değil... Değildi.. Olmamalı.. Ya da ben çok eski kafalı ve hiçbir şey bilmeyen, zamana ayak uyduramayan biriyim... Olsun... Öyleyse de seve seve bu olmayı seçiyorum. Suçum; eski zamanlardaki gibi asil, saygın bir Aşk yaşamayı hayal etmek; Cezam ise; o zamana kadar yalnız yaşlanmak olsun... Kabul ediyorum.... Ama zamanın getirdiği suni yaşantıları gördükçe, bu düşüncemi size de tavsiye edemiyorum. Siz bildiğiniz ve inandığınız yoldan ilerlemeye devam ediniz, diyebiliyorum sadece... Yakın zamanda tekrar görüşmek üzere, Deniz Zengin Yazarın Tüm Yazıları Paylaş Tweet |
Tiyatro Kursu Başlıyor! 19 Kasım'dan itibaren her SALI Kadıköy'de! Çalışanlara yönelik hobi sınıfı! Duyuru Panosu!
Son Eklenen Tiyatro Oyunları
Güncel Yazılar
Yazar olmak ister misiniz? Yazar olarak tiyatrodunyasi.com ailesine katılmak, yazılarınızı yüzbinlerce tiyatroseverle paylaşmak isterseniz tiyatrodunyasi@tiyatrodunyasi.com adresine mail gönderebilirsiniz...
Güncel Haberler
Tiyatro Dünyası'nı takip Edin | .. |
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
|